Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Nisan 2023

Yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz

“Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür.”

İnsanoğlu hatırladığı kadar da unutuyor. Unutmak bazen acılardan kurtulmak oluyor bazen de yaşadıklarından ders almamak. İyi olduğu kadar kötü yönleri de vardır unutmanın. Hatırası olmayanın hafızası yoktur. Unutmamız ve sürekli hatırımızda tutmamız gereken yaşadıklarımız olmalı. Bunun adı ders almaktır. Depremle yaşadıklarımız da böyle olmalıdır. Şimdi yaşadıklarımızdan ders alma vaktidir. Unutmayacağız!

Şubat soğuğunda yaşadığımız bu felaketi ve felaketin ağır sonuçlarının sebeplerini unutmayacağız. Şehirlerin nasıl imar edilmesi gerektiğini ve sağlam binaların nasıl ayakta kaldığını unutmayacağız. Malzemeden çalan müteahhidi, buna göz yuman yöneticileri, yetkilileri unutmayacağız. Yıkılan, yok olan, kaybolan hayatların hikâyesini asla unutmayacağız!

Unutmayalım! Bir babanın vefat eden ve beton yığınlarının altında kalan çocuğunun elini saatlerce tutuşunu nasıl unuturuz, unutabilir miyiz? Gözümüzün önünden çekilmesin o fotoğraf. İmar ve emlak işlerinin yürütüldüğü her kurumun girişine, hazin ve derin acıları iliklerimize kadar hissettiren babanın çaresizliğini gösteren o fotoğrafı asalım ve unutmayalım. Tapuların bir köşesine iliştirelim o fotoğrafı. Farz gibi vazifemiz olsun unutmamak. Ah, o çocuğun babasının avucunda gittikçe soğuyan küçücük eli… Unutmayalım!

Unutmayalım! Depremin sadece binaları ve şehirleri yıkmadığını gördük. Hatıralar, hayaller, hayatlar yıkılıyor. Geleneğimiz, kültürümüz, tarihimiz yok oluyor. Fotoğraf albümlerinin sayfalarında şimdi nice cansız bedenler kaldı. Meğer ömür ne çabuk geçiyormuş. Enkazlardan kurtardığımız canlarımız için dökülen sevinç gözyaşlarını, içimizi parçalayan ve yakıp kavuran çaresizliği unutmak mümkün mü? Şiirimizin ruhunu taşıyan Maraş’tan, bir kilimin desenleri gibi iç içe dokunan Hatay’dan, içli türkülerin yakıldığı Adıyaman’dan kalan ve boğazımızı yakan sessiz çığlığı unutabilir miyiz? Ve çocuk odalarının duvarlarına çizilen resimlerin solan ve dökülen renklerini, yarım kalan hayalleri, sahipsiz oyuncakları unutabilir miyiz? Beton yığınlarının arasında kalan kitapların mahzun yüzünü nasıl unutabiliriz?

Ne çok acıya ev sahipliği yapıyoruz. Kimi incittik, kimin kalbini kırdık, yetim hakkı mı yedik, nedir bunca acının ve felaketin sebebi? Başımıza gelenleri nasıl okumalı, nasıl ders almalıyız? Tefekkürümüz mü az, şükrümüz mü yetersiz? Cennet vatanımıza nazar mı değdi? Gayretullaha mı dokunduk? Zulümler ve adaletsizlikler karşısında lâkayt ve duygusuz mu kaldık, müteessir olmadık mı? Yüzleşme ve muhasebe zamanı geçiyor. Yoksa nedir ki musibetlerin sebebi? Mükâfat değilse bu cezanın hikmeti nedir? Bize değmeyen yılanı görmedik mi, umursamadık mı? Yalnız bıraktığımız ve unuttuğumuz mazlumların ahı mı çıkıyor? Komşudaki yangının bir gün bize de uğrayacağını düşünemedik mi? Nedir bunca gözyaşının sebebi? Şimdi kalbimize çivi gibi çakılan bu acıları unutabilir miyiz?

Bir kıssadan ibaret olan şu fâni dünyada nasibimize düşen hisse ayrılık oldu. Hüzne boyandı dünya. “Gökyüzünün başka rengi de varmış.” diyordu şair. Evet, şimdi gökyüzü hep siyah… Bugün daha yakınız her şeye. Ölüme, ayrılığa, sonsuzluğa yürüyoruz. Hatıratımızın siyah sayfası deprem. Ne olursa olsun kul yapısının ebedî kalamayacağını ve zamanı gelince yıkılacağını da gördük. Öyle ya insan kendini ne sanıyor, neyle kıyaslıyor kendini?

“Gelimli gidimli dünya, sonucu ölümlü dünya.” demişti Dede Korkut. Yaşadığımız depremin öğrettiği hakikati unutmak mümkün mü? Bir gün biz de gideceğiz. Ancak insanın insana yaptığı bu sahtekârlık ile iki kez ölerek gitmeyelim. Binlerce canımızı uğurladık. Ateş düştüğü yeri yakıyor, deseler de bu sefer hepimiz yandık. Yangını söndürmek, acıları dindirmek için tek yürek olma vakti. Ve şairin “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var” isimli şiirinde dediği gibi demeli ve bizi seveni ve öldüreni de unutmamalı: “Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle/ Çünkü acılar da sevinçler gibi olgunlaştırır insanı/Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına/Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı”