Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
30 Ağustos 2022

Yaz kızım

Yasamamak için bilmekten kaçanlarla, bilip de yaşamaktan kaçanlar birbirine yakalandı.

Dünyada...

İlkine cahil dedi diğerleri. Kendileri bilge, filozof, alim, bilgin, bilim adamı, entelektüel filandılar. Sadece bilmenin konumlarını bürünüp baş köşelere oturdular.

Bilginin yaşanmamış hali kadar kötü bir atık görmedim. Çok plastik. Çok pet. Absürt renkli. Onu yaşamayan insanların doğasını, çehresini, çevresini bozuyor. Ağızdan düşen lokma gibi itici. Çoğu yaşanmamış söylem yolun ortasına, özellikle konumuyla çökerek geviş getirme sürecini de andırıyor.

Bu durumda cahil kalmak daha dürüst, daha masum neredeyse…

Bilmemek…

Fakat neden bilmediler? Neden bilmiyorlar? Bilmeyenlerin iki suçu var. Birincisi bilmemek, ikincisi yaşamamak.

Bilenlerin ise bir suçu var. Bildiği halde yaşamamak.

Hayır. Bile bile yaşamamak suçu, bilmediği için yaşamamaktan daha ağır. Diğeri bilmediği için yaşamıyor, bu ise bildiği halde, bile bile yaşamamış oluyor.

Herkes suçlu. Yalnızca bilmeye, öğrenmeye çalışırken o esnada güçleri oranında bildiklerini yaşayanlar hariç. İçtenlikle yaşama gayreti içinde olanlar. Onlar da azınlıkta.

Suçluyu bulup ilan ettik. Rahatladık. İnsan bu suçu artık işlemeyecek…

Bu suça tekabül eden cahil alimleri üretti.

Alim cahilleri de.

Cahil bilim adamları ile, çok bilgili cahillerin oldu dünya. Hakiki bilenleri susturacak kadar çok konuştular. Sesleri çok çıktı, çıkıyor. Gürültüleri had safhada.

Hiçbir çağ bilgisiz olduğunu kabul etmeyecek olsa da, adı üstünde bilgi çağının marifetidir bu. Bilginin kendine yaraşan sonucuyla taçlanmamış olması. Yolda kalması… Çünkü kendini amaçlayan her araç yolda kalmıştır. Amaçlaştırılan ve hakiki amaca kafa tutmada su istimal edilen her araç, insan elinde, insana karşı tiranlık oynamıştır.

Belki de bilginin duyularla giriş yaptığı ve akıldan süzüldüğü halde kalbe uğramayışından kaynaklanan bir olumsuzluktur bu. Kuvvetli ihtimal böyledir. Kalpsiz, vicdansız bir bilme halinden yayılan “bu ne şimdi?” kokusudur.

Kalbe uğrayan bilgilerin akıl denetiminden geçmemiş olması ise apayrı bir facia. Kalbin melek, aklın şeytanlaştırılmasına karşın aklın kutsal, kalbin duygusal, aşağılık bir noktaya indirgenmesi… İç içe olan ve biri diğerini bilinçle kapsayacak güçte olduğu halde birbirinden ayrı düşürülmesi ve düşmanlaştırılması ne berbat bir durum. Yüzyıllarca duyular, akıl ve bilimle, sezgiler, kalp ve ilmin karşı karşıya getirildiği savaşlarda insanlık bilgi birikiminin heba edilmesi, talan edilmesi de utanç verici. Bütün bu savaşların akıl, bilim, teknik ile kalp, sezgi, ilim arasında yapılması ve insan ırkının farklı dağlardan ve geleneklerden gelen zirve birikimlerinin bu savaşlarda kan döker gibi dökülmesi, yakılması, yok edilmesi, sıfırlanması ne berbat bir insanlık geçmişi. Geçmiş te değil, artık şimdisi, bugünü…

Bu kadar basit bir ilişki biçimini neden kavrayamamış ve uygulayamamış olabilir insan? Herkes iyi bilir ki duyular ve akıl bizi “neden ve nasıl kapısı”na götürür. O kapıdan girdiğimiz ve ilerlediğimizde ise, başından beri “niçin” sorusunun cevabını arıyoruzdur. Her arayışı kapsayan nihai arayış budur. Arayışın ta kendisidir.

(Bazen kalbin arayışın ta kendisi olduğunu düşünürüm.)

Neden ve nasıllar bütün bulduklarını -büyük bir neşe ve gayret içinde-koşarak niçin’e gösterir ve ondan afili bir cevap beklerler. Onunla tamamlanmak için gece gündüz hem arar hem beklerler. İnsan olan herkes arar. Bulduğunu sevinçle paylaşır. Okyanusun, deryanın bilinmezliğinden alır, ortak, büyük havuza atar. Sonra her soru kavrayış gücünün son sınırlarına doğru bir serhadde, şimdilik son sınırda, biraz flu ve belki de daha ilerilere çekilecek bir hizada durur. Kanaat getirdiğini yaşar, getirmediğini de yeniden aramak, sağlamasını yapıp yeniden getirmek üzere alır götürür.

Ne var ki bugün artık cahil hiç aramamış, açlıktan da bulduğu her bilgiyi emmiş ve zehirlenmiş, bilim adamı da sınırlı aramıştır. Bilim adamı, bırakın yeni bir fikir, söz söylemeyi geçmişte bulunmuşların derlemesini dahi yapmaya üşenmiş, onu hakkıyla anlamaya yeltenmemiş, dünyadan ve değişimden kopuk, kendisini -basit dünyevi dertlerin peşinde- konumunun sığıntısı olmaya indirgemiştir. Sezgiyi hiçe saymış, akılsız kalbini, kalpsiz aklını sayılı duyular hapishanesine bizzat kilitlemiştir. Bir süre sonra kuraklığa dayanamamış, bilgisi kurumuş, çürümüş halde, çaresiz ve utançla sezginin kapısına dayandığında da ilhamın kulu olurken, bir tık ötesi vahyi çıldırmış gibi reddetmeyi bilimcilik sanmıştır. (Canım benim. Kıyamam. )

Yeni bir konudan bahsetmediğimi iyi biliyorum. Fakat eskimeyen ve hala aynı kalan bir konudan bahsediyorum. Değişmeyen herşey, hiç değişmemesi gereken sabiteler gibi kasılıp kalıyor ve bizi üzüyor, hayatı ve dünyayı bozuyor.

Yaz kızım:

Bilgi teorileri yeniden gözden geçirilmeli. Epistemoloji de dokuz-beş memur ve mesai kafası ile ne ileri ne geri yaşayan, gözleri yumuk bir denetçi gibi hiçbir şeyin sağlamasını yapmadan durmayı, durağanlığı bırakmalı.

Bütün bunları harekete geçirecek olan insan sağ mı? Bu da ayrı bir soru…

Sağlık dediğimiz şey anlamı ve amacı olan bir kalbe, üreten bir beyne, bedene sahip olmak ya. O bakımdan.