Yalnızlık iyidir, sizden iyi olmasın
Bazı
insanlarla birlikte iken bile bilinçli olarak yalnız kalabilirsiniz. O insanın yalnızlığınızı gideremeyen, yanında
yine bir nevi yalnız kaldığınız biri olma ihtimalini kastetmiyorum. Yalnızlığın
giderilmesi, öldürülmesi gereken bir şey olmadığının bilincinde olan, birlikte
olmak kadar yalnız kalmanın da insanı dirilten bir şey olduğunu bilen biri
olmasını kastediyorum.
Sahi
bizim toplumumuzda birlikte olmayı sevdiği kadar yalnız olmayı da seven ve sohbetli-muhabbetli
arkadaşının yalnızlığına, yalnız kalma ihtiyaç ve isteğine saygı duyan biri var
mıdır?
Bazen
bir muhabbet yükselir ve haklı olarak süresini aşar. Epeyce bir zamanı,
sevdiklerimizle birlikte dilimlediğimiz vakitler olur hayatımızda, kış
akşamları portakal kabuklarını ince ince doğramaya vaktimiz olduğu gibi… Koyu
muhabbetler edilir. Fakat sonra, derhal bilinçli olarak küsülür. Derhal;
kendimizden çok ayrı kaldığımızın farkına varmış olmamız, yalnızlığımızın küstü
küsecek olması anlamındadır. İşte o zaman başkası ile küsmenin tadına doyum
olmaz. Çünkü bu; iç küsüşmeye ramak kala yapılan bir barış imzası değerindedir.
İşte
yalnızlıklarımıza, bir nevi kendimize sarıldığımız o güzelim saatler en üretken
olduğumuz saatlerdir. İster sadece düşünelim, istersek bunu herhangi bir zanaat
veya özellikle sanatla ifade için yazının, çizinin, bir senaryonun başına
oturalım; bu bir doğurma saatidir ve hiçbirimiz bu türden bir doğum sancısını
çekerken yanımızda birini istemeyiz. (Dişil bir örneklendirme yapmış olmaktan
gocunmuyorum. İnsani yazılar yazarken yine çok insani bir örnek vermiş olduğumu
düşünüyorum. Bir doğum yaşamamış olmanın eksikliğince anlasalar bile yeterli,
erkek okurlar.)
Zihin
sancısı çok özel bir “rahatsızlık”… Rahatı yalnızlıkta. Öyle garip bi’ şeydir
ki görünen hiçbir emare yoktur. Belki biraz yüz donması. Ruhun sessizce bedeni
boşaltması… Karşıdan bakıldığında boş, hem zaten sanat gibi “boş işler” le
uğraşan “şüpheli”, “işsiz” birisindir. Hareketsiz öylece yüzsüz, çenesiz bir
uzay sessizliği ararsın, gözlerini asarsın boşluğa… Oysa hınca hınç bir doluluksun,
dökülmek üzeresindir. Düşler gerçeğe çıkmak, çıkışmak için birbirini saygıyla ezmektedir.
Dağ gibi düşünceler altında kalmış da sızmaya bir şimşek kala bir bulut
yerleşmiştir gözlerinde… Yeni gelen her düşünce karşısında tıpkı anne-babanın
“Kalk bi’ işin ucundan tut!” diyerek azarlamasına ramak kala bir eziklikte… Bir
süreliğine abdallaşmak için vakit dilenirsin. “Ablalarım, abilerim… Allah
rızası için bi’yarım saat! An kaybettiğini kimse görmez. Kimse nelerin akıp
gittiğini sızım sızım ya da ılık ılık… Fark etmez.
