Yaşadığımız Çağ
Çağa vebal yüklemek için değil, durum tespitidir çağımıza yüklediğimiz günah. Dünyanın hastalandığını, gezegenimizin bir vakaya dönüştüğünü, dünyalının da bundan payını aldığını görmek için ilim ya da bilim insanı olmaya gerek yok. Kalubeladan beri her dönemin kendine göre tuhaflıkları, zorlukları olmuştur, amenna. Bilinen tarihi okuduğunuzda bunu görürsünüz. Yalnız son çağ, son yarım asır ve günümüze doğru gelindikçe aklın imtihanını zorlaştıran devrelere yaklaşıyorsunuz. Dilimizde klişe bir söz vardır: ‘‘benim şalterlerimi attırmayın’’, tam da böyle, dünyanın devreleri yanmış, kısa devre olmuş dünyaya ve dünyanın şalterleri atmış ve güneş aydınlatma görevini yapamıyor sadece sıcaklığını hissettiriyor; çünkü hastamız, yani dünya tedaviye cevap vermiyor, doğal olarak dünyalı da. Sözlerle ve sözcüklerle bunu tarif etmeye kaktığınızda muhakkak eksik kalacaktır. Her şeyin aslını bu biçim yitirdiği başka bir dönem olmamıştır. Neye dayansanız kayıp gidiyor elinizin altından, ayağınızın altından ve/veya gönlünüzün yanından kayıp gidiyor her şey. Kaygan çağ. İnsanın bilincini felç eden, insanın kalbini metalaştıran, insanın insanlığına dair ne kadar melekesi varsa hepsini toptan pasifize eden başka bir dönemin olduğu söylenemez. İnsanoğlunun kendi tabiatına muhalefet etmesi nasıl bir akla hizmettir. İnancın bu kadar konuşulduğu; ama inancı yaşama adına bu kadar içi boş bir dem olmuş mudur. İnançsızı bile neye inançsız, izaha muhtaç, biri yazmış: ‘‘arkadaşlarım ateist olduğuma inanmıyor; ama Allah biliyor ya bu bana yeter.’’ daha da bir şey diyemem.
Geriye doğru gidildiğinde en büyük savaşlarda bile günümüzdeki kitle imha silahlardan atılan silahların bir teki kadar can yitip gitmemiştir. ‘‘Korkunç’’ kelimesi artık yeterli değil. Canlı yayında, bir dakikada binlerce insanın ölümü tüm dünyaya izlettiriliyor ve kanımıza dokunan bir şey yok. ‘‘Kanım dondu’’ derdik eskiden, artık kanımız donmuyor. Yanı başımızda beş bin insan ölse kılımız kıpırdamıyor, ‘‘biz ne yapabiliriz’’ diyebilirsiniz, en azından kendimizi kurtarmak için harekete geçebiliriz, ta yangın gelip bize dayanıncaya kadar kılımız kıpırdamıyor. Kanımca artık savaşlara gerek kalmadı, çünkü elimizdeki akıllı telefon denilen ‘zenginleştirilmiş esrarla’ hepimizin beyin ölümü gerçekleşmiş; ama aramızda bunu fark eden kimse kalmadı. Ben de bu satırları çocukluğumdaki bilinçle yazıyorum, hani herkes hasta, bir tek ben kurtulmuşum edasında değilim.
“Komşuda pişer bize de düşer” artık yok, eski atasözleri yeniçağ için geçerli değil. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” fermanına hangi dindar uyuyor bir sorgulayalım mı. Artık hepimiz maddeye hizmet ediyoruz. Kabul edelim. En mütedeyyinimiz bile en azından bir daire, bir araba, bir de bankada birikmiş bir hesap biriktirmenin peşinde, telaşında, kaygısında, acısında, sancısında, savaşında. (Zenginlik değil, şuursuzluk kötü.)
Aklım almıyor. İnsan kendi doğasına hangi ara bu kadar muhalefet etti. İnsan kendi fıtratına nasıl böyle savaş açmış. Eskiden bir tek kişi cinsiyet sorunu yaşasa, bütün toplum bir ömür bu durumu konuşur, yadırgar ya da değerlendirirdi; ama şimdi cinsiyet sorunu yaşayan birine kitleler reyini veriyor ve “bu bizim temsilcimiz” diyor, daha da fenası ne biliyor musunuz, “2bizden daha dindarı yok” diyenlerin bu gaflete köle olup bu tip insanlara oyunu vermesi, bu durum sizi şaşırtmıyor mu. Acaba yaşadığımız çağ da mı cinsiyet sorunu yaşıyor ne!
İşin daha da acısı, umurumuzda bile değil yaşadıklarımız, yaşattırıldıklarımız. Çocuklarımız cips oburu, bilgisayar kamburu. Ebeveynler evlatla muhabbete hasret, diyeceğim ama artık yaşlı başlı insanlar bile kendini “sanal çağa” daha fena kaptırmış. Biri yazmış: ‘‘geçen bizim evde elektrikler kesildi, bizimkilerle konuştuk, iyi insanlardı yav” komedi değil bu, trajedi.
“Biliyor musunuz ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle nefret ettim” Diyor ya merhum Cahit Zarifoğlu, gün geçtikçe daha çok tanım oluyor yaşadığımız çağın yaralarına.
Herkesten ve her şeyden çok kendimize eğilmeli evvela, kendimizi vaka olarak görüp hastalığımıza çareler aramalı. Sorun da şu ki. Kimse üstüne alınmıyor, hiç kimse bu virüse kapıldığını kabul etmiyor… Oysaki hepimiz kıyısından, köşesinden, merkezinden kapılmışız Yaşadığımız Çağ’ın vahşet, nefret ve kaybolmuşluk hastalığına… Müsebbibi insandır bütün yaşanmışlıkların…