Yaşa, yaşa, yaşa!
Yaşamak üzerine odaklaşmak zordur. Yaşamı
sahiden dolu dolu, duyumsayarak ve doyumsayarak yaşamak gerçekten zordur. En
keyifli, verimli ve yaratıcı olan tecrübe, yaşama tecrübesidir. Doluluk, doyum
ve duyumsamak, hayatın zevkini, hazzını ve
keyfini arttırır. Hayatı derinliğine, çoğul, açık ve keyifli yaşamanın
yolu, yaşama odaklanmaktır. Hayatla parçalı, gelişigüzel ve vurdumduymaz kurulan ilişkiler, aslında
hayatı ıskalamamıza neden olmaktadır. Hayatı bütün olarak yaşadığımızı sanırız,
ancak çoğu zaman yaşadığımız tecrübelerin birkaç küçük ayrıntısına saplanıp
kalırız. Düşüncelerimizin, düşlerimizin ve davranışlarımızın odağında çoğu
zaman birkaç küçük detay bulunur.
Hayat, tek bir metin gibi okunamaz,
anlaşılamaz ve yaşanamaz. Hayat, yaşadığımız sürece her an oluşturduğumuz metinler serisinden
ibarettir. Felsefe, bilim, sanat, şiir, tutku, inanç, müzik, yiyecek ve
giyecek, din, mitoloji ve her türlü faaliyetimiz, aslında sürekli kurguladığımız,
yeniden hikayelendirdiğimiz yapımlarımızdır. Hiçbir kurgusal yapımımızı, mutlak
hakikat olarak sanma yanılgısına düşmemeliyiz. Felsefi, bilimsel, sanatsal,
dinsel, ahlaki, edebi, müziksel dahil olmak üzere bütün yapımlarımız, kendimizi
yeniden hikayelendirme süreçlerinde kurguladığımız anlık veya bölümsel
inşalardır. Kendi yapımlarımızı anlık inşaların ötesinde mutlak gerçeklik statüsüne yükseltme yanılgısına düşmemizin bedeli, hayatın
tadının tuzunun kaçması, donmuşluğu yaşamak sanarak hayatımızı boşa harcamak gibi
ağır bir bedeli ödememize neden olmaktadır.
İlişkiler, inançlar, değerler, kurumlar ve
kurallar, yaşamak için değilde sanki ölmeyi ve donmayı yüceltmek üzere
kurgulanmış gibidirler.Dünyayı kötüleyen, bedeni hiçleştiren, hayatını hep yanılsamalar uğruna feda etmeyi
buyuran yıkıcı, yakıcı ve öldürücü
sayısız kimlikle, kurguyla ve yanılsamayla kuşatılmış durumdayız.İlişkilerimiz,
inançlarımız, değerlerimiz ve kurallarımız
hiçbir şekilde hayata göndermede
bulunmamaktadır. Yaşamanın hallerinden ziyade
ölmeden ölmenin, donuklaşmanın ve taşlaşmanın hallerini anlatan, buyuran
ve dayatan geniş inançlar, kimlikler, hurafeler ve kurallar ağı etrafımızda
oluşturulmuştur. Hayatımızda sahici anlamda yaşam üzerine düşler kurmuyor,
düşünmüyor, duymuyor, duyumsamıyor ve davranmıyoruz. Ölüm, bizi hayata,
sevgiliye, umuda ve tutkuya götürmüyor. Hiçbir ölüm anı, sevgiliye kavuşma
coşkusuyla gerçekleşen bir düğün değildir. Düğün, dolu dolu yaşanan hayatın her anıdır. Ölümü, düğün olarak
yüceltmek, aslında nekrofil bir kültürün meşrulaştırılmasından,
kurumsallaştırılmasından ve kalıcılaştırılmasından başka bir şey değildir.
Hayat yerine ölümü, sevgiye, umuda ve mutluluğa giden yol olarak sunan ve
mistisize eden bütün yaklaşımlar, aslında hayata, insana ve doğaya dair herşeyi
inkar ve iptal etmektedirler.
Hayata yoğunlaşmak için benden yaşama doğru
bir yolun var edilmesi gerekmektedir. Benden hayata, hayattan bene doğru bir
düş, düşünce, duyumsama, tatma ve duyum salıncağı var edilmelidir. Benin
sallandığı bir hayat salıncağının varolması, insanın sahip olabileceği en büyük
imkandır. Ben, varlığın, varoluşun ve hayatın yolunu açan, yapan ve
oluşturandır. Hayat ise, beni inşa eden
her şeydir. Ben kelimesi ile her şey başlamalı, hayatla her şey devam
etmelidir. Felsefeyi, sanatı, bilimi, müziği, mitolojiyi, maneviyatı, şiiri
yapmaya ve yazmaya götüren yol ben ve hayat olmalıdır. Ben ve hayat yolu, hemen
hızlı bir şekilde hazırlanmıyor. Benin ve hayatın yolunun hazırlanması, sevgi,
emek, umut, aşk ve azim istiyor. Ben ve hayat yolunun inşasında en doğruların
olduğuna inanmaya ve doğru olduğu sanılan yanılsamalara teslim olmaya gerek
yoktur. Doğru diye hayatın hazzını ve çeşitliliğini ıskalamak yerine yaşamı yaşamakla meşgul olmak için tam zamanlı ve varoluşsal
işlevsellik ölçüsünde seferber olmanın kendisi önemlidir.
Yaşamanın yoğunluğu, tadı, anlamları, uçları,
sınırları, çelişkileri, inişleri çıkışları sürekli olarak değişmektedir. Hayatın
güzelliği, diriliği, ahengi, hazzı, huzuru veya huzursuzluğu, hayata teslim
olmaya değil, hayatı sorgulamayı zorunlu kılmaktadır. Hayat, bizi teslim almaya
hazır beklememektedir. Biz, bir anda kurguladığımız tek bir hayat formuna
teslim olmak şeklinde baştan çıkarıcı bir yönelim içindeyiz. Hayatın bizden
murat ettiği bir şey olmadığı gibi, hayatı tek bir çerçeveye hapsetmeye de gerek
yoktur. Hayatın doğrusal bir anlamı veya odağı yoktur. Ben, hayat
dalgalanmasının aktörüdür. Ben, hayatın dalgalanması için yaşamaya ihtiyaç
duymaktadır. Hayatın dalgalanması içinde yaşam yolunu bulmaya benin aklı, düşüncesi, bilgisi ve birikimi
yeterlidir. Yaşam yolunu bulması için bene güvenmek lazımdır. Hayatın
dalgalanması karşısında benimize güvensizlik yerine, bene güvenmeyi
öğrenmeliyiz.