Yalnızlık ve bireyselleşme
İçinde yaşadığımız zaman diliminde gerek problematik olarak gerekse yaklaşım ve düşünce olarak farklı platformlarda görünen bazı tartışma konuları vardır. İlkin, çözümlendiği zaman katmanlarını yakalayabileceğimiz çağdaş sorunların başında yalnızlık gelmektedir.
Gerek evlenme yaşının yüksekliği ve boşanma oranlarının artması, gerekse aile kurmaya olan ilginin azlığı vb. sebeplerle yalnızlık artan bir kategori haline geldi. Ancak bundan daha önemlisi ekonomik zorluklardan da öte insanlar arasında yalnızlığın hem bir trend olması hem de bir zihniyet ve yaşam biçiminin parçası haline gelmesidir.
Diğer yandan insan özgürlüğü de kendisini kısıtlayan bağlardan kurtulmak bağlamında çok boyutlu tartışma konusu olarak modern insanın önünde daimi ajanda olarak durmaktadır. Burada özgürlük bir yandan bireysel tercihler üzerinden diğer yandan serbest yaşam üzerinden daha çok tartışılmaktadır. Diğer yandan özgürlük giderek artan sayıda insan için yalnızlıkla gerçekleşebilen bir nitelik de arz etmektedir.
Gerek yalnızlık ve özgürlük gerekse benzer sorunların karşımıza getirdiği ve netleştirilmesi gereken kavram bireydir. Özellikle 1980’lerden bu yana Türkiye’deki sosyal, siyasal, ekonomik vb. değişimler takip edildiğinde, bu değimlerdeki en etkili kavramların başında bireyselleşme gelmektedir. 1980 yılını bir kırılma noktası kabul ederek, analizler geliştirmeyi ileriye bırakarak önce “birey” kavramının ortaya çıkışı ve inşasına kısaca bir bakalım.
Modernleşmenin temel ayaklarından birisi olan birey kavramının içeriği, modernleşmenin temel hedefleriyle de uyumludur. Batı dillerinde “Individual”, özel, tek başına bütün gibi anlamları muhtevidir. Burada kavramın göndermeleri daha çok, “parçalanamayan en küçük bütün” manasınadır. Nasıl ki, atom yakın zamana kadar maddenin parçalanamayan en küçük ögesi olarak görülmüşse, bunun karşılığında birey de toplumun en küçük ve temel ünitesi olarak okunmaktadır.
Modernlik Batı tarihi içerisinde bireyle ilintili olarak birkaç niteliğin çerçevesinde tebellür ettiğini bilmekteyiz. Birincisi, modernlik daha önceki Ortaçağ’dan farklı olarak insanın kendisine yüksek düzeyde güvenle Tanrı’ya referans yapmadan bu dünyayı kurabileceğine olan inancının bir neticesi olarak ortaya çıkmaktadır. Modernlik, ikincisi, Tanrı merkezli bir insan ve dünya görüşünden insan merkezli bir insan ve dünya görüşüne geçişle karakterize edilmektedir. Üçüncüsü, modern dünyanın kurulması insanın Tanrı’dan azade edilerek, bağımsızlaştırılmasını gerektirmekteydi.
Burada “birey” adıyla geliştirilen bu öznenin, Tanrı’dan bağımsızlaşması otonomluk olarak tanımlanmaktadır. Otonom olarak kurgulanan bu insan, en baştan herhangi bir din, Tanrı, ideolojiye bağımlı olarak kendisini tanımlamaz. Bu durum, insanın modern dünyada ontolojik ve epistemolojik merkez haline gelmesiyle uyumlu bir durumdur. Birey olarak tasarlanan insanın varlık ve bilginin kaynağı olması, bireye yeniden dünyayı kurmak üzere bir imkan sağlamaktadır.
İnsanın birey olarak tasarlanmasını tamamlayan bir başka gelişme de cemaatten (community) cemiyete (Society) geçiştir. Burada cemaat kavramı, bugünkü anlaşıldığı biçimiyle sadece dini cemaatleri muhtevi değildir. Bundan öte cemaat, insanın kendisi gibi düşünen, inanan insanların biraraya gelerek oluşturdukları homojen bir yapıdır ki, komşuluk, akrabalık, aile gibi bağ ve yapılarla uyumludur. Ferdinand Tönnies’in “Gemeinschaft und Gesellschaft” yani cemaat ve cemiyet isimli çalışması, modern toplumlara geçişle birlikte cemiyete doğru dönüşümün komünitelerdeki geleneksel bağları nasıl çözdüğünü analiz etmektedir. İnsan birey olmadan önce böyle kominite içerisindeki bağlarla tanımlanmaktaydı.