Yaygın yatırımdaki inanç eksikliği
Karadeniz bölgesinde fındık ekonomisi birçok ailenin yıl boyunca geçimini oluşturan büyük bir kaynak.
Türkiye’nin bölgesel kalkınmaya öncelik verdiği söylemi
her zaman dile getirilse de GAP’ın bile boşa çıktığı anlamsız yatırımlar
nedeniyle bölgesel ekonomiden uzaklaşılarak kentleşme ekonomisine olan
yönelişin hiç azalmadığını hatta ve hatta artarak devam ettiğini görmek
zorundayız.
Son zamanlarda kiralardan dolayı geri dönüşlerin başlaması
kimseyi yanıltmasın.
Sanayi bölgelerinin ağırlığı büyükşehirlerde olduğu sürece kiralar 20 bin
lira da olsa insanlar oraya gelmeye devam edecek.
Çünkü Anadolu’da para kazanmak için yapabilecekleri çok bir şey yok.
Hele ki tarımsal üretim ile geçinilen küçük ilçe ve köylerde yaşayanlar için
durum hepten zorluk içinde...
Kira artışlarıyla geri dönüşler olsa da bu dezavantajlı bölgelerimizden gelen
insanların biri gider biri gelir.
Bunu aşmanın tek yolu yerinde yatırım.
Tabii ki bunu sağlamak öyle kolay değil.
Devlet çok ciddi yatırım teşvikleri verse de yatırımların
Türkiye’nin geneline yayılma oranı oldukça düşük.
Bu noktada bir sorun olan taşıma maliyetleri ile pazarlara yakın olma
istediğinin arkasında yatan sebeplerden birini zaman maliyeti oluşturuyor.
Yani üretilen ürünlerden birçoğunun birden çok üretici firmanın elinden
geçmesi ve ayrı ayrı proseslere dâhil olması üretim süreçlerinde rekabetçi
pazarların bir arada kalmasına neden oluyor.
İstanbul, İzmit, İzmir ve Ankara’da kümelenen büyük sanayi
kuruluşlarının seri üretimde merkez olmasının esas sebebi bu...
Şanlıurfa ve Mersin’deki sanayi tesisleri büyük gelecek vaat etse
de tarımsal üretime dayalı bir ekonomi modelinin taşıdığı kurulu sanayi ile
dönüştürücü bir etkiden ziyade bölgesel kalkınmaya fayda sağlayıcı bir etkiyi
barındırıyorlar.
Dönüştürücü etki tamamıyla teknoloji ve ağır
sanayi odaklı yatırımlardan geçer.
Ülkemiz için bu tip yatırımlar halihazırda çok fazla değil.
TOGG’un bu anlamda önemli bir katma değer üretme imkânı vardı ama maalesef
buradaki üretimi de Marmara bölgesinden çıkarmayı başaramadık.
Neyse ki böyle bir yatırım o veya bu şekilde gerçekleşti.
Bundan sonrasında belki batarya ve iletken ürünlerin
yayılımı kaynaklara yakın olur.
Ama unutmamak gerekiyor ki bu taşıma maliyetleriyle sanayinin
bölgesel hâle gelmesi epey zor.
Nedense demiryolu yatırımlarında hâlâ istenilene
ulaşamayan bir planlama var.
Hâlbuki hizmet ve sanayi ekonomisinin dayandığı
lojistik ve ulaşım kabiliyetlerinde trenlerin büyük yer aldığı bir dünyada
yaşıyoruz.
Evet, Türkiye’nin jeolojik yapısını bu yatırımı maliyetli yapsa da deniz
altında tüneller yapan, koca Bolu dağını delmeyi başarmış bir ülkenin artık bu
bahanelerle uğraşmadan ciddi bir yatırım silsilesini başlatması gerektiği
düşüncesine savrulmamak elde değil.
Fındık ekonomisi de işte bundan etkileniyor olabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı ortalama 54 liralık findık alım fiyatı,
geçtiğimiz yıllardaki bedelin dolar cinsinden daha azı üzerinden bir değer
biçildiği anlamına geliyor.
Fındığa talepte bulunan çikolata sektörünün Türkiye’den
alınan fındıklarla Türkiye’nin oluşturduğu fındık ekonomisinin 15 katını
oluşturduğunu düşününce ne tren yolları ne üretim bantlarının maliyetleri
bölgesel yatırım için hikâye gibi kalıyor.
Hangi bahanenin bu gerçeği dönüştüreceği düşünülse emin olun bu fikri
yıkacak bir bahane bulunamaz.
Ee o zaman kentsel yatırım tabii ki Anadolu’ya kaymaz.
Ucuz ve maliyeti düşük yatırım diyerek artan şehirleşmenin getirdiği
altyapı problemleri ve yanında küresel ısınma sorunları katlanarak daha fazla
maliyet olarak faturalarımıza yansır.
Bunları anlamak için ileri düzey mühendis ya da ekonomist olmaya
gerek yok.
OECD raporları başta olmak üzere tüm dikkate değer kuruluşların raporlarını
incelemek yeterli.
Sorunu tespit etmek kolay.
Esas sorun bunu dönüştürmek.
Aslında çözülen her sorun siyasiler için sonraki sene gündeme getirilecek
daha az argüman demek.
Bu gerçekliğe bakınca muhtaçlık psikolojisi ile insanların
ağızlara baktığı bir düzeni değiştirmek yerine gemiyi yürütmeye çalışmak
elbette ehveni şer olacaktır.
Halk gerçekten neyi seçip seçmediğini anlamadığı müddetçe bu düzen böyle
gitmeyi devam eder.
Birilerinin akılları her zaman toplumun aklından daha ileride görülür.
Yatırım ekonomisi herkesin aklının tartışmalarla ortaklaşarak bir araya
gelmesi ve en iyisinin üretilmesine ihtiyaç duyar.
Ne ekranlarda kendilerini eleştirenlere tekme tokat girişmeyi ne de
eleştirinin adını bile ağzına almayan bir cenahı ülke için faydalı görmek
devletimizin kaderi olmamalı.
Daha fazlası olabilir. Önce inanalım sonra çalışalım.