Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
08 Kasım 2022

Yalnızlık iyidir, sizden iyi olmasın

Bazı insanlarla birlikte iken bile bilinçli olarak yalnız kalabilirsiniz. O insanın yalnızlığınızı gideremeyen, yanında yine bir nevi yalnız kaldığınız biri olma ihtimalini kastetmiyorum. Yalnızlığın giderilmesi, öldürülmesi gereken bir şey olmadığının bilincinde olan, birlikte olmak kadar yalnız kalmanın da insanı dirilten bir şey olduğunu bilen biri olmasını kastediyorum.

Sahi bizim toplumumuzda birlikte olmayı sevdiği kadar yalnız olmayı da seven ve sohbetli-muhabbetli arkadaşının yalnızlığına, yalnız kalma ihtiyaç ve isteğine saygı duyan biri var mıdır?

Bazen bir muhabbet yükselir ve haklı olarak süresini aşar. Epeyce bir zamanı, sevdiklerimizle birlikte dilimlediğimiz vakitler olur hayatımızda, kış akşamları portakal kabuklarını ince ince doğramaya vaktimiz olduğu gibi… Koyu muhabbetler edilir. Fakat sonra, derhal bilinçli olarak küsülür. Derhal; kendimizden çok ayrı kaldığımızın farkına varmış olmamız, yalnızlığımızın küstü küsecek olması anlamındadır. İşte o zaman başkası ile küsmenin tadına doyum olmaz. Çünkü bu; iç küsüşmeye ramak kala yapılan bir barış imzası değerindedir.

İşte yalnızlıklarımıza, bir nevi kendimize sarıldığımız o güzelim saatler en üretken olduğumuz saatlerdir. İster sadece düşünelim, istersek bunu herhangi bir zanaat veya özellikle sanatla ifade için yazının, çizinin, bir senaryonun başına oturalım; bu bir doğurma saatidir ve hiçbirimiz bu türden bir doğum sancısını çekerken yanımızda birini istemeyiz. (Dişil bir örneklendirme yapmış olmaktan gocunmuyorum. İnsani yazılar yazarken yine çok insani bir örnek vermiş olduğumu düşünüyorum. Bir doğum yaşamamış olmanın eksikliğince anlasalar bile yeterli, erkek okurlar.)

Zihin sancısı çok özel bir “rahatsızlık”… Rahatı yalnızlıkta. Öyle garip bi’ şeydir ki görünen hiçbir emare yoktur. Belki biraz yüz donması. Ruhun sessizce bedeni boşaltması… Karşıdan bakıldığında boş, hem zaten sanat gibi “boş işler” le uğraşan “şüpheli”, “işsiz” birisindir. Hareketsiz öylece yüzsüz, çenesiz bir uzay sessizliği ararsın, gözlerini asarsın boşluğa… Oysa hınca hınç bir doluluksun, dökülmek üzeresindir. Düşler gerçeğe çıkmak, çıkışmak için birbirini saygıyla ezmektedir. Dağ gibi düşünceler altında kalmış da sızmaya bir şimşek kala bir bulut yerleşmiştir gözlerinde… Yeni gelen her düşünce karşısında tıpkı anne-babanın “Kalk bi’ işin ucundan tut!” diyerek azarlamasına ramak kala bir eziklikte… Bir süreliğine abdallaşmak için vakit dilenirsin. “Ablalarım, abilerim… Allah rızası için bi’yarım saat! An kaybettiğini kimse görmez. Kimse nelerin akıp gittiğini sızım sızım ya da ılık ılık… Fark etmez.

İşte böyle ve buna benzer pek çok şey için “az biraz yalnız kalma” ‘ya, birbirimizi biraz olsun yalnız bırakmaya ne çok ihtiyacımız var. Bu toplum kavga ediyorsa bundan ediyor. Kimse kimseyi bir parça yalnız, kendi haline bırakmadığı için… Herkes herkesin ömrüne at arabasına biner gibi binip kendi dünyasını turlamaya kalkıştığı için…

Herkes herkesten ömrünü geri istiyor. Neden? Bazı anları ona bırakmadığın için… Hep cümbür cemaat, hep kargaşa, hep beraber oturup hep beraber kalkmalar silsilesi, her an sıra gecesi havasında gelenekleşen bir yaşam alışkanlığı yüzünden…

Bilinçli küsmek sadece zihinsel üretimler için değil, herkesin bir başına kendini gözden geçirme vakitleri olarak da çok ihtiyaç duyulan bir eylem. Yoksa kimse kendisini gözden geçirmek istemiyor mu? Bir topluma, evde en yakınının yanına çıkarken bile bir ön izleme yapmak istemiyor mu? Bir iç bakım, makyaj temizliği şeklinde yapılan bir makyaj… Eylem diyorum, çünkü bu tatlı küsüşmede kendi ile barışma var. Bir iç merhabalaşma, hal-hatır soruşma, “sen kendinle iyi değilsen kimseyle iyi olamazsın” kuralınca “iyileşme arası için yalnızlaşma isteği” var.

Yalnızlığımıza hürmet etmek zorundayız. Ki hürmet der demez mahremiyet kelimesi de koştu geldi, yalnızlığımıza sarıldı. Hemen söyleyelim ki mahremiyet iki kişinin veya ailenin toplumdan yalnız, ayrı kalma hürriyeti kadar, her kişinin birbirinden yalnız, ayrı kalma hürriyetinin bayrağıdır. Yani aile içi de dalgalanmalıdır…

Mahremiyet; en geniş anlamda iç teklifsizlik veya tekliflilik/teklife bağlı kontrollü görüşme iradesi yasası gibi iki tarafta gelip gidedursun, mahremiyetin tüm ilişkiler için geçerli olduğunu düşünebiliriz. İnsan kendi ile kendisi arasında bile saklambaç oynayan biri iken, en yakınlarından da saklanabilmesi mümkün görünen bir varlık. En yakınlarımızın bile bizi yalnız bırakması, saygılı ve teklifli olması samimiyetsizlik olarak algılanmamalı. Yalnız kalmak, bir parça saklanmak, soyutlanmak istediğimiz zamanlarda “Yoksa ben senin mahremin değil miyim?!” dememeli yakınlarımız. Aksine yalnızlık iradeyi güçlendirir bir özgürlüktür. “Ben kendimle görüşmüş olarak geldiğimde, senin yanına gerçekten gelmiş olacağım.” demek gibi bir şeydir. Benliği yok sayan bir bizlik bir yere kadar var olur. Halbuki biz dediğimiz en az iki benden ve sayı arttıkça sayısız benlikten geçerse olacak bir şey. Vazgeçerse değil…

Mahrem/saklanan bir şey, daha doğru açılmak, açıklanmak için özel bir saklambaç oyununa ihtiyaç duyar. Benliğin hakla ilişkisi için halkla ilişkisini -bir süreliğine- kesmek gibi bir şey. Halk; içinde ben olmakla birlikte ben’den başka herkestir. En yakının bile bir başkasıdır. Yadırganası bir durum yok. Küsmenin zemini değil, ayrılmakla alakası yok. Asıl daha güzel beraber olmakla yakın alakası var. Bütün birlik ve beraberliği ve sevgiyi besleyen bir öz mahremiyet bu. Kişiler birbirlerinin yalnız kalma ihtiyaçlarına karşı saygılı olmak zorundalar. Çünkü yalnız kalamayanlar çok uzun bir süre birlikte de kalamıyorlar. Ömrün biricikliğine yeterince saygı duymayan kişiler ömürlerini birbirlerinin tahakkümünden kurtarma yoluna gidiyor. Bu sadece eş değil, dost, arkadaş, akraba ilişkileri için de geçerli bir durum. “Her şeyi ne çabuk tüketiyoruz!” şikayetinin bir açıklaması da çok ve bilinçsiz, hunharca kullandığımız için olabilir, bu durumda…