Yaşayan Ayasofya
Birkaç
gün önce hepimizi çok sevindiren haberi okuduk. İbadete yeniden açılan Ayasofya
Camii, 3. yılında yaklaşık 21 milyon ziyaretçiyi ağırlamıştı. Muazzam bir
rakam! Türkiye’miz için çok büyük bir rekor. Şükürler olsun! İstanbul’un
Fethi’ne kadar 916 sene kilise olarak görev yapan yapı, 1453’ten itibaren de
cami olarak hizmet vermişti. Ayasofya, 1934’te alınan karar üzerine 86 yıl müze
kaldı. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Danıştay kararnamesini
imzalamasıyla, 2020’de Ayasofya’nın nurlu hayatı yeniden başladı. Bu hizmette
emeği geçenlere şükran borçluyuz.
Ayasofya-i
Kebir Cami-i Şerifi, sıradan bir mabet değil. Bir mana, bir hikmet, bir hasret
ve bir davadır. Bu mücadele, hamdolsun kazanılmıştır. Bazı nadanlar hariç aziz
milletimiz ve mübarek ümmetimiz, bu tarihî karar üzerine bayram etmiştir. Şimdi
Ayasofya hakkında yazılan eserler artarda geliyor. Serdar Dumansız’ın Akıl
Fikir Yayınları’ndan çıkan Yaşayan
Ayasofya eserini okuyorum. “Üç
Devirde Olaylar-Hatıralar” alt başlığıyla okura sunulan kitap, emek mahsulü titiz
bir çalışma olarak gözümüzü ve gönlümüzü okşuyor.
Eserin
ilk sayfasında merhum Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Ayasofya” şiiri bizi
karşılıyor. Esasen bizim bir “Ayasofya Edebiyatımız” vardır. Yüzlerce, belki de
binlerce şiir, deneme, hikâye ve makale yazılmıştır mabet için. Kitapta bunlardan
bazılarına yer veriliyor. İki kısımdan meydana gelen eserin ilk bölümü “Mabedin
Dışında Yaşananlar”, ikincisi ise “Mabedin İçinde Yaşananlar” başlığını
taşıyor. Yazar, Türkçe veya diğer dillerde yazılmış yüzlerce akademik makaleyi,
yüksek lisans ve doktora tezini, gazete arşivlerini, Osmanlı sicil kayıtlarını,
ansiklopedileri, kitapları dergileri ve basılı evrakı taramış, 430 farklı
kaynaktan 536 iktibası okurlarına sunuyor.
Kitaba
Ayasofya’nın biyografisi de diyebiliriz romanı da. Belki de ‘biyografik roman’
desek daha doğru olur. Başından itibaren mabette neler yaşandığını, bu
yaşanmışlıkların niçin unutulduğunu sorgulayan Dumansız, kısacası Ayasofya’nın
serencamını akıcı bir dil ve güzel bir üslup ile kaleme almış bulunuyor. Önsöz’deki
şu satırları okuyalım: “Hakkında çok şey yazılan dünyadaki sayılı mabetlerden
biridir Ayasofya. Eline kalemi alan onun güzelliklerini dile getirdi. Devasa
mermer sütunları, ışıltılı mozaikleri, yapılış evreleri, muhteşem kubbesi,
efsaneleri, zarar veren depremler, geçirdiği tamiratlar ve daha nice
özellikleri yazıldı sayfalarca. Ya içinde yaşananlar? Yüzyıllarca neler oldu
içinde, avlusunda galerisinde? Neler yaşandı mabette? Çekilen acılar, akıtılan
gözyaşları, atılan sevinç çığlıkları nereye gitti? Neden unutuldu bunca olay;
bağrında son bulan hayatlar, edilen dualar, ilim için dökülen terler,
kapısından girmeyenler, çekilen filmler, film gibi yaşananlar… Heyecan, korku,
umut, nefret, acı ve neşe. Her biri birer anı oldu, hatıra oldu yelken açtı maziye.
Kimi anlatıldı, dilden dile; kimi de kitaplara girdi, okundu senelerce.
Bazıları da unutuldu tozlu raflarda, kitapların içinde. Sadece taştan,
sütundan, mozaikten ibaret değildi Ayasofya. Yaşanmışlıklarıyla yaşayan bir
mabetti o.”
Hakikaten
Ayasofya sadece bir cami değil büyük bir külliye, küçük bir şehir âdeta.
İstanbul’un özü, özeti, minyatürü… İşte kitapta işlenen konuların bir kısmı:
Ayasofya Meydanı, dilencileri, meczupları, muvakkithanesi, mektebi, medresesi,
deyimleri, çınarları, şekerci dükkânı, dervişler yolu, tekke kapısı,
minareleri, nişaneleri, imarethanesi, sessizler yurdu, türbeleri, avluya
bırakılan bebekleri, vakfı, musiki dersleri, mültecileri… Bunlar birinci
bölümden. Gelelim ikinci kısma. Oradan da birkaç başlık: “Güzeller Güzeli Bir
Kapı”, “Dünyanın En Büyük Hat Levhaları”, “Serinleten Mermer Küpler”, “Eğitim
Merkezleri Maksureler”, “Kitap Kokan Bir Mekân: Ayasofya Kütüphanesi”, “Ayasofya
Ressamları ve Resimleri”, “Yıldızlarla Yarışan Top Kandiller”, “Güzel Sesli Hafızların
Makamı”, “Meyyit Kapısı”, “Osmanlı Dönemi Cenaze Törenleri”, “Minarelerden
Gönüllere Seslenenler”, “Kutsallar Kutsalı Mihrap”, “Destur! Hünkâr Mahfilde!”,
“Taştan Bir Abide, Vaaz Kürsüsü”… Ayasofya’ya sığınan dört çeşit hayvan var:
İlki kediler. Tatlı hikâyelerini okuyoruz.
Ayasofya’nın
öyle görkemli şadırvanı vardır ki, Ramazanlarda “Bekçi Baba”lar ona maniler
düzmüşlerdir: “Bin konak yerden sayılır;/Her gören ona kapılır,/Böyle bir ra’na
şâdırvân/Ne yapılmış ne yapılır.” Bekçi
Baba, şadırvana mani söyler de Ayasofya’nın kütüphanesini unutur mu: “Muvaffak
eyledi Allah,/Hayr olur makbul indallah,/Seyr idüb kitâbhâneyi,/Her gören dedi
mâşâllah.”
Sonsöz’de,
ecdadımızın kutlu Ayasofya Camii’ne “Ayasofya-i kebir, bina-yı ala-yı
lâ-nazir!” dediklerini öğreniyoruz. Yani “Eşi, benzeri bulunmayan büyük
Ayasofya!” Yaşayan Ayasofya, bize
değerlerimizi hatırlatıp içimizdeki Ayasofya inancını diri kılıyor. Ulu mabedi
sevenler, bu eserle ona daha çok bağlanacak! Sözü, Şairler Sultanımızın
sözleriyle bağlayalım: “Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de
madde senfonisi; sadece mâna, yalnız mâna…”