Yargı reformu 3
Son iki yazımızda yargının 3 sacayağından 2 si olan savcılık ve avukatlık mesleğinin nasıl olması gerektiği üzerinde durmuştuk. Bugün hakimlik mesleği üzerine görüşlerimizi belirtmek istiyoruz.
Bizim uygulamamızda hakimlik, hukuk fakültesi mezunlarının sınava tabi tutulup, 2 yıl kadar süren staj sonrası çektikleri kurada hakim olarak atanmaları ile başlayan bir meslektir. Bu kuradan savcı olarak ta çıkabilirler. Öncelikle bu kuranın, şanstan çıkartılarak bilinçli bir seçim haline getirilmesi, hakimlik ve savcılık mesleğinin sınav usulünün ve staj şeklinin değiştirilmesi gerekmektedir.
Diğer önemli bir hususta belli bir süre avukatlık yapmamış bir kişinin hakimlik yapmasının önüne geçilmelidir. Zira hayatın gerçeklerini tanımamış devletin o soğuk yüzü ile karşılaşmamış, kişilerin aralarındaki ilişkileri görmemiş hayatı okulda geçmiş bir kişinin 24-25 yaşında hakim olması ve kişiler arasında sorun teşkil eden konularda çözüm üretmesini beklemek öncelikle o kişiye haksızlık olacaktır.
Hakimlik için asgari bir yaş haddinin de getirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. 30 yaşından önce hakimlik yapılmamalı. Yaşın verdiği olgunluk başka bir meslekte geçen belli bir deneyim hakimlere daha geniş bir bakış açısı kazandıracaktır.
Türkiye şu anki sistemde 5 bölgeye ayrılmış olup hakimler bu bölgelerde çalışarak 1. bölge denilen Ankara, İstanbul, İzmir gibi şehirlere gelmektedirler. Hakimlik mesleğinde bulunan kişiler için özellikle 4. ve 5. bölgeler bir an evvel kurtulmak istedikleri az nüfuslu kırsaldaki ilçelerdir. Devletin adaleti her yere taşıması gerekmektedir. Bu nedenle bu sistemin değiştirilmesi bölge sayısının artırılması veya bazı yerlerdeki adliyelerin kapatılması yollarından bir tanesi seçilebilir. Daha fazla bölge oluşturularak nüfusun az olduğu bu yerlerde görev süresi aynı kalmakla birlikte il merkezlerinde ve belli nüfusun üzerindeki yerlerde görev süresinin en az 5 yıl olması gerekmektedir. Bu sayede bir yerde göreve başlayan hakim en azından o bölgeye alışma, davalarını başlayıp bitirme imkanına, orada bulunan kişilerde davalarına bakmaya başlayan hakimin davanın sonunu görmesi ile daha kısa sürede neticeye kavuşurlar. Yargılamanın adil olduğu noktasındaki algıda oluşmuş olur. Bir davaya bakmaya başlayan hakimin başka bitiren hakimin başka olması psikolojik olarak o dava sahibi açısından sorun oluşturmaktadır.
En önemli konulardan bir tanesi de hakimlerin ceza veya hukuk ayrımı yapılmadan görevlendirilmeleridir. Bunun kesinlikle önüne geçilmeli hakimlerde de uzmanlaşma getirilmelidir. Bir hakim mesleğe başlarken ceza hakimi yada hukuk hakimi olarak başlamalı ve mesleği o şekilde bitirmelidir. Bu nedenle farklı dalların hakimliklerinin de sınavları farklı olmalıdır. Bu yapılamıyor ise en azından mesleğin 5. yılında bu seçimin yapılması ve bundan sonra değişmemesi gerekmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz esaslı birkaç değişiklik dahi davaların sürelerinin azalması, uzmanlık geleceği için daha isabetli kararların ortaya çıkmasını sağlaması noktasında mevcut sorunların büyük ölçüde çözülmesini sağlayacaktır.
İdare mahkemelerinde bulunan idari hakimler konusunda ise bizim bakış açımız bu mahkemelerin kapatılması, Danıştayın da kapatılması buradaki siyasal mezunu hakimlerinde bundan sonra alınmaması hakimlerin sadece hukuk fakültesi mezunlarından olması yönünde. Tüketici Mahkemesi, Aile Mahkemesi gibi İdare Mahkemeleri de Asliye Hukuk Mahkemelerinin bu ihtisaslaşmış hali ile görev yapmalıdırlar. İdari Yargılama Usul Kanunu da kaldırılarak devlete ayrı kişilere ayrı usul kurallarının uygulanmasının önüne geçilmelidir.
Ana hatlarını vermeye çalıştığımız ve hepsi birbirine bağlı olan ve bir sistem olarak benimsendiği takdirde yargıdaki sorunların çözümüne katkısının olacağını düşündüğümüz bu önerilerin hayata geçmesinin yaşadığımız sorunların çözümü olabileceğini düşünmekteyiz. Aksi takdirde uzun tutukluluklar da, uzun yargılamalar da, adil yargılama yapılmadığına ilişkin algı da ortadan kalkmaz. Yargı konusunda mevcut uygulamaları değiştirmeden pansuman tedbirlere devam edilmesi sadece zaman kaybı olup kimseye fazla faydası bulunmamaktadır. Çok önemli olan bu alanda yeterli sayıda ve kalitede insan istihdamının yapılma mecburiyeti had safhadadır. Bu nedenle eksik olan kadrolarında maddi tutar hesabı yapılmadan derhal doldurulması gerekmektedir. Zira maddi olarak kaybın telafisi yapılabilmekte ancak adalet duygusu zedelenen bir toplumun yaşadığı travmanın giderilmesi çok zor olmaktadır.