Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (91)
“Yıldız Baykuşu”, “Tahtını kurtarmak için memleketini satan, Sevr simsarı”, “soysuzlaşmış zulüm ve sefâhat mîrâsyedileri”
1933’te, yânî Kemalist Totaliter
Rejimin 10. Senesinde, Rejimin Maârif Vekâleti, Osmanlı ile -“Cümhuriyet” ismi
altında- Kemalist Rejimi mukâyese eden gâyet seviyesiz bir propaganda kitabı
neşretti: Osmanlı İmparatorluğundan…
Türkiye Cümhuriyetine. Nasıldı? Nasıl Oldu? Geniş kitlelere yaymak
maksadıyle, kitab, ayrıca, Cumhuriyet gazetesinin
ilâvesi olarak verilmişti. (Bu bilgiyi, elimizdeki nüshaya göre kaydediyoruz.)
Müellifleri, her ikisi de, Selânikli Dr.. Şefik Hüsnü’nün Komünist Partisi’nden
Kemalizme transfer olan -Matbûât Umûm Müdürü- Vedat Nedim Tör ile Burhan Asaf
Belge idi. A3 kağıd eb’âdında, siyah-kırmızı renklerde basılmış bu resmî
propaganda kitabının her çift sayfasında Osmanlı’ya süflî bir mantık ve üslûbla
hücûm eden yazı ve resimler, tek sayfalarda da Kemalizmi göklere çıkaran yazı
ve resimler yer alıyor. Anadolu ve Rumeli’yi Türk Milletine ve sâir
Müslümanlara vatan yapan Osmanlı’ya savurdukları hakâretlere birkaç misâl:
S. 2’de Abdülhamîd Han’ın resminin
altındaki yazı: “Uyanık gençliği boğan, zindanlarda çürüten Yıldız Baykuşu:
Abdülhamit.” Vahîdeddîn Han’ın resim altı yazısı: “Tahtını kurtarmak için
memleketini satan, Sevr simsarı: Vahidettin.” Yine aynı sayfada:
“Sultanlar; sarayların dört duvarı
içinde soysuzlaşmış zulüm ve sefahat mirasyedileridir. Sultanlar; kendilerini
milletin çocuğu değil, milleti kendilerinin kölesi telâkki ederlerdi. Sultanlar
indinde millet davası kendi aile menfaatlerini kurtarmak için pazara çıkarılan
bir metadan ibaretti. Sultanlar, millete inanmazlar, milletin gelişmesini
istemezler, millette beliren her türlü uyanıklık hareketlerini bir kan
deryasına boğarlar, kuvvetlerini milletin şuurundan ve sevgisinden değil,
milletin cehaletinden ve korkusundan alırlardı…”
S. 20’de, sarıklı, ak sakallı, kendi
hâlinde, ellerini açmış Rabb’ine duâ eden bir Müslümanın resmi altındaki yazı
başlığı: “Ümmet leşi”… Ve yazıdaki iftirâya göre, Kemalistler değil de,
“örümcek kafalı” Müslümanlar, “Garb hayrânı” imiş: “Örümcekli kafa, Osmanlı
vatandaşının kafasıdır. Bu kafanın içinde iki kocaman örümcek otururdu: İslâm
taassubu ve garp hayranlığı.”
Bu kitabda Osmanlı Türkü hakkında
yazılanlar ile İngiliz Faramason Devlet Adamı, Türk düşmanı Gladstone’un
Türkler hakkındaki hakîkatsiz ve menfûr iddiâlarının aynı cinsden olması, nasıl
bir ideoloji ile karşı karşıya bulunduğumuzu anlamak için ibret verici değil
midir?
Mezkûr Kemalist propaganda kitabının
kapağındaki resmi, biz de Milletimize
Revâ Görülen Kültür Jenosidi kitabımızın kapağına koyduk. (Ankara: Hitabevi
Yl., Mayıs 2014, 612 s.) Kitabın “Milletimizin Mârûz Kaldığı Kültür Jenosidinin
Pek Belîğ Bir Vesîkası” başlıklı 9. Faslı (ss. 279-312), bu kitabın,
müelliflerinin ve mâhûd “feyz menbâlarının” tanıtılmasına ayrılmıştır.
Kemalist Totaliter Rejimin
10. Senedevriyesi münâsebetiyle, 1933’te Maârif Vekâleti tarafından neşredilen
ve Cumhuriyet gazetesi tarafından da
İlâve olarak verilen Osmanlı
İmparatorluğundan… Türkiye Cümhuriyetine. Nasıldı? Nasıl Oldu? isimli
seviyesiz Kemalist propaganda kitabının kapağı ve 2. sayfası… Kapaktaki
resimde, İnönü, atıyle “İrticâ” yaftalı Müslümanlığı