Yalnızlığın sesi
Herkes yalnızlığın sesinden bahseder ama çoğu, sesin yalnızlığını zikreder. Çok az insan yalnızlığın sesini duyar.
Yalnızlığın sesini
duymanın şartları var ama sesin yalnızlığını fark etmenin pek de şartı yok.
Gün, güneşle aydınlanır ve
sesin yalnızlığı başlar. Bütün varlık kendi çapında bir ses çıkarır.
Hatta her varlık bir sestir.
Ve her varlık, kendi
dünyasında yalnızdır ve başka bir yalnızı yalnızlığına çekerek sesinin
yalnızlığını gidermek ister.
Anlaşılabildiği, iletişim
kurabildiği ve karşı tarafta görülebildiği kadarıyla bu sesinin yalnızlığı
giderilmiş olur. Maatteessüf çoğu varlık sesinin yalnızlığını da gideremez ve
kalabalıklar içinde yalnız kalır.
Gün batıp gider. Gece
ortaya çıkmaya başlar. O, gündüzü gece ile örter (El-Araf 54). Karanlık her
şeyin üzerinde bir örtü oluverir. Bu defa da yalnızlığın sesi duyulmaya başlar.
Çok zordur yalnızlığın sesini duyurmak bu demde. Çünkü bütün varlık gecenin
perdesi ile eşitlenmiştir. Bütün varlık yalnızdır ve yalnızlığın sesi
sessizliğin bağrında ve derinliğinde kendini duyuramayacak kadar acı ve elem
doludur.
Hele gecede gelen bu ses
sizi bir hastahane köşesinde, bir hapishane koğuşunda, ihtiyarlığın bütün
varlıktan sizi soyutladığı uykunun dahi semtinize uğramadığı tek başınıza olduğunuz
bir yatakta yakalarsa yalnızlığın buradaki sesine karşı tamamen çaresizdir
insan. Kısılmışlığın ve yalnızlığın sesini yaradan hariç hiçbir şeye duyuramamanın
çaresizliği karşısında çok yalnız ve yetersizdir.
İnsanlık çoğu dönemlerde
yalnızlığın sesini bireysel olarak yaşarken bazı dönemlerde de cemiyet halinde
yaşar bunu. Cemiyet halinde yalnızlığın sesini yaşarken bir kurtarıcı bekler ve
onu bulunca da sıkı sıkıya sarılır ona.
Bundan tam 14 asır evveldi.
İnsanlık derin bir uykudaydı. Hem de uykunun en kalın tabakalarından birinde. Elinden
düşmüştü kitap. Bomboş kalan eller ve düşünmeyen zihinler cahiliye dönemini
yaşıyor, yalnızlığın sesini en trajik bir şekilde aleme ilan ediyordu.
İnsanlığın elinden kitabın
alınması ve uzun zaman kitaptan ayrı kalması sanki sonu gibi geliyordu. Bilgi
üretilmez sevgi yeşermez olmuştu. Büyük bir sıtma yaşayarak sonu gelmiş bir hal
arz ediyordu insanlık.
Fetret devri uzun sürdü.
Ardından son kitap insanlığın imdadına sunuldu. Artık asır saadet asrı idi.
Lakin asra vurulan mühre göre kitaptan uzaklaşmak aynı zamanda saadetten de
uzaklaşmak demekti. Kitabı elinde tutmak insan olmanın en olmazsa olmazlarındandı.
İnsanlar yeniden bakmak
yerine görmeye başladılar. Bir, hayatın merkezine yerleşti. Bütün güzellikler
kitabın anlattığı birden ve çirkinlikler de ondan uzaklaşmaktan tevellüt etti.
Kitap sayesinde asırlarca
insan özne diğer varlıklar nesne olarak evrende konumlandı. İnsanın yeryüzünün
halifesi olması sırrı hızlıca tahakkuk etti. Bütün güzelliğin kaynağı olan
mutlak hakikat tekliği hayatın her alanında sökün ederek vücut buldu. Hak Teâlâ’nın
azamet aleminin padişahı olduğu bütün ilimlerin merkezinde oldu. İlmi ledün hem
hikmetin hem de bilginin kaynağını Bir’de buluşturdu. Bu nedenle de insanlık
uzun bir zaman mutlu oldu. Kitap sadece ellerinde değil aynı zamanda hem
dillerinde hem de gönüllerindeydi. Yalnızlık ise maveraya çekilmiş birlikte ve Bir’de
var olmanın çok sesliliği bütün alemi şenlendirmişti.
Yalnızlığın sesi artık
konuşulmaz olmuş ve son bir kez daha elimize kitap verilmişti. Bu kitap başka
bir kitaptı. Efradını cami ağyarını maniydi. Her şey bu kitabın içinde hiçbir
şey dışındaydı. Bütün zamanların bütün gerçeklerini içine alan bir kitaba
insanlık asırlarca yalnızlığının sesiymiş gibi sarıldı. Saadet sırlarını yaşadı
insanlar ve en insani medeniyetleri oluşturdu.
Vaktin gereğini yerine
getiremeyen insan bu kitabın da bütün zamanlara bakan yüzünü göremedi. Kendi
kabuğuna çekildi. Sönük aklının fenerine tabi oldu. Vahyin güneşini aklıyla
perdeleyerek yalnızlığı maveradan zemine yeniden davet etmeye başladı.
Yalnızlık bu defa çok daha
hırçın bir sesle indi yeryüzüne. Çünkü nesneler çoğalmış ve özne olan insanın
benliğini her bir nesnenin parçaları arasında un ufak olmuş gördü. İnsanın sesi
olmak için çok büyük bir çaba sarf etmesi gerektiğine kanaat getirdi.
Ve yalnızlığın sesi insana
artık refakat edemeyeceğine kanaat getirdi. Döndü yüzünü maveraya sırtını da
insana. Her şeye bu kadar gaddar ve vahşi yaklaşan ve her şeyin mahiyetiyle
oynayan insandan varlık adına intikam almaya yemin etti. Ve insanı, en büyük
boşluklardan biri olan yalnızlık vadisine itti.
Bu vadide ses de
duyulmuyordu. Her şey gündüzün aydınlığında gecenin karanlığını yaşıyor
gibiydi. İnsanın elindeki sönük feneri güneşe karşılık yıldız böceğinin ışığını
verir gibiydi.
Ve insan çırpındı bu
vadide yalnızlığın sesini duyurmak için. Çırpındıkça bu sesin karanlığına
gömülmeye başladı. Bir ilahın huzur ve aydınlığından kaçmış ne yazık ki bu
vadideki ilah edindiği bütün acizliklerin karanlığına gömülmüş ve yalnızlığın
sesini dahi duyamaz olmuştu.
Ve son bir ses duyuldu
mazinin güneşinden istikbalin aydınlığına doğru giden ufuk çizgisinde.
Ey kendini insan addeden
yaramaz ve şımarık mahluk. Yalnızın sesini duymak istiyorsan yalnızlığında
elinden düşen kitabı al tekrar eline. Oku onun bütün karanlığın aydınlığa
dönecek yüzüne.
Ve insan hemen bu sese
sarıldı. Aynen o sesin dediği gibi oldu. Fakat insan çabuk unuttu her şeyi.
Yine başladı hiçbir şey olmamış gibi davranmaya.
İnsan bu ne diyeyim bu
aymazlığa! Hamurumuzun mayasında unutkanlık var efendim unutkanlık.