Yaşlılık
Nihayetinde
65’likler kervanına ben de katılmış oldum…
Hem de
pandemi günlerinde… Bir de Covid – 19’a yakalanınca iliklerinize kadar
yaşlandığınızı hissediyorsunuz… Ve şimdi evde daha mahsur, daha mahzun
haldesiniz…
Yaşlanmak
sınıf atlamak mıdır, düşmek midir bilmiyorum?
Belki
de yaşlılık, insanlığımızın en zor ve en son sınavıdır… Bundan dolayı yaşlılık
gerçeğini konuşmamız gerekiyor… Hayatın bu kaçınılmaz gerçeğinin tokat gibi
yüzümüze çarptığını görmekteyiz… Allah ömür verirse hepimiz o yollardan
geçeceğiz…
Şunu
baştan belirtmeliyiz; yaşlılık bir hastalık değil, insanoğlunun yüzleşmek
istemediği acı bir hakikattir…
Gençlikten
bakınca yaşlılık uzak görünüyor… Yaşlılıktan bakınca gençlik ‘dün’ gibi
geliyor…
Aslında
her yaşın bir kıymeti, bir de mükellefiyeti vardır…
Fakat kapitalizmin icadı olan emeklilik ve tatil
kültürü yaşlılarımızı atalete mahkûm kılmıştır… Emeklilik sonrası sendromlar,
travmalar, krizler yaygınlık kazanmaya başladı…
Beşikten
mezara, kundaktan kefene kadar kulluk sorumluluklarını kuşanması gereken
insanlarımız kendini koy verme yanılgısına kapılıyorlar… Toplumda da yaşlılara ‘işe yaramaz, yaşı yetmiş işi bitmiş’
gözü ile bakmak ciddi toplumsal travmalara neden olmuştur…
Aslında
yaşlılık geniş tecrübe, üstün erdem, kemâl ve hayatını net görebilme sanatıdır…
Hep
konuşuruz, Mimar Sinan’ın Selimiye Camiini yapmaya 85 yaşında başladığını, 92
yaşında bitirdiğini…
Ebu
Eyyübe’l – Ensari’nin 90’lı yaşlarda Konstantiniye surlarının dibinde ruhunu
teslim ettiğini…
Anlatmasına
anlatırız da, emektarlığı emekliliğe neden tercih etmeliyiz?
Ahir
ömrümüzde salih amellere, güzel eserlere yoğunlaşmak varken, iddiasız ve
idealsiz bir yaşamın kollarında sonumuzu bekleriz… Hayat kocaman bir boşluğa
dönüşüverir…
İlgi,
sevgi ve saygı beklentisi başlar… Asabilik, geçimsizlik, unutkanlık
sıradanlaşır…
Bazen
çaresizlik, bazen sessizlik, bazen de kimsesizliktir yaşlılık… Desteğe
muhtaçsınız… Diğer bir boyutu ile yalnızlıktır… Artık bir yere sığmıyorsunuz…
Çekilmez
olduğunu zannetmek yaşlılar için en büyük eziyettir…
Hayat
şartları mı, evlat vefasızlığı mı, kültürel değişim mi, zihniyet kayması mı?..
Bilmem ama yaşlıları kenara iten ve bitiren bizler değil miyiz?
Gençlerin
yoğun yaşam temposu içinde yaşlılara ayıracak zamanları yok zaten…
Bakım
evleri, rehabilitasyon merkezleri, huzur evleri; gamı, tasayı, kederi,
unutulmuşluğu, kimsesizliği nereye kadar çözebilir?
Elimize
düşen, elden- ayaktan düşmüş yaşlılarımıza elimizden geleni yapmadıktan sonra…
Yaşlılarımızı
yok saymakla kendi yok oluşumuzu hazırlıyoruz…
Yaşlının
değerini bilmeyen, duasını almayan bir toplum yaşamın bereketine sırtını dönmüş
demektir…
Nihayetinde
hepimizi bekleyen akıbet yaşlılık…
Bakalım
ahir ömrümüzde sınav sorularımız nereden çıkacak? Parkinson, Alzheimer,
Prostat, Şizofreni… Ve çoklu organ yetmezliği…
Muhammed Ali Clay’ın şöyle bir sözünü
hatırlıyorum:
‘Allah bana Parkinson
hastalığını vererek şampiyonun kim olduğunu hatırlattı.’
Bu
anlamlı tespit, bana şu üç anlamlı soruyu cevaplamamız gerektiğini söylüyor:
Ne idim?
Ne oldum?
Ne olacağım?
Yaşlanıyoruz
diye, kendimizi toplumdan tecrit etmeden, doğru cevapların tespitine
gitmeliyiz…
Unutmayalım ki, yaşlılık derinin
buruşması değil, ruhun daralmasıdır…
İdealini,
iddiasını, iradesini kaybetmemiş her kul, takvim yaşı ne olursa olsun gençtir…
Bir
cümle daha: İnsanı yaşlandıran yaşı değil yaşadıklarıdır.
Duamız: Rabbim bizleri kendi yolunda İslam’ı yaşayarak yaşlananlardan kılsın.
İstiyorum ki, yaşlılık yaşasın… Yok sayılmasın… ‘Hiç’leşmeye açılan kapı olmasın…