Yaşayan birey, yaşayan toplum
İnsan için en önemli ihtiyaç yaşamaktır. Zor olan doğal ve sosyal şartlar altında dahi hayatı korumak ve hayatta kalmak en önemli çabadır. İnsanın hayatta kalma ve hayatı devam ettirme çabası, insan toplumunun en önemli sermayesidir. Hayattan vazgeçen ve canlı bir şekilde hayatta kalmaya çabalamayan kişilerin ve toplumların, fiilen çöküşe geçtiklerini ve sonlarını hazırladıklarını söyleyebiliriz.
Bir toplumun canlılığını yitirip yitirmediğini onun dini, sosyal felsefi, ekonomik, kültürel, sportif, sanatsal, ahlaki ve bilimsel hayatında çok yönlü olarak görebiliriz. Bir toplum bilim, sanat, felsefe, ahlak ve maneviyat alanlarında çok yönlü, çoğulcu ve dinamik tecrübeler, ürünler ve modeller ortaya koyamıyorsa, o toplumda insani çürümenin hüküm sürdüğünü söyleyebiliriz. Toplumlar, çocuksu, akıl ve ahlak dışı kalmayı normalleştirip bu anormallikleri doğal sosyal durumları haline getirdikçe, aslında hayat yerine, derinden bir yok oluşu tercih etmektedirler.
Canlı birey ve toplum, ekonomik hayatı girişimciliğe, ahlaka, özel mülkiyete ve hukuka dayanan toplumdur. Ekonomik ve ticari ilişkilerde güven unsurunun ortadan kalktığı, ticari ilişkilerin hile ve aldatmalar üzerine kurulu olduğu bir ekonomik ilişkiler, bütün toplumu derin bir çöküşe, yozlaşmaya ve krize sürükleyebilmektedir. Ekonomik ve ticari ilişkilerin özgürlük, ahlak ve hukuk çerçevesinde yürümesi, insan onurunu, özgürlüğünü ve hukukun korumanın en önemli garantisidir. Birey ve toplum, canlılığını dinamik ve özgür ekonomik yapılar ve ilişkiler içinde sürdürme imkanlarına sahip olmalıdır. Ekonomik hayat, insanın özgürce davranışlarda bulunduğu tecrübelerden oluşmaktadır.
Din ve maneviyat, insanın ve toplumun canlılığını sağlayan çok önemli bir tecrübedir. Din ve maneviyatın, insanın ruh ve düşünce dünyasını beslemesi, geliştirmesi ve zenginleştirmesi, toplumsal ilişkilerin sağlıklı ve olgun bir çerçevede yürümesine katkı sağlamaktadır. Dinin ekonomik ve kişisel çıkarların aracı olarak kullanılması ve istismar edilmesi, dinin ve maneviyatın insan ve toplum hayatındaki işlevselliğini ortadan kaldırmaktadır. Din ve maneviyat, insan aklının ve kalbinin, duygu ve düşüncesinin sürekli olarak faal olmasını sağlamak gibi bir işleve sahip olmaıdırlar. Din ve maneviyat adına aklın, düşüncenin, sorgulamanın, bilimin ve araştırmanın etkisizleştirilmesi ve önemsizleştirilmesi, insanı ve toplumu derin cehalete, fanatizme ve ilkelliğe mahkum etmektedir. Birey ve toplum, dini, imanı ve maneviyatı hayatla bütünleştirebildikleri takdirde, sahici anlamda dini, tecrübe edebilirler.
Toplumun canlılığı, kadın ve erkeğin aktif bir şekilde bütün hayat alanlarını inşa etmesini gerektirmektedir. Kadının dışlandığı veya hayat alanının daraltıldığı bir toplum, canlılığını yitirme tehlikesiyle yüz yüze kalmaktadır. Kadının, insan onuruna uygun şekilde tam hak ve özgürlük kişi olarak kabul edilmesi şarttır. Kadını metalaştıran, kadın cinselliğini tüketen kişiler ve toplumlar, gelişme, genişleme ve derinleşme kapasitelerini yitirmektedirler. Kadın, insanın varlığının hayat kaynağı olduğu gibi, hayatı sürdürmenin ve geliştirmenin asli aktörüdür. Kadını hayatın asli aktörü olarak tanıyarak, kadını metalaştırmadan kadının hayata tam olarak katılma imkanlarının ve araçlarının oluşturulması, toplumun canlı kalabilmesinin olmazsa olmazıdır.
Etnik ve mezhepsel farklılıkların insani çeşitliliğin doğal unsurları olarak görülmemesi, ırkçılığın ve nefret söyleminin yaygınlaşması, toplumsal canlılığı öldüren akıl ve ahlak dışı insanlık karşıtı yaklaşımlardır. Irkçılığın gelişmesi, mülteci ve yabancı düşmanlığı gibi büyük sosyal sorunların doğmasına yol açmaktadır. Toplum, çokluk içinde birliği (kesret içinde vahdet) gerçekleştirme olgunluğuna ulaşmış insani yapı demektir. Bir toplumdaki bütün bireyler, etnik, mezhebi veya diğer farklılıklarına bakılmaksızın değerlidirler. Toplum olmanın olmazsa olmazı, bütün insanları hukuk, özgürlük ve onur sahibi eşit kişiler olarak görmek, tanımak ve bu tanımanın gereklerine göre yaşamaktır.
Şiddetin, çatışmanın, düşmanlığın, cehaletin ve keyfiliğin alıp başını gitmesi, sağlığımızı ve hayatımızı boşa harcamamıza neden olmaktadır. Rahmet Peygamberi, sıhhatin ve vaktin değerinin bilinmesi konusunda insanlığı uyarmaktadır. Vakti ve sıhhati korumanın yolu, canlı, verimli ve yenilikçi br tarzda hayatımızı dolu kılmak için çaba ve cehd göstermekten geçmektedir.