''Yarın Öğretmen olacağım…''
Henüz kirlenmemiş çocukluk duygularıyla, tüm masumiyetiyle bakıyordu dünyaya, hayata… Okul; onun için bilgiden, eğitimden öte çok derin anlamlar ifade ediyordu. Kendini en mutlu hissettiği yer okuldu, sınıftı, öğrenci arkadaşları ve öğretmenlerinin yanıydı. Arkadaşlarına kardeş, öğretmenlerine anne ve baba nazarıyla bakıyor, aynı sıcaklığı, sevgiyi onlarla da hissediyordu.
Hep çocuk kalacak, hiç büyümeyecek ve dolayısıyla gittikçe kirlenen dünyadan hiç nasibini almayacak gibi koşuyor, eğleniyor, vakit geçiriyordu. Diğer insanlar gibi zaman geçtikçe büyüyeceğini, büyüdükçe kirleneceğini ve tüm masumiyetini gün be gün kaybedeceğini bilmiyordu. Oyunlar oynuyor, şakalaşıyor, gülüyor, eğleniyor çocukluğun tadını çıkartıyordu. Seven ve sevilen bir çocuktu o. Öğretmenleri tarafından örnek gösterilen, öğrenci arkadaşları tarafından takdir edilen bir öğrencilik hayatı yaşıyordu.
Mavi önlüğünü giyerken takım elbise giymiş, beyaz önlüğünü takar iken kravat takmış gibi bir mutluğa sahip oluyordu. Onun için mavi önlük ‘okul kıyafeti’ olmaktan öte çok daha derin anlamlar yüklüydü. Mavi önlük öğretmene yakınlıktı, sevgiydi, sıcaklıktı, içten gelen bir tebessümdü. Beyaz yakalı olmak fiyakalı olmaktı. Kendini onurlu ve gururlu hissetmekti.
Mavi önlüğünü giyip ütülü beyaz yakasını takınca takımlarını giyip kravatını takan bir öğretmen edasına bürünüyordu. Yürüyüşü, duruşu, bakışları, tarzı, hatta huyu ve karakteri ile artık öğretmenlerine benzemeye başlıyordu. Çocuk demek, iyi bir gözlemci demek olduğundan öğretmenlerini iyice gözlemliyor, adımlarını onlar gibi atıyor, ses tonunu onlar gibi çıkarmaya çalışıyor, arkadaşlarına öğretmenleri gibi şefkatli ve merhametli davranmaya çalışıyordu. Öğretmenlerinde gördüğü tüm güzellikleri kendi hayatına nakşetmeye gayret gösteriyordu.
Bir gün sınıfta kapı çaldı, içeri giren müdür muavini ertesi gün öğrencilerin teker teker öğretmen masasına oturup hatıra fotoğrafı çektireceğini söylemesiyle minik yüreğini büyük bir heyecan kaplamıştı. Kutsadığı, yüce gördüğü öğretmenin oturduğu masaya oturacak ve resim çektirecekti. Muazzam bir şekilde büyülenmişti. Gün boyu aklında nasıl bir poz vereceğini düşünmekle geçirdi. Evde hiç yerinde durmadı. Anne ve babasına sürekli “Yarın ben öğretmen olacağım. Fotoğrafımı çekecekler” deyip durdu.
Yüreğindeki heyecandan gece boyu gözüne uyku girmedi. Sürekli yataktan kalkıp evdeki masanın başına geçip öğretmen pozları vermeye başladı. Masa başında uykuya yenik düşmüştü. Sabah uykusuz bir şekilde kahvaltısını yapıp okula gitti. Teker teker masanın başına geçip hatıra fotoğrafı çekmeye başlandı. Sıra o minik yavruya gelmişti. En çok sevdiği, değer verdiği, kendisine en çok ilgi gösteren ve seven Turhan öğretmeninin oturduğu masanın başına geçerken heyecandan kalbi duracak gibiydi. Dik durdu, eline kırmızı kalemini aldı, tıpkı öğretmeni gibi sıcak bakışlarıyla kameraya baktı. O gün tıpkı öğretmeni gibi eğitimci olmaya karar verdi. Ve çekilen fotoğrafı yıllar boyu saklamaya…
Aradan on yıllar geçti. Artık o çocuk büyümüş, kocaman bir adam olmuştu. Bir gün Ankara’da, Başkent’te yolu masasına oturup fotoğraf çektirdiği ilkokul öğretmeni ile kesişti. Oturdular, iki eğitimci olarak baş başa yemek yediler. Sohbet ettiler. Dertleştiler. Geçmişi yad ettiler. Ölümsüzleştirmek adına o günü de bir kareyle fotoğrafını çektiler. Birinde yıllar sonra öğretmeni ile oturup yemek yemenin heyecanı, diğerinde ise bir Eğitimci-Yazar yetiştirmenin haklı gururu vardı.
O heyecanın, mutluluğun, gururun tüm öğretmenlere nasip olması dileği ile…