Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
08 Ağustos 2023

Yaylaya mı inelim, denize mi çıkalım

Coğrafi yükseklikten öte hangisi bizi göğe çıkarıyor ve aşağıdaki meşgaleleri, hızı ve “şimdi şunu yetiştirmem gerekiyor”u unutturuyorsa; odur yükseklerde olan. Bazen de kanepeye bile değil, yer minderine çöküp saatlerce kalkmadan orada kendimizin terk edilmesine müsaade ettiğimizde, o dip noktadan yükseliriz en olmadık düşüncelerle…

Yaz biraz daha yavaşlamaya ve düşünmeye de imkân veren bir mevsim gibi. Çoklarımız için.

Şu aralar pek çoğumuz ya yaylada ya deniz kıyılarında. Memleketinde veya bir şehir insanıysa eğer evinde. Şehir insanının mesaisi ona evini dahi yaşatmaz çünkü. Bazen özellikle İstanbul için diyelim, insan hiç başka bir yere gitmek istemez. Evinde olmak dahi onun için tebdili mekân/mekan değişikliği olur.

E İstanbul’lu için de uzaklardaki deniz kıyılarına gidememiş olsa bile deniz ille bir kıyıdan ona çıkagelir. Çok zaman Akdeniz’e, biraz da memleketim gibi olduğu için gittiğim zaman şahsen herhangi bir denizi değil, “İçinde İstanbul olan denizi” sevdiğimi iyice anlamış olmam kişisel olarak yudumladığım bir tecrübe. İyi tecrübe. Sıkı tecrübe…

İçinde İstanbul olan deniz dediysek, deniz kendini bir şey sanmasın efendim. Bakın bu İstanbul o denizi nehir yapar. Kibirlenmeye kalkışan denizin boğazına durur ve onu anında bir nehre dönüştürüverir…

Ah İstanbul; denizi nehir yapan şehir…

Yazıya denizlerden, kıyılardan bahsedelim şu sıcak yaz günlerinde diye başlamış olsak ta yazı birden İstanbul güzellemesine dönüşüverdi. Kalemimiz elimizde değil ki… Kalem klavye olalı yazı kendini yazdırıyor doğrusu. Elde değil…

Şimdi efendim; deniz benim en kıymetli hocalarımdandır. Şeyhlerimden biridir. (Şahsen benim pek çok şeyhim var. Bir şey h olduklarının farkında, iddiasında olmayan her şey... Olan biten, olma yolunda olan her şey...Nasılsa şeyhler arası şirk koşmak gibi bir derdimiz yok. Şirk ancak koşulursa Allah’a koşulur öyle ya, tövbe estağfurullah.) İşte her neyse; Ege'de büyüdüm. Akdeniz’de yaşadım. Marmara' ya gömüldüm. Yani gömülmektir dileğim… Bir ara Piyer Loti’den aşağıya, mezar taşlarından denize doğru bakarken “Bu manzaraya ölünür!” deyivermem ondan. Sanki bir gülüşmeler zinciri de yaşadım hani… İtirafımdır. İyi itiraf. Sıkı itiraf.

Doğrusu ya bizzat yeni bir şey öğretir deniz, ya geçmişte öğrendiklerimizi dalga desenli düz mavi örtüsüne döküp ayıklamama, hazmetmemize yardım eder, ya da hiç akla düşmeyen yepyeni, gıcır gıcır düşünceleri düşümüze koyar. Avuç avuç... Herkesin kendi ölçeği, kendi kabınca…

Bu yüzden onun/denizin içinde olmaktansa onu içime almayı daha çok severiz. Ona tamamen dahil olduğumuzda eklemlerimizden, tek tek bütün vidalarımızı gevşeterek bizi bize bölüyor. Parçalarımızın her birine var oluşlarını ayrı ayrı hissettiriyor. Sonra bizim aynımızı, ayrılmış, birbirini unutmuş, suyla ovulup, tuzlanmış ve güneşle parlatılmış olarak yeniden kuruyor. İçindeyken tenimizi ele alıyor. Elden geçiriyor. Üçlüyor. Beşliyor. Titizleniyor. Olmadı bir daha diyor. Fakat dışındayken ruhumuzu...

Büyük çimme imkânı deniz… “İğne ucu kadar bir yer bile kuru kalmayıncaya kadar düşüncelerimizi bile ıslatan bir şey… Irmağa atlayan köy çocukları gibi hissettirme istidadı var.

Neredeyse hepimiz, ya da çoğumuz denizin içimize dolmasını ve her yerimizden bizi aşmasını severiz. Yüzmeyi olduğu kadar, denizi içimizde yüzdürmeyi daha çok severiz.

Fakat hayatımızın çoğu kısmında bakıyoruz ki; bir deniz kentinde yaşıyor olsak bile denizle insan arasında kara var. O kara, yanı denizle insanı ayıran şey; güvensizlik hali gibi geliyor. Deniz, kendisine tam güvenildiğinde, kollarına iman eden bir kalıp kalp bırakıldığında bizi olağan kaderimize doğru süzüle süzüle yüzdürüyor. Yüzmeye dair birkaç kuru kural, cepte ıslanacak ve yaşama dağılacak cep ilmihali gibi bir şey. Asıl olan denize güvenebilmek galiba. Dalganın da, meltemin de bu maviden geldiğini bilip onunla çalkalanmak. Tamamen hiç olarak değil. Dalgalarında durulmak, durulanmak için kendimizi ona bırakırken, suyun kendini bize vermesi. Serin, arı, duru bir devinimde sakinleşmek. Bu büyük kaderin, seçimin doğal gereklerine uyumla, kişisel güzergahında boğulmadan ilerleyebilmek. Kara kişisel seçimleri temsil ederken, deniz biraz daha olgusal anlamda bizim için seçilen ve önümüze konulan ve hatta aniden önümüze çıkıveren büyük seçenekleri, külli kaderi de temsil ediyor.

Deniz, güven bana diyor insana. Bana inanmayandan ben sorumlu değilim, onun iradesini yüzdüremem külliyede, ben o kalpsizin kafiriyim diyor.

Alın size sahil amel. Alın bize sahil amel! Denize giderken, ya da deniz size doğru geliyorken; mesela bir yaz gecesinde saat üç sularında… Bu düşünceleri de yanınıza alın derim.