Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.16
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
31 Ağustos 2022

Yarattığın kültürde mahsur kaldın

İnsanı diğer varlıklardan ayıran temel niteliklerinden birisi kültür yaratabilme kabiliyetidir. Nitekim insanı akıl ve irade boyutuyla diğer varlıklardan pozitif ayrıştırmanın bir sonucu da, bu nitelikleriyle de bir kültür yaratabilmesidir.

Kültür yaratımının bir boyutu insanın doğası ve temel ihtiyaçlarıyla ilintili olmasıdır. Nitekim barınma, beslenme, tehlikelerden korunma gibi ihtiyaçları insanın dünyadaki yaşam sürecinin başından bu yana giderilmeye çalışılmıştır. Bu ihtiyaçların giderilme yolları, tarzları ise kültürün yaratımını gündeme getirmektedir. İlk başlarda belki mağaralar üzerinden giderilen barınma ihtiyacı bugün sahip olunan evlerle kendisini göstermektedir. Fakat ev bugün sadece basit bir barınma ihtiyacının ötesinde, dış ve iç düzenlemeleri, boyaları, dolapları, içindeki mobilyalar ve eşyalar ile bir kültürü yansıtmaktadır.

Aynı şekilde insanın bir yerden bir yere ulaşımını sağlayan araçlar da tarihsel süreç içerisinde evrimleşmiş görünmektedir. Hayvanlar ile hayvanların çektiği araçların ardından motorlu taşıtlar bugün arabaların sadece ulaşım değil; bununla birlikte hız ve hazzın aracı olarak devreye girmiştir.Dijitalleşme ile birlikte insanın eşya ile ilişkisi daha bir girift hale gelmiş; eşyaya asli fonksiyonları dışında anlam ve roller yüklenmiştir. Tüm bunlar insanın birikimsel olarak ürettiği kültürün yaratmış olduğu formlar çerçevesinde gerçekleşmektedir.

Post/modern zamanlara gelindiğinde insanın önünde hareket alanını belirleyen bir kültür çevresi bulunmaktadır. Öyle ki insan bu kültürün izlek noktalarını takip ederek hayatını inşa edebilmektedir. İnsan ister istemez içinde yaşadığı kültürün bir çocuğu olarak bu kalıplardan tümüyle soyutlanarak hareket edemez. Bir başka deyişle, insan tarih ve kültürler üstü değildir. Mutlaka bir tarih ve kültüre değerek konuşmak durumundadır. Hatta modern zamanlarda insan ve kültür arasındaki ilişkiler söz konusu olduğunda, insanı pasif bir şekilde kültürün ürünü kabul eden yaklaşımlar eleştirilmiştir. İnsan ve kültür arasındaki dikotomide insanın aynı zamanda bir dünya ve kültürün yaratımını yapabilecek kudrette olduğu vurgulanmalıdır.

Buradaki en önemli sorunlardan birisi bu dikotomik ilişkide insanın özgürlüğü sorunudur. Çünkü insanın bir müddet sonra bu kültür tarafından belirlenmişliği ile hayatını sürdürmesi, onu dar bir çerçeve içerisinde mahsur bırakabilmektedir. Zira üretilen her bir kültür yeniden insanın üzerine dönerek onu çerçevelemektedir. Jean Paul Sartre özgürlükle ilgili bir konuşmasında ilginç bir noktaya değinir. O, herhangi bir konuda görüş belirtip yargı sunduktan sonra, o yargının bile daha sonra kendisini kısıtlaması durumundan bahsederek bunu özgürlük açısından sorunsallaştırmaktadır.

Bugün kültürün iki tür işleme biçimi insanı dar bir alanda mahsur bırakmaktadır. Birincisi, insan sade bir biçimde görebileceği ihtiyaçlarını hem çeşitlendirmiş hem de girift hale getirmiş bulunmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere sadece barınmak bile içindeki eşyalarıyla birlikte hayatı boyunca zor ödeyebileceği bir maliyete dönüşmüştür. “Sade”lik artık geride kalmıştır. Belki Diyojen’i burada hatırlamak faydalı olacaktır. Onun “lahana yıkamayı göze alsaydın, dalkavukluk yapmazdın” sözü ağır metal yaşamlar için insanı aslına rücu anlamı taşımaktadır. İkincisi, bu çeşitlenmiş ihtiyaçları bir kültürel kazanım olarak teşvik eden ve bunu büyük oranda gerçekliği saptırarak yapan bir küresel kültür var.

Kendi ördüğü ağların içinden çıkamayan örümcek (Ankebut) gibi, insan da kendi yarattığı kültürde mahsur kalmıştır. Ama hala “ihtiyaçlar sınırsızdır” gibi bir argümanı tekrar etmeye devam ediyor. Halbuki sınırsız olan insanın arzularıdır; ihtiyaçları değil.