Yarattığın kültürde mahsur kaldın
İnsanı diğer varlıklardan ayıran temel niteliklerinden birisi kültür yaratabilme kabiliyetidir. Nitekim insanı akıl ve irade boyutuyla diğer varlıklardan pozitif ayrıştırmanın bir sonucu da, bu nitelikleriyle de bir kültür yaratabilmesidir.
Kültür
yaratımının bir boyutu insanın doğası ve temel ihtiyaçlarıyla ilintili
olmasıdır. Nitekim barınma, beslenme, tehlikelerden korunma gibi ihtiyaçları
insanın dünyadaki yaşam sürecinin başından bu yana giderilmeye çalışılmıştır.
Bu ihtiyaçların giderilme yolları, tarzları ise kültürün yaratımını gündeme
getirmektedir. İlk başlarda belki mağaralar üzerinden giderilen barınma
ihtiyacı bugün sahip olunan evlerle kendisini göstermektedir. Fakat ev bugün
sadece basit bir barınma ihtiyacının ötesinde, dış ve iç düzenlemeleri,
boyaları, dolapları, içindeki mobilyalar ve eşyalar ile bir kültürü
yansıtmaktadır.
Aynı
şekilde insanın bir yerden bir yere ulaşımını sağlayan araçlar da tarihsel
süreç içerisinde evrimleşmiş görünmektedir. Hayvanlar ile hayvanların çektiği
araçların ardından motorlu taşıtlar bugün arabaların sadece ulaşım değil;
bununla birlikte hız ve hazzın aracı olarak devreye girmiştir.Dijitalleşme ile
birlikte insanın eşya ile ilişkisi daha bir girift hale gelmiş; eşyaya asli
fonksiyonları dışında anlam ve roller yüklenmiştir. Tüm bunlar insanın
birikimsel olarak ürettiği kültürün yaratmış olduğu formlar çerçevesinde
gerçekleşmektedir.
Post/modern
zamanlara gelindiğinde insanın önünde hareket alanını belirleyen bir kültür
çevresi bulunmaktadır. Öyle ki insan bu kültürün izlek noktalarını takip ederek
hayatını inşa edebilmektedir. İnsan ister istemez içinde yaşadığı kültürün bir
çocuğu olarak bu kalıplardan tümüyle soyutlanarak hareket edemez. Bir başka
deyişle, insan tarih ve kültürler üstü değildir. Mutlaka bir tarih ve kültüre
değerek konuşmak durumundadır. Hatta modern zamanlarda insan ve kültür arasındaki
ilişkiler söz konusu olduğunda, insanı pasif bir şekilde kültürün ürünü kabul
eden yaklaşımlar eleştirilmiştir. İnsan ve kültür arasındaki dikotomide insanın
aynı zamanda bir dünya ve kültürün yaratımını yapabilecek kudrette olduğu
vurgulanmalıdır.
Buradaki
en önemli sorunlardan birisi bu dikotomik ilişkide insanın özgürlüğü sorunudur.
Çünkü insanın bir müddet sonra bu kültür tarafından belirlenmişliği ile
hayatını sürdürmesi, onu dar bir çerçeve içerisinde mahsur bırakabilmektedir.
Zira üretilen her bir kültür yeniden insanın üzerine dönerek onu
çerçevelemektedir. Jean Paul Sartre özgürlükle ilgili bir konuşmasında ilginç
bir noktaya değinir. O, herhangi bir konuda görüş belirtip yargı sunduktan
sonra, o yargının bile daha sonra kendisini kısıtlaması durumundan bahsederek
bunu özgürlük açısından sorunsallaştırmaktadır.
Bugün
kültürün iki tür işleme biçimi insanı dar bir alanda mahsur bırakmaktadır.
Birincisi, insan sade bir biçimde görebileceği ihtiyaçlarını hem çeşitlendirmiş
hem de girift hale getirmiş bulunmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere sadece
barınmak bile içindeki eşyalarıyla birlikte hayatı boyunca zor ödeyebileceği
bir maliyete dönüşmüştür. “Sade”lik artık geride kalmıştır. Belki Diyojen’i
burada hatırlamak faydalı olacaktır. Onun “lahana yıkamayı göze alsaydın,
dalkavukluk yapmazdın” sözü ağır metal yaşamlar için insanı aslına rücu anlamı
taşımaktadır. İkincisi, bu çeşitlenmiş ihtiyaçları bir kültürel kazanım olarak
teşvik eden ve bunu büyük oranda gerçekliği saptırarak yapan bir küresel kültür
var.
Kendi
ördüğü ağların içinden çıkamayan örümcek (Ankebut) gibi, insan da kendi
yarattığı kültürde mahsur kalmıştır. Ama hala “ihtiyaçlar sınırsızdır” gibi bir
argümanı tekrar etmeye devam ediyor. Halbuki sınırsız olan insanın arzularıdır;
ihtiyaçları değil.