Yaşamak sanatı
Herşey
bir yana, bütün tanımlardan, çerçevelerin kırığından yol bulup uzaklaştığımızda
bir insan tekinin kendi düşünce ve duygularını, düzeyi ne olursa olsun düşüş ve
çıkışlardaki coşkunluklarını, nevi şahsına münhasır maneviyat yolculuklarını da
sanat olarak nitelendirebiliriz. Sanat yaşamın bir parçası ise, o parçayı
oluştururken ki özenimizi olabildiğince yaşamımıza yaydığımızda o yaşamın
kendince sanat olma ihtimali daima var.
Sanatın
tarihi aslında insanın hayatının da sanat oluşuna dair veriler veriyor bu
yüzden. Fark edilmiş ya da fark edilmemiş olsun bu tabii yarış alanında her
insan kendine has ifade yolları aramış durmuştur.“Bu ifade biçimimi nasıl daha güçlü
ve güzel kılarım?” demiş durmuştur.
Bir
şeyler yapabilmek, o şeylerin yararlı olması gerektiği kadar sanatsal olma
şartını da içinde taşıyabilmiştir. Yararlı olmak gelişigüzelliğe neden mahkum
edilsin ve neden güzel, estetik olmakla çelişsin… Giderek her şey derme çatma
olmaktan,sadece yarar içeren araç ve gereç olmaktan, yani“gelişigüzellikten”
çıkmış daha teknik, daha estetik olma yoluna, daha “güzel gelişli” olmaya
koyulmuştur.
Düşünürsek
her şey önce bir hayal üstüne kurulmuştur. O hayal kurulur veya kırılır, o
önemli değil. İnsanın çok farklı yollarla kendini ifade edişi, hayat ve sanat
çeşitliliğinin bin bir çeşit dilde ve anlamda var olmasına karşılık geliyor.
Hepsinin içinde bir kabiliyet, bir gönül, el dil yatkınlığı, ilhamlar,
esintiler ve kimi zaman bir deha var. Günlük yazabilmekle öykü hatta şiir
yazabilmek arasında veya video içerik üretme ile kısa film çekmek arasında
sanat olma ile olmama arasındaki fark görülebilir. Fakat aynı zamanda hepsinin
gelişigüzel, güzel gelişli, ilkel ya da mükemmel gibi farklı düzeylerde de olsa
bir sanat olabilme ihtimali de düşünülebilir.
Herhangi
bir alt üretime “bu sanat değil” demenin hem durdurucu, geri döndürücü, gerisin
geriye kovuğa kovan hem de “daha iyisini yapmalısın, sanata ulaşmak için daha
özgün çabalar harcamalısın” gibi çatallaşan bir alt metni var. O yüzden,
başlangıçta zanaata sanat olarak bakılmış olmasının zanaatı sanat olmaya davet
ettiğini düşünürüm. Üretilenlere estetiğin de gözle görülür derecede eşlik
edişi… Bu belki estetiğin ihmale gelmemesi gereken en üst yarar düzeyi olduğunu
da ilham ediyor. Gündelik hayatta da öyle olmaz mı? Çok yararlı, gündelik
kullandığımız herhangi bir aletin estetik üretilmiş olanını tercih ederiz.
Estetik olma güzelliği kılcal özgünlükle iyice pekiştirir. Biricikliği ve özen
duygusunu tekrarlarken haz verir. Üretenin objeyi üretirken ki estetik
titizliği kullanım esnasında kullanıcıya da özeni telkin eder. Bir şey bazen kullanışlı
olmasa da sırf estetik haz verdiği için kullanımında ısrar edilir. Öte yandan
sadece estetik yanıyla ortada kalan, kullanım dışına itilen ve sadece göze haz
verdiği için atılamayan, yaşam alanımızı müzeye de dönüştüren nesneler vardır.
Yarar esastır. Fakat yararlı olanın estetik olması onun yarar düzeyini
yükseltir.
