Yakındaki uzak, uzaktaki yakın
İnsanın hayatında var olan kişilerin kimisi kalıcıdır kimisi de geçici. Kalıcı olan insanların daima yanımızda kalacak olmaları garantisine sığınarak onlarla ilgilenme ve onlara karşı duyarlı olma zorunluluğu hissetmeyiz ruhumuzda. Onların her zaman yanımızda kalma zorunluluğu olduğunu düşünürüz. Bir an bile aklımızdan bizi terk edecekleri ihtimali geçmez zihnimizden. Bu düşünceden kaynaklı rahatlığımız bir bakıma bizi onlara karşı kör ve duyarsız kılar. Bu zorunluluklarının altında yatan gerçekliğin asıl kaynağının sevgi ve muhabbet olduğunu kavramadan hemen yanı başımızda olanlara karşı bu duyarsızlığımız onları kaybetme ihtimali ile karşı karşıya olduğumuz ana kadar maalesef devam edecektir.
İnsan, aslında en
sevdiklerinin yanında tam olarak kendisi olabilmiştir. Bütün maskelerinden
sıyrılıp kendi özünün çıplaklığı ve rahatlığı ile sevdikleriyle hemhal olur. Sevdiklerinin
yanında insanın özü de dili de zihni de kalbi de ortak müşterekte buluşmuş
olur. Ancak bu rahatlığı fark etmek biraz zordur insan için. Her zaman kurulu
düzen misali kendi rutinini yaşayan insan, içinde bulunduğu güzelliklerin ve
kendisine bahşedilen nimetlerin farkında olmayabiliyor. Bu nedenle de gamsız ve
hoyrat tavırlar içerisinde kendini bulabiliyor. Çünkü her ne yaparsa yapsın onu
hoş görecek birilerinin var olması davranışlarının umarsızlaşmasına neden
oluyor.
Bir de bu
rahatlıktan kaynaklı olarak bulunduğumuz dünyadan kendimizi soyutlayarak dış
âlem dediğimiz ve günden güne bizi kuşatarak kendi dairesi içerisine alan bir
sosyal medya, daha teknolojik bir deyişle sanal âlem bulunmaktadır.
Yanımızdakilerden
uzaklaşıp uzaktakilere yakın olma ümidini içimize fısıldayan âlem: Sanal âlem.
Aynı masanın
etrafında bedensel olarak otururken ruhen dünyanın başka başka yerlerinde
olmamıza neden olan bir âlemden bahsediyoruz. Çay içmek ve muhabbet etmek için
dostlarla bir araya geldiğimiz zamanların dahi çoğunda herkes elindeki
teknolojik kelepçe olan telefonlarla esir alınıp uzaklarda yakınlık aramaya
başlıyoruz. Bahanelerimiz ise üç aşağı beş yukarı birbirine benzer nedenler.
Sanki aynı masanın
etrafında değiliz de hepimiz ayrı bir arafta yaşıyormuşçasına hareket ediyoruz.
En önemli kişinin yanımızdakiler olduğu gerçeğini görmezden gelerek
uzaktakilerden medet umuyoruz.
Tutarsız ve
duyarsız bir kabulleniş biçimiyle gamsız bir mutsuzluk rolüne bürünüyor ve
kitaplar dolusu gerçeklikten uzak sloganvari kelimelerin ucuz gölgesine
sığınıyoruz. Çöldeyiz ve gördüğümüz şey sadece vaha ve bunu bile bile ısrarla o
vahaya doğru koşarken tedavisi imkânsız bir vaka haline dönüştüğümüzü fark
etmeden yaşıyoruz.
Kavramların
çelişkisinden serzenişte bulunurken birbirine zıt kavramlar arasında gel-gitler
yaşadığımızı dahi inkar ederek yakınımızdakilere uzak, uzaktakilere yakın olma
yanılgısında debelenip duruyoruz.