YAKÎNİMİZE NE OLDU?
Rasullullah (sav) bir gün sabah namazından sonra yüzünü ashabına dönmüş, ilim kalelerinden biri olan Muaz bin Cebel (ra)’e sormuştu:
-
Ey Muaz! Bu gece nasıl sabahladın?
-
Ey Allah’ın Resulü! Allah’a hamdolsun,
O’na iman etmiş olarak sabahladım. Bunun üzerine Efendimiz:
-
Ey Muaz! Her sözün bir delili vardır.
Senin bu sözünün doğruluğuna delilin nedir? Muaz dedi ki :
-
Ey Allah’ın Resulu! Ben geceden gündüze
çıktığım zaman, bir daha akşamı beklemem. Akşam olduğu zamanda, sabaha kadar
yaşayacağımı hiç ümit etmem. Bir adım attığım zaman, ikinci adımımı atacağımı
sanmam. Her insanın bir eceli olduğunu bilirim. Ecelin saati geldiği zaman, o
anda ecelinin ona yetişeceğini de bilirim. Bütün inşalar mahşerde
toplanacaklardır. Onlardan kimisi peygamberi ile beraberdir. Kimisi de, kimi
sevip takip etmişse onunla beraber olacaktır. Ben ise her an cehennemdeki
insanların azaplarını ve cennetteki insanların nimetlerini görüyor gibiyim.
Muaz konuştukça
Efendimizin mübarek yüzündeki tebessümler artıyordu.
En sonunda Rasullullah
(sav) dedi ki:
-
Ey Muaz! Sakın bu halinden geri durma ve
hep bu hâl üzere sabahla (Ebu Nuaym- Hilye).
İşte biz buna sahabe
seviyesinde iman ediyoruz. Hem de yakîni iman… Yine peygamber efendimizin
tanımlaması ile ihsan kıvamında iman olarak biliyoruz…
‘Allah’a
onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka
görüyor’ (Müslim-Buhari).
Evet konumuz yakîni iman…
İmanda zirve…
Şirksiz, şeksiz,
şaibesiz, şüphesiz, şikesiz, riyasız, nifaksız, arı, duru, net bir iman…
Tereddüt içermeyen, kesinlik arz eden bir iman…
Müttaki müminler ahireti
gözleri ile görmemiş olmalarına rağmen, gözlerini yaratan Allah’a, ahiretin
hakikatini haber verdiği için kuşkusuz kesin bir inanışla iman ederler…
Gözün görmesinde yanılma
ve yanlışlık olabilir fakat Allah’ın verdiği haberde asla yanlışlık olmaz… Biz
Allah’ın haberine gözlerimizle gördüklerimizden daha fazla inanmak zorundayız…
Fizik dünyada
gözlerimizin gördüklerini tartışabiliriz, ancak Allah’ın sunduğu gaybi, uhrevi
hakikatleri tereddütsüz kabul etmek durumundayız…
İşte bu çapta bir imana
yakîni iman diyoruz…
Şimdilerde imanımız var
ancak yakînimizi yitirdik…
Ahirete iman ediyoruz,
sanki yokmuş gibi yaşıyoruz…
Allah’ın rızkımızın
kefili olduğunu bildiğimiz halde rızk telaşından kurtulamıyoruz… Geçim
sıkıntısı başlayınca isyanlara giriyoruz…
Ecelsiz ölümün
olamayacağını bile bile ölüm korkusundan sıyrılıp Allah yoluna bir türlü
adanamıyoruz…
‘Allah
kuluna kâfi değil mi?’ (Zümer, 36) ayetine iman etmemize
rağmen, Allah’tan başkalarından güvence aramakta ve beşeri güçlere
sığınmaktayız…
Çünkü yakînimiz
zayıfladı… İmanın içi boşalmaya başladı… İmanın tadını, izzetini, heybetini
taşıyamaz olduk…
Doğrusu maruz kaldığımız
ye’si, yılgınlığı, yalnızlığı, yakınmayı, yenilgiyi, yıkımı, yok oluşu,
yorgunluğu, yalanı, yanlışı, yozlaşmayı, yüzeyselleşmeyi, yanılgıyı ancak
yakîni iman ile yenebiliriz..
Yakîni imandır
dünyevileşmenin önüne geçmeyi sağlayan temel dinamik…
Nankörlüğün, nifakın,
nemelazımcılığın ilacı… Her türlü sahtekârlık, riyakârlık, hilekârlık ve
düzenbazlığın dezenfektesi yakîn ile mümkündür…
Yakînin olduğu yerde hevaya hayat hakkı yoktur…
Kur’an’da 28 ayette geçen
‘Yakîn’ bize yakîni imana Kur’an ile
erişeceğimizinde ifadesidir…
Biz modern zamanlarda
yakîni imana nasıl sahip olabiliriz diye düşünürken ‘Gazze Mektebi’ tüm sorularımıza cevap oldu…
İliklerine kadar yakîni
imanı kuşanmış Gazzeli çocuklardan, annelerden, babalardan, yiğitlerden
bahsetmek isterdim… İmanın ete kemiğe bürüdüğü, inancın bir volkan gibi coştuğu,
ihlasın bir çağlayan gibi fışkırdığı iman yurduna değineceğim ancak kelimeler
yetersiz…
Bu zamanda bu nasıl bir
yakîn ya Rabbi?
Bu çağın sahabileri mi
desem… Melekleri bile kıskandıracak bir duruş…
İmanını tazelemek isteyen, yakîni imana ihtiyaç duyan lütfen yüzünü Gazze’ye dönsün!