Yaşayan insan hazinelerimiz
Ömürlerini kültürümüze, sanatımıza, edebiyatımıza, fikir ve inanç dünyamıza adamış olan ‘yaşayan insan hazineleri’mize selam olsun.
“Yaşayan
insan hazineleri” tabiri bizde yeni bir tabirdir. Bu kavram bize UNESCO’dan geldi.
Peki bu kuruluşun görmediği, duymadığı definelerimiz ne olacak? Onları
hatırlamayacak mıyız? Haklarında saygı toplantıları yapmayacak, mükâfatlarla
teşekkürlerimizi ve şükranlarımızı sunmayacak mıyız? Bizim inancımızda
“İnsanlara teşekkür etmeyen Rabbine de şükretmez.” anlayışı hâkimdir. Yani
üstümüzde emeği olan, topluma faydalı ve hayırlı çalışmalarda bulunmuş olanları
arayıp sormamız, kadir kıymetlerini bilmemiz gerekiyor. Peki buna mecbur muyuz?
Elbette. Zira onlar adanmış ömürlerin sahipleridir. Toplumun büyük kesimi rutin
hayatını yaşarken, gündelik istirahatini yaparken onlar belki de gece gündüz
bir kitabı yazma gayreti içindedirler. Sanatımıza yeni talebeleri kazandırma telaşındadırlar.
Senelerce sevilerek okunacak ve dinlenecek besteleri yapma; hüsn-ü hattı meşk
etme şevkindedirler.
AKSAKAL
MI, İNSAN HAZİNESİ Mİ?
Abide şahsiyetler,
aksakallar, üstatlar, çınarlar gibi isimlerle andığımız bu öncüler bir bakıma
‘vakıf insanlar’dır. Kendilerini bir sanata, kültürümüzün bir alanına ve genel
olarak medeniyetimize vakfetmiş, hasretmişlerdir. Kimileri bereketli ömrünü
hayra yönlendirmiş olan bu iyi insanlara ‘duayen’ diyor. Fransızca bir kelime,
bize ait değil. Biz iyisi mi yine ‘aksakal’ı kullanalım. Yalnız bu tabirlere
aşina olmayanlar bazen yanlışlıkla ‘aksakallı’ diyebiliyor. Bilinmelidir ki, her
‘aksakal’ beyaz sakallı olmayabilir. Bu kelimede bir asalet var, mazimiz,
tarihimiz var. Bu kavramda durmuş oturmuşluk,
dinginlik mevcut. Aksakal, bir bakıma bizi Dede Korkut’un coşkusuna
ulaştırıyor, Ahmed Yesevi’nin hikmetine yakınlaştırıyor, Nasreddin Hoca’nın
bilgeliğine kavuşturuyor, Yûnus Emre’nin deryasına daldırıyor. Diyelim ki
olmadı, gençlerimizin hatırı için o zaman ‘çınar’ da diyebiliriz büyüklerimize.
Çınar’ın da köklü ve kıdemli bir hatırlatışı vardır. İşi lafazanlığa boğup mecrasından
çıkarmayalım ve asıl mevzuya dönelim. ‘İnsan hazinesi’ dedik. Manidar bir
kavram. Bugün böyle kaç defineye sahibiz acaba? O kadar çok ki, ben sayılarını
bilemiyorum. Her geçen gün de maşallah adetleri artıyor.
HER
İNSAN BİR HAZİNEDİR
Aslında
her insan bir hazinedir, bir değerdir, bir definedir. İyi yetiştirilmiş, güzel
terbiye görmüş olanlar çevrelerine faydalı olurlar, ışık saçarlar. Yerde
sürünenleri alıp gökyüzüne doğru kanatlandırırlar. İnsan bir cevherdir, iyi
işlenirse mücevhere dönüşür. O zaman kıymeti daha çok artar. Bu vadide bilhassa
anne ve babalara büyük görev düşüyor. Buyurulduğu gibi bütün insanlar önce
mümin olarak yaratılıyor. Çocuk, ergenlik çağına kadar Müslüman kabul ediliyor.
Daha sonra çevresinin etkisiyle farklı bir dine, inanca sapabiliyor. Bir bakıma
bize emanet olarak verilen her çocuk, ‘evliya’ olarak yetiştirilmeye de
müsaittir. İlgilenilmezse bu sefer ‘eşkıya’ olarak toplumun başına dert
olabilir. Öyleyse çocuklarımıza, gençlerimize daha çok sahip çıkmalı, onların
en iyi şekilde yetişmelerine yardımcı olmalıyız. Esasen bu bizim asli ve tabii görevimiz.
FAYDALI-FAYDASIZ
İLİMLER
“Faydasız
ilimden Allah’a sığınırız.” buyrulmuştur. Hakikaten günümüzde faydasız,
gereksiz, lüzumsuz bilgi yığınları üstümüze yağmur gibi yağıyor. Hele
internetin yaygınlaşmasıyla biz âdeta bizi sarıp sarmalayan, neredeyse bütün
zamanımızı çalan hayırsız ve malayani malumat hücumuyla karşı karşıyayız. Benim
kültüre ve sanata olan ilgimi bilen bazı kurumların yöneticileri yaşayan
büyüklerimizin farkında bile değil ne yazık ki… Ben birisinden bahsedip “…
hakkında bir saygı toplantısı düzenleseniz ne iyi olur?” dediğimde “Aaaa, o
kişi yaşıyor mu?” karşılığını veriyorlar. Hâlbuki vefalı olmak, kadirbilir
davranmak zorundayız. Zira bu duruş, bizim vazgeçemeyeceğimiz hususiyetimiz, ahlakımız,
millî seciyemizdir.
KURUMLARIN
MAZİLERİ
Bazı
kurum ve kuruluşlar kendi tarihini bilmiyor. Herhangi bir müessesede, vakıf ve
dernekte çalışmış bulunanlar, o kuruma emek vermiş olanları bile tanımıyor.
Hâlbuki “saff-ı evvel” dediğimiz ilk emektarları unutmak vebaldir, günahtır,
ayıptır. Gençlerimize bu sahada örnek olabilmenin ölçüsü şudur. Biz yaşayan
büyüklerimize ve ebediyete göç etmiş kudemaya sahip çıkabiliyor muyuz? Keşke
bütün vakıf, dernek, gazete, dergi, yayınevi, okul ve üniversiteler, kurumlarında bulunmuş, hizmet etmiş olanların
albümünü hazırlasa ve yayımlasa. Bu geçmiş bilgi kaynaklarımız herkesin
istifadesine sunulsa. Bu hafıza tazeleme olur. En azından söz konusu kurumda
çalışanlar ‘selefler’ini hatırlamış, rahmet ve saygıyla anmış olurlar.
MEVLİD-İ
ŞERİFLERİ İHYA ETMEK
Salgın
sürecinden önce birçok yerde hem ‘saygı toplantıları hem de ‘anma programları’
yapılıyordu. Bu hayırlı ve faydalı gelenek sürdürülmelidir. İki yıllık bir
aradan sonra değerlerimize yeniden dönüş yapmak zorundayız. Aksi takdirde
üstümüzde hakları olanları unutursak kaybeden biz oluruz. Yıllar önce iki
kuruluşumuz hayırlı ve faydalı bir hizmeti başlatmışlar, yıllar boyunca bu
geleneği düzenli biçimde sürdürmüşlerdi. Aydınlar Ocağı ve ESKADER, vefat etmiş
mensupları için senede bir gün camilerde “Mevlid-i Şerif” okutuyorlardı. Bu
Mevlid’lerle Peygamber Efendimize olan hürmetimiz ve muhabbetimiz tazeleniyor,
bu arada hizmet etmiş büyüklerimiz de yâd ediliyordu. Bu güzel ve anlamlı alışkanlığın
tekrar başlatılması ve uygulanması gerekiyor. Müesseseler, bu tarz vefalı
davranışlarıyla gelecek nesillere de örnek olurlar.
HAFIZA
DEFTERİMİZ
Hepimizin hafıza veya
hatıra defteri olmalıdır. Bu defterlere isimlerini duyduğumuz, hizmetlerini
bildiğimiz büyüklerimizi kaydetmeliyiz. Çeşitli sempozyumlar, paneller,
konferanslar ve sohbet toplantıları düzenlenmelidir. Yaşayan değerlerimize
mükâfat vermek, aslında kendimizi ödüllendirmektir. Onlar için saygı toplantısı
düzenlemek, armağan kitaplar hazırlamak görevimizi hakkıyla yapmanın
işaretidir. İnşallah bu sahada daha önce başlatılan çalışmaların benzerleri,
hatta daha iyileri yeniden gerçekleştirilir. Biz de ‘teşekkür’lerde bulunarak
görevimizi kısmen yerine getirmiş oluruz. Gönül dünyalarımızı inşa eden ruh
mimarlarımızı hatırlamak, onları aramak, mümkünse ziyaret etmek, daha güzel bir
dünya kurmamızı sağlayacaktır. Ne dersiniz, böyle kutlu bir çabanın içinde
olmaya var mısınız?
BAŞLICA İNSAN
HAZİNELERİMİZ
Abdülkadir İkbal, Âdil
Sarmusak, Ahmed Güner Sayar, Alaettin Koçak, Alev Alatlı, Âmir Ateş, Atilla
Damar, Aydil Erol, Belma Aksun, Beynun Akyavaş, Birol Emil, Doğan Hızlan, Durali
Yılmaz, Ebubekir Erdem, Ediz Hun, Engin Köklüçınar, Erol Deran, Erol Kılınç, Ersin
Nazif Gürdoğan, Ertuğrul Düzdağ, Etem Çalışkan, Ezel Erverdi, Fahrettin Can, Fahrettin
Olguner, Fatma Çiçek Derman, Fethi Erhan, Fırat Kızıltuğ, Fuat Başar, Galip
Çakır, GülbünMesara, Gülten Dayıoğlu, Gürbüz Azak, Haldun Dormen, Halil Gönenç,
Halistin Kukul, Hasan Çelebi, Hayrettin Karaman, Hicran Göze, Hikmet
Barutçugil, Hüseyin Hatemi, Hüseyin Kutlu, Hüsrev Hatemi, İbrahim Manav, İhsan Süreyya
Sırma,İlber Ortaylı,İnci Enginün, İsmail Kahraman, İsmail Müftüoğlu, İzzet
Günay, Kâzım Yetiş, Kemal Yavuz, Kemal Y. Aren, Mehmet Ali Sarı, Mehmet Doğru, Mehmet
İpşirli, Mehmet Maksudoğlu, Mehmet Zeki Kuşoğlu, Mertol Tulum, Metin Eriş, Muhittin
Serin, Muhsin İlyas Subaşı, Mustafa Fayda, Mustafa Tahralı, Muzaffer Deligöz, Mübahat
Kütükoğlu, Mümin Çevik, Necat Birinci, Necip Dinç, Necmeddin Şahiner, Nevzat
Atlığ, Niyazi Sayın, Nurhan Alpay, Nuri Yüce, Osman Nuri Topbaş, Özcan
Ergiydiren, Rasim Cinisli, Rauf Altıntak, Reşat Şen, Sabahat Emir, Sadettin
Ökten, Sadun Aksüt, Safa Önal, Saim Sakaoğlu, Salih Tuğ, Semih Sergen, Servet
Armağan, Sezen Cumhur Önal, Suad Alkan, Süleyman Hayri Bolay, Süleyman Uludağ, Süreyya
Beyzadeoğlu, Talip Arışahin, Tayyar Altıkulaç, Turan Oflazoğlu, Uğur Derman, Ünal
Sakman, Ünver Oral, Üstün İnanç, Vehbi Sınmaz, Yılmaz Özakpınar, Zeynep Kerman,
Zeynep Korkmaz, Zihni Göktay, Zübeyir Yetik.