Yaşamın
kendisinin de güzelleşmesini sağlar. Var oluşun eksik yanlarını kapatır.
Boşluklarını doldurur.
Doğrusu
herkesin, kendi yaşamının yolunda “işte ben şimdi yeniden ve bir daha doğuyorum,
işte ben var oluyorum, bir daha, bir daha var oluyorum” duygusunu yaşatacak
şekilde üretmesinin, yararlıyı ve güzeli üreterek ilerlemesinin, daima
ilerlemesinin hiçbir sakıncası olamaz. Olsa olsa hayat yükselir ve dünya
kazanır bundan. İnsanlık mesut olur. Fakat zaten“daha iyisini arayanlar” daha
ileri yollara düşecek, zorlu tepelere tırmanacak ve gösterdikleri sanatsal
direnç kadar sanatçı olabileceklerdir.
Herkes
kendince sanatçı olabilir. Bu sanıldığı kadar büyük bir iddia değil, bir umut...
Yaşam kalitesini yükseltmekle uğraşırken insanın huzura ereceğini iddia edebiliriz.
Öyle ya insan kaliteyi artırırken, o süreçte ya da artırdıkça, sonuç olarak
huzura erer. Cennet denilen o bahçe mutlak huzur bahçesi değil midir? İşte
hayatı sanat kılmak o bahçeyi özene bezene işlemek gibidir. Herkesin
yaratıldığı toprağını bellemesi,gökçekimiyle havalandırması, güneşi yağmuruyla
yerini, yurdunu gökle bir etmesi ve o bahçede varoluşuna dair bir çubuk, bir
ağaç, bir zanaat, bir sanat dikmesinin kime ne zararı olabilir?!
Yoksa “Herkes
sanatçı olamaz, olmamalı!”nın ardında sanatı tekeline almak ve kıskançlık mı
var? Ki zaten doğal olarak herkes herkes olamayacaksa bu telaş nedir? Zaten
asıl mesele de olmak veya olmamaktan çok olmaya çaba harcamak ve süreçse… Mesele
kapanmış olmalıdır.
Çoğumuz
kendine zanaatçı, kendine sanatçıdır. Mesele iyiden iyiye kapanmıştır.
Fakat
bazı sanatçılar herkes için sanatçı olma yoluna düşer. Bu onlara verili, tıpkı
diğerlerinin doğal cebine gizlice ve çok önceden konmuş özel, farklı güçler,
genetik armağanlar gibidir. Bir de yanına akademik, teknik donanımlar
konduğunda o güç, us ile uçabilecek bir yılkı tadında kişnemelere başlar.
Ardından dokuz nala bir rüzgarla kendi ufkunda soluğu alması işten bile
değildir.
Fakat
işte önceden verilmiş o “gizli harçlık” bütün insanlığa sunulmak üzere,
evrensel kılınmak üzere bir sanat olmasına yönelik tanrısal bir katkı, ilahi
bir ricadır. Rica diyorum çünkü Tanrı kadar nazik bir başka sanatkâr
görmedim…Sanatkarlar şahı!
Tanrı
herkese açıklığını ve cömertliğini bu defa özel yetenek yüklediği o insan
üzerinden, sanatçı üzerinden ilan etmektedir. Mamafih şu an çocuklaştı ruhum ve
bana yüklenmiş yeteneğin çok küçük yaşlarda beni, O’nun adına elimden tutması
ve o yetenek üzerinden dolaylı olarak “Seni bu alanda görmek istiyorum!” diye
fısıldaması aklıma geldi. Kudret elini tutarak buraya geldim. Her şeye rağmen
olmam, bütün engelleri aşabilmem o eli bırakmayışımla alakalı…
Kitabın
herhangi bir noktasında aniden kişiselleşmemi anlayışla karşılamalısınız. Bu
aynı zamanda sizin de kendi içinize ve hayatınıza dönüp sizin de
kişiselleşmenizi, kendinizi arayıp bulunup gelmenizi sağlamak içindir de…