Yaşanan İslam değil (!)
Aslında sürekli farklı platformlarda dile getiriliyor ama bugünlerde sosyal medyada da sıklıkla söylenen bir cümle var: “İslam bu değil.” Ya da “toplumda yaşanan İslam değil.” Böyle bir cümle, bir yandan toplumda yaşanan hayatın kesinlikle islama tekabül etmediğini belirtirken, öte yandan ideal bir İslam’a da referansta bulunuyor. Peki bu doğru mudur?
Dinler ve ideolojiler ortaya aynı zamanda bir yaşam tarzı koyarlar. Ya da onların teorileri gündelik yaşamda deneyimlenir. Liberalizm, sosyalizm, İslam, Hıristiyanlık bu açıdan deneyimlenen ideoloji ve dinlerden sadece bir kaçıdır. Herkes kendi dini ve ideolojisinin en ideal yaşam tarzını sunduğunu ve insanı mutlu edeceğini savunmaktadır. Bunu anlamak mümkün. Fakat deneyimlenen yaşam tarzının referansına aidiyetini inkar etmek pek akla ve gerçeklere uygun görünmüyor.
Şimdi şöyle düşünelim: Liberallere Amerika ve Avrupa’daki bazı devletleri örnek göstererek liberalizmi eleştirsek, onlar da “ama liberalizm bu değil” diyebilirler. Yine sosyalistlere geçmişte Sovyet Rusya deneyimini örnek versek, “ama sosyalizm bu değil” diyebilirler. Hıristiyanlara Ortaçağ’ı hatırlatsak, “bu gerçek Hıristiyanlık değil” diyebilirler. İslam dünyasının halini örnek gösterdiğimizde ise hemen, “ama bu İslam değil” demektedirler. Bu sözlerin bir gerçekliği olabilir mi? Tabii ki hayır.
Liberalizmi hiçbir liberal tek başına temsil etmez, ama liberal bir ülkenin tecrübesi libralizmin bir deneyimlenmesi ve temsilidir. Hiçbir sosyalist tek başına sosyalizmi temsil etmez, ama sosyalizmin bir ülkede tecrübesi orada sosyalizmin bir temsilidir. Aynı şekilde hiçbir Müslüman tek başına İslam’ı temsil edemez, ama Müslüman ülkelerde yaşanan İslam’ın bir temsilidir. Aksini iddia etmek, söz gelimi; İslam’ın Müslüman toplumlarda külliyen yanlış anlaşıldığı, toplumda İslam’a dair hiçbir unsurun bulunmadığı anlamına gelir. Bu, hermenötiği de anlamsızlaştıran tavır maalesef toplumda karşılık da bulmaktadır.
Burada birkaç türlü sorun kendisini göstermektedir. Birincisi, Müslümanların gerçekliklerle karşılaşma cesaretinin olmadığı anlamına gelir. Halbuki sorunlar, gerçekliği inkar ederek değil, onunla yüzleşilerek halledilebilir. Bize “bu yaşanan İslam değil” diyenler, İslam’ın muhayyel bir gelecekte Levh-i Mahfuz’dan bir seferde ineceğini falan mı düşünüyorlar acaba? Bu zihin dünyası, tarih, sosyoloji, felsefe, kültür vb. e bütünüyle yabancı durmaktadır.
Şu gerçeğin cesaretle kabul edilmesi gerekiyor. İslam dünyası kendi içerisinde gerilim yaşıyor. Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, eğitsel vb. krizlerle kendisini gösteriyor. Bütün bu krizlerin üstesinden nasıl gelineceğine dair samimiyetle, istekle ve ciddiyetle uğraşılması gerekiyor. Bunun içinden “yaşanan İslam bu değil” deyip tarihe kaçmakla çıkamayız.
İkinci önemli problem şudur: Bu zihniyet İslam’ın sağlıklı bir şekilde deneyimlenmesini sürekli muhayyel bir geleceğe ertelemekte ve problemli tavırlar üretmektedir. Bir başka deyişle, “İslam gelecek ve bütün dertler bitecek” kolaycılığıyla, bugün Müslümanlara düşen sorumluluklar ertelenebilmektedir. Halbuki sorunların üstesinden gelmek için “hemen” ve “şimdi” deneyimlenmesi; önce kendi sorumluluklarının yerine getirilmesi gerekir.
Bir de Müslümanların kendi zafiyetlerini kendi çabalarıyla aşmak yerine, sürekli faturayı bir başkasına kesme alışkanlığından vazgeçmesi gerekiyor. “Bizi bıraksalardı, daha iyi olacaktık” söylemi, uzun vadede iş yapmamanın, bir özne olmamanın sığınağı ve mazereti haline geliveriyor. Bilinmelidir ki, bizi bu zamana kadar bırakmadılar ve bundan sonra da bırakmayacaklar. Önemli olan biz ne yapıyoruz?