İşte
böyle ve buna benzer pek çok şey için “az biraz yalnız kalma” ‘ya, birbirimizi
biraz olsun yalnız bırakmaya ne çok ihtiyacımız var. Bu toplum kavga ediyorsa
bundan ediyor. Kimse kimseyi bir parça yalnız, kendi haline bırakmadığı için…
Herkes herkesin ömrüne at arabasına biner gibi binip kendi dünyasını turlamaya
kalkıştığı için…
Herkes
herkesten ömrünü geri istiyor. Neden? Bazı anları ona bırakmadığın için… Hep
cümbür cemaat, hep kargaşa, hep beraber oturup hep beraber kalkmalar silsilesi,
her an sıra gecesi havasında gelenekleşen bir yaşam alışkanlığı yüzünden…
Bilinçli
küsmek sadece zihinsel üretimler için değil, herkesin bir başına kendini gözden
geçirme vakitleri olarak da çok ihtiyaç duyulan bir eylem. Yoksa kimse
kendisini gözden geçirmek istemiyor mu? Bir topluma, evde en yakınının yanına
çıkarken bile bir ön izleme yapmak istemiyor mu? Bir iç bakım, makyaj temizliği
şeklinde yapılan bir makyaj… Eylem diyorum, çünkü bu tatlı küsüşmede kendi ile
barışma var. Bir iç merhabalaşma, hal-hatır soruşma, “sen kendinle iyi değilsen
kimseyle iyi olamazsın” kuralınca “iyileşme arası için yalnızlaşma isteği” var.
Yalnızlığımıza
hürmet etmek zorundayız. Ki hürmet der demez mahremiyet kelimesi de koştu
geldi, yalnızlığımıza sarıldı. Hemen söyleyelim ki mahremiyet iki kişinin veya
ailenin toplumdan yalnız, ayrı kalma hürriyeti kadar, her kişinin birbirinden
yalnız, ayrı kalma hürriyetinin bayrağıdır. Yani aile içi de dalgalanmalıdır…
Mahremiyet;
en geniş anlamda iç teklifsizlik veya tekliflilik/teklife bağlı kontrollü
görüşme iradesi yasası gibi iki tarafta gelip gidedursun, mahremiyetin tüm ilişkiler
için geçerli olduğunu düşünebiliriz. İnsan kendi ile kendisi arasında bile
saklambaç oynayan biri iken, en yakınlarından da saklanabilmesi mümkün görünen
bir varlık. En yakınlarımızın bile bizi yalnız bırakması, saygılı ve teklifli
olması samimiyetsizlik olarak algılanmamalı. Yalnız kalmak, bir parça
saklanmak, soyutlanmak istediğimiz zamanlarda “Yoksa ben senin mahremin değil
miyim?!” dememeli yakınlarımız. Aksine yalnızlık iradeyi güçlendirir bir
özgürlüktür. “Ben kendimle görüşmüş olarak geldiğimde, senin yanına gerçekten
gelmiş olacağım.” demek gibi bir şeydir. Benliği yok sayan bir bizlik bir yere
kadar var olur. Halbuki biz dediğimiz en az iki benden ve sayı arttıkça sayısız
benlikten geçerse olacak bir şey. Vazgeçerse değil…
Mahrem/saklanan
bir şey, daha doğru açılmak, açıklanmak için özel bir saklambaç oyununa ihtiyaç
duyar. Benliğin hakla ilişkisi için halkla ilişkisini -bir süreliğine- kesmek
gibi bir şey. Halk; içinde ben olmakla birlikte ben’den başka herkestir. En
yakının bile bir başkasıdır. Yadırganası bir durum yok. Küsmenin zemini değil,
ayrılmakla alakası yok. Asıl daha güzel beraber olmakla yakın alakası var.
Bütün birlik ve beraberliği ve sevgiyi besleyen bir öz mahremiyet bu. Kişiler
birbirlerinin yalnız kalma ihtiyaçlarına karşı saygılı olmak zorundalar. Çünkü
yalnız kalamayanlar çok uzun bir süre birlikte de kalamıyorlar. Ömrün
biricikliğine yeterince saygı duymayan kişiler ömürlerini birbirlerinin
tahakkümünden kurtarma yoluna gidiyor. Bu sadece eş değil, dost, arkadaş,
akraba ilişkileri için de geçerli bir durum. “Her şeyi ne çabuk tüketiyoruz!”
şikayetinin bir açıklaması da çok ve bilinçsiz, hunharca kullandığımız için
olabilir, bu durumda…