Dolar (USD)
35.17
Euro (EUR)
36.80
Gram Altın
2963.60
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Temmuz 2021

Yaralı ağacın söylediği

Canı sıkıldı, telefonunu karıştırdı, konuşabileceği herkesi aramıştı. Aramasını beklediği kişileri de yine en son kendisi aramıştı. Sıra onlarda, dedi ve telefonu bıraktı. En iyisi şehir dışına çıkmak, biraz temiz hava alayım, dedi ve öyle de yaptı.

Uzun süre olmuştu ağaçlarla konuşmayalı. Selam verip hâl hatır soracaktı. Yazdı, sıcaktı, bunaltıcı idi. Kaçacak yer asla cehennem sıcağıyla yanan tatil beldeleri olamazdı. Ormana, dağlara, köylere, derelere, yaylalara gitmek en iyisiydi, böyle geçirdi içinden. Dağ çilekleri mis gibi kokuyordu, tadı bir başkaydı. Önceki yıl topladığı dağ çileklerinin tadı damağında kalmıştı, kuzukulakları, mantarlar, çördükler… Hepsi de şehirden uzaktı ve tabii bir şekilde yetişiyordu. İnsandan uzak! Şimdi insandan uzak olan neye yakındı? Kafasını karıştırmak istemedi. Aklına koyduğunu yapıp dağlara, ağaçlara gitti.

Tozlu yollardan kıvrıla kıvrıla çıktı. Şehirden uzaklaştıkça hafifliyordu. Sanki bulutların üstüne çıkıyordu. Yerçekimi azalıyor gibi hafifliyordu, uçuyordu, ayakları yerden kesilmese de ruhu özgürleşiyordu. Bağlar bahçeler, tarlalar, çiçekler, ağaçlarla selamlaşıyordu. Kaybettiğini bulamasa da bulduklarının, karşılaştıklarının sevinciyle içi rahatlamıştı.

Her zaman söyleştiği ağacına selam verdi. Konuştular, ağacının gölgesine oturdu. Sırlarını açtı, dinlediğini biliyordu. Şimdi en çok gereken haslet. Sizi dinleyecek birisinin olması ne güzel! Samimi, dost ve sır tutacak, vefalı birisini bulabilmek çok zor. İşte ağacı sır tutan bir dost idi. Yıllanmış tecrübeler saklıyordu içinde. Ancak yaralı idi. Birileri tam da kalbine bıçak saplamıştı ağacının. Gözleri yaşardı ağacının. Başladı konuşmaya ağaç:

“Şu piknikçiler yok mu, keyiflerince eğlenip, gölgemizde oturup sonra da bizi yaralıyorlar. Çıra elde etmek için gövdemizi kesiyorlar. Ayakta öldürülüyoruz. Azar azar kesiyorlar, işkence değil mi? Kimileri ateş yakıyor gölgemizde, sonra da söndürmeden gidiyorlar. Kaç kez yandık, kaç kez kül olduk! Etrafa çöp atanlar da ayrı bir dert. Bir de çok bağırıp çığırıyorlar. Orman diye o kadar gürültü çıkarılır mı? Ormanın da sakinleri var. Her ağaçta bir yuva var. Kimi kuşlar tedirgin oluyor, yuvasını bırakıp kaçıyor. Kolay mı bir canlının yurdunu yuvasını bırakıp kaçması? Silah atanlar da tüm canlıları tedirgin ediyor, korkutuyor. Yeter artık!”

Ah, dertli ağacım, dedi. Güya ben sana derdimi dökecektim! Benim şikâyetçi olduğum insanlardan sen de şikâyetçisin. Anlıyorum seni. Belki de en büyük yanılgımız, dünyayı bizim sanmak ve pervasızca hareket etmek, dedi. Dedi ama ağaç çok üzgündü. Çünkü biricik dostunun gözlerindeki mahzunluk, yüreğindeki acı belliydi. Yüzünde beliren çizgilerden süzülüp akan yaşlara karışan sırları süzüp almak, dostunu o dertlerden arındırmak istiyordu heybetli ağaç. Bunun için birazcık da kendisini ziyarete gelen dostunun konuşturması gerekiyordu. Konuşturmak istedi de.

Masal ne yapıyor, dedi ağaç. Görüşüyor musunuz? Masal ile uzun süredir görüşemedik. Gökten düşen elmaları yemiştik. Meğerse o elmaları yememek gerekiyormuş, dedi. Evet, artık ne Masal vardı ne elmalar… Oysa buraları, ağaçları, bağları, henüz çiçek açmış asma ağaçlarını, ufukta kızıllaşan güneşi görmüştü. Ruhu gelmişti, gezmişti buralarda. Ne çok sevmişti ama şimdi derinlerde kalmıştı. Heybetli ve yaşlı ağaç kalbiyle dinlediği dostuna içini açtı, gel uyu, dedi. Bir kovuk vardı tam da gövdesinin ortasında. Rüzgâr tatlı tatlı ve serin serin eserken bir ağacın kovuğuna sığınmak huzur veriyordu. Kalbi yaralanan ağacın rüzgârlara karışan şarkılarını dinlerken uyumuştu dostu.