YAZ GİTTİK UZ GİTTİK
TABİATI ZİYARET ETMEK Yüce Dost Allah'ı ziyaret etmek gibi. Bir mabede, camiye, mescide giderken O'nun evine, kıra bayıra, denize yaylaya giderken de bağına, bahçesine gider gibiyiz. Sadece öğretilmiş zikirleri değil, dilediğimiz kadar ve kendi dilimizce konuşup anlaşabildiğimiz hür bir misafirliktir bu.
Doğaya fiziksel yakınlık her zaman ruhsal yakınlığa neden olmuyor. Eserinin üstünden elini hiç çekmeyen, eserlerinde hayata bakışı, felsefesi bütün tazeliğiyle duran, anlaşılmayı bekleyen bir sanatkarın açık hava sergisinde olduğumuz fikrini taşımıyoruz. Her şeye bir de O'nun bakış açısından da bir bakma/"İkra!" gözü olmadığında bu ziyaretler, sığ kalıyor. Tıpkı ne eserin sahibi, ne de sanatının türleri hakkında hiç bir bilgisi olmadan çarşı pazar gezmesine benzeyen aptal sergi ziyaretleri gibi.
DAĞA, BAYIRA, KIRA DÖNMEK ana kucağına bebek masumiyetiyle sığınmak gibi. Buz gibi dağ suyu da ana sütü...
Tabiat; kapısı bize daima açık, çayı ocakta kısmetini bekleyen bir ev gibidir. Teklifsizligi telkin eder, duvarın, şehrin aksine. Küçücük, sıvalı, boyalı salak bir duvar "Şşşt! Atlama! Sakın!' derken, koca dağ "Aşkolsun, durma zıpla, tırman!' der mesela.
Ağaçların ve otların dağınıklığındaki düzen dikkat çekici. Onlar kadar vazifesine aşık, onlar kadar hürce ve var olan aynılarından bambaşka bir özgünlükte kendimizi gerçekleştirebilmiş olmayı dileyecek kadar. İmkanımız varken, bu sergiyi, en küçük unsurlarıyla müşahedeye, onu çocuklarından, bebeklerinden, tohumlarından izlemeye, onunla tanış olmaya çalışalım derim. O kadar kimlikli, kişilikli bir sunum ki, o yüzden ayrıntıları kaçırmış olmak bütünü kaçırmış olmak kadar üzücü.
Biz insanlar yaratılışa, fıtri olana hangi haksızlığı yapmış olursak olalım, o daima tanrısal bir duruşta ısrar ediyor...Belki kendince daimi bir namaza duruyor...Şayet kimliğini kaybediyorsa, bizim ona yerli yersiz, hatta göksüz müdahelemizden kaybediyor. Ahlaksızca dayatmalarımıza karşı koyma gücü var. Fakat olumsuz tepkisini kolay kolay kullanmaması, varlığını savaşa heba etmek istemeyişi ve meleklikteki ısrarından ileri geliyor. Her şeye rağmen direnişi kahramancau2026
Yaz bunları farketmemize imkan tanıyor. Mesela şu deniz dalgalarını tek tek gümüşe boyadığında hepsi bedava gümüşcüler çarşısında geziniyor gibiyiz. Karanın, narin ve muzip batıp batıp çıktığı güzel tekrarlı, kolay ezberli ilginç bir noktadau2026 Belki o kayboluyor diye bas bas bağırdığımız halde aramaya üşendiğimiz kişiliğimizin gaybı; bu tabiattır! Basamak basamak yukarıya doğru heyecanla koşan ağaç, dalını suyun karşısında bir başka çiçeğe dilediğince uzatmış olan şu çiçek ve sazlığı bir enstrümanın telleri gibi kullanabilen bu kurbağadır. Hoşça bakmak lazım Zat'ın bu sere serpe hallerine...
TABİAT TEKLİFSİZLİK DEMEK...Yaratan ve yaratılanlarla cümbür cemaat bir samimiyet. Şimdi şöyle. Mesela en başta kendi tabiatımız. Şayet onu aslından çok uzağa götürmemişsek, ilkelliğiyle barışık bir tekamüle sevketmişsek ne ala. Lütfen gereğinden fazla gelişmeyelim. Gelişmeyi yozlaşmak olarak anlamamayı öğreninceye kadar en azından.
Sonra çevremizdeki olduğu gibi olan/kalan insanlar. Doğal, yalın kalabilmiş, yaşamayı bir gösteri, savunu, bir ispat haline getirmemiş olanlar. Ve kullandığımız eşyalar. Sandalye bize otur, ayakta kalma demeli. Oturduğumuzda bizi bir kibre mecbur etmeyen bir koltuk olmalı, olacaksa. Eşyalarımız da ahlaklı, ilkeli doğmuş olmalı. Kullanırken dosdoğru kalabilmeliyiz. Birlikte yaşarken insanlık tabiatımızdan çıkıyorsak, onlar bizi kullanıyor demektir.