Yangın var
“Düşün
büyük burçlarla dolu göğü…
Hayal
et; vaad edilen o Günü!...
Ve
O her şeye tanıklık edenle, O'nun tarafından tanıklık edileni!...
Müminleri
alev alev yanan çukurlara atan, onların hayatlarını yakanlar, aslında yalnızca kendilerini yakıp yok ederler.” Buruc Sûresi,
1-5
Burçlarından, yüksek
kulelerinden, yüksek hayatlardan, borgues/burjuvanın da burjuvası olan
konforlarından, masum insanların ve halkların hayatlarını nasıl yakacaklarını
planlayan ve bunu zevk ve sefa ile sürdürdükleri hayatlarından izleyenler…
İlahi locadan izlendiklerini,
her cepheden onları delip geçen bir basiret kuşatması altında olduklarını
bilmiyorlar. “Madem Görüyor, neden müdahale etmiyor?” diye bir soruyla göğe
baka kalanlar da, özel bir süre ve daha çok insan inisiyatifine bırakılmış
alanda/dünyadaki kişisel ve toplumsal sorumluluklarını yeterince yapmamış ve
her şeyi Allah’tan bekleyenler olsa gerek…
Onlar da seyirdeler.
Kınamadalar. Yazı yazmada, sosyal medyada paylaşım yapmadalar. 50 yıldır en başta
Ortadoğu’nun ve diğer kimi coğrafyaların bir yangın yeri olmaktan çıkması için,
söndürülmesi için gerçekte yapılması gerekenleri yapmaktalar mı?
Ne yapmaktalar?
Ateşin dostları izliyor. Kin
ve nefretin/düşmanlık ve şiddetin yanlıları.
Bir takım sivil hayatları
yakıp yıkıp yok etmeye devam ediyorlar.
En başından çizilmiş istila
haritaları, herkese ayrı devlet teraneleri, toprak işgalleri, barışı
sağlamaktan sorumluymuş gibi dünyayı ayağa kaldırıp barış adı altında savaş
çıkardıkları ülkelere kukla yöneticileri yerleştirerek sömürü düzeni kurmalar…
Daha olmadı yurtlarından sürmeler. Masum hayatları, insanı, çocuğu ve yaşlıyı,
kediyi kuşu birer mülteci, sığınmacı olarak yeryüzünde oradan oraya savuranlar.
Dünyayı kendilerine ayırıp başkalarını sığıştırmaya, sıkıştırmaya, ortadan
kaldırmaya kurulmuş bencil robotlar. Kendi ülkelerine kabul etmeyip merhamet
ülkesinde üst üste yığılmalara uzaktan gülüp geçen ve bu hayatlarla alay
edenler.
En başta bundan zevk alan
siyasi yönetimler.
Bu duruma sebep olduğu halde
kendi yönetimlerine muhalif bir ses olmayan; “Bu konfor bize nereden geliyor,
haksız konfor, haksız sosyal devlet olmaz olsun!” demeyenler. Baskı ve tehditle
çalınarak kabartılmış küresel
cüzdanlardan kendilerine verilmiş haram harçlıkları sorgulamayanlar…
Sömürgelerden, aptallaştırılmış petrol zenginlerinden gelen kaynakların aslını
astarını, hesabını- kitabını süper babalarından sormayanlar…
Hepsi ateşin yakını… Masumların hayatlarının yakılmasında payı
olan insanlar.
Bitmedi:
Ve güllük gülistanlık, kır
çiçeklik-papatyalık güzelim barış ortamının tam göbeğinde bir insanın kendi
düşüncesi, kendi inancı- inançsızlığı, öz kendi seçimini özgürce yaşatmayanlar!
Başka hayatlara zarar
vermediği sürece yeterli bir özgürlük alanında kimseye nefes aldırmayan, huzur
vermeyerek yaşamları yakanlar!
Güzelim dünyayı, anıt
dağlarını, serili ovalarını, yaylasını, sahilini bir ateş çukuruna, bir yangın yerine
çevirenler…
Hepsi…
Sadece kendilerini yok
ediyor…
Masumu, mazlumuyla sivil halklar var oluş savaşını veriyorken, onlar “yokoluş sancısı”’ nı çekiyor. Kıvranıyorlar kibirden, kinden ve yakıcı öfkeden. Tam anlamıyla bir “yokolma savaşı” veriyorlar…
Bu durumda artık “varoluş
sancısı”nın yanına “yokoluş sancısı”nı da ekleyebiliriz.
Kendini gerçekleştirmenin yanına kendini yalanlama’yı da koyabiliriz.