Yardımlaşmak
Sosyal bir varlık olması hasebiyle insanlar, toplu halde yaşarlar ve birbirlerinin yardımına ihtiyaç duyarlar. Çalışarak elde ettiklerinden başkalarını faydalandırma, hayatı başta komşuları olmak üzere diğer insanlarla yardımlaşma ve dayanışma içinde sürdürürler. Tek başlarına üstesinden gelemeyecekleri işlerini ve ihtiyaçlarını yardımlaşarak karşılarlar
Resul-i Ekrem Efendimizin “Komşusu
açken tok yatan bizden değildir.” (Buhari, Edep, 12) prensibi
yardımlaşmanın temelini oluşturur. “Bir kimse kardeşine yardım ettiği
müddetçe Allah da ona yardımını sürdürür” (Müsned, II, 274) mealindeki
hadis yardımlaşmanın hem dinî değerine hem de toplumsal yararına işaret
etmektedir.
Haşr sûresinde (59/9) Mekke
muhacirlerine kucak açan Medineli Müslümanlardan söz edilirken, “Onlar
kendileri darlık içinde olsalar bile muhacirleri kendi öz canlarına tercih
ederler” buyurulmaktadır. Bu ayet, bir Müslümanın din kardeşini
gerektiğinde kendisine tercih etmesinin yüksek bir ahlâkî erdem olduğuna işaret
eder. Medineli ilk Müslümanların Kur’an’da ensar adıyla onurlandırılması ve
hatıralarının ebedîleştirilmesi de onların bu yardım severliklerinden
kaynaklanmıştır. “Sadaka her Müslümanın vazifesidir” ifadesiyle başlayan
bir hadis yardımlaşmayı tavsiye etmektedir.
Toplumsal hayat, devlet ve hukuk
gibi kurumlar yardımlaşma ihtiyacından doğmuştur. Fıtrî eksikliğinden dolayı
hemcinslerinden yardım bekleyen insanlar muhtaç olmadığını hissettiklerinde
doğası gereği azgınlaşırlar. Onları yatıştıran şey ise yetersizliklerini
hissetmeleridir. Eşit yetenek ve
imkânlara sahip olmayan insanlar yardıma muhtaç haldedirler. Farklı yetenek ve
imkânlara sahip olan insanlar birbirleriyle kaynaşma ve dayanışma içinde
bulunarak hem eksikliklerini giderir hem de sosyalleşirler. Bu durumları onlar
için Allah’ın bir lütfudur. Çünkü insanlar hayatlarını sürdürebilmeleri için
yardımlaşmak zorundadırlar. İşte bütün bu ihtiyaçlar insanlar arasında sosyal
dayanışma ve yardımlaşmayı ihdas edecektir. Peygamberimiz (s.a.v.) “Kim
Müslüman kardeşine yardım eder ve onun ihtiyacını karşılarsa; Allah da ona
yardım eder; Kim Müslümanın bir sıkıntısını giderirse; Allah da kıyamet gününde
onun sıkıntısından birini giderir” ( Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 58.)
buyurmuştur. Çünkü Allah’ın kullarına faydalı olacak işler yapmak da büyük bir
ibadettir. Nitekim “Bütün insanlar Allah’ın ailesidir, insanların en
hayırlısı Allah’ın ailesine en çok faydası dokunandır” anlamındaki hadis yardımlaşmaya
işaret etmektedir. Resûlullah, “Müminler aralarındaki ilişkiler bakımından
taşları birbirine kenetlenmiş binaya benzer” demiş, ardından bunu iki
elinin parmaklarını birbirine kenetleyerek göstermiştir.
Herkes gücü ve yeterliliği
nispetinde yardım etmelidir. Âlim bilgisiyle, zengin malıyla başkasına yardım
eder. İslâm’da temel prensip öncelikle herkes kendi ihtiyacını yine kendi imkânlarıyla
karşılamaya çalışması, başkasının eline bakmamasıdır. Onurlu duruş da budur. Yardım
eden kimse de yardımı karşılığında herhangi bir şey beklememelidir. Dinimizde muhtaçlara
yardım etmenin öncelikle onların yakınlarının görevleri arasında yer aldığı
belirtilir. Bir kutsî hadiste, “Yalnız benim rızam için birbirine yardım
edenler sevgimi hak etmiştir” buyurulur (Müsned, IV, 386). “Güçlü isen
gücünü zayıflara yardım için kullan ki bu senin sadakan olsun” manasındaki
hadiste de (Müsned, V, 154) bu husus görülmektedir.
İslâm’da zekât, sadaka-i fıtır,
kurban, nezir, karz, kefâret, vb. uygulamaların temel hedefi toplumda
yardımlaşmayı artırmak ve bunu kurumsal hale getirmektir. Başta vakıflar olmak
üzere bütün İslâm beldelerinde erken dönemlerden itibaren muhtaçlara hizmet
vermek amacıyla kurulan aşevleri, dârülacezeler, yetimler evi, imarethaneler,
hastahaneler gibi pek çok kurum ve kuruluşlar Müslümanların dayanışma ve yardımlaşma
ruhunu ortaya çıkaran hayır müesseseleridir.
“Allah’ım! Bizleri lütfunla
zengin kıl ve senden başkasına muhtaç eyleme” (Tirmizi, Daavat, 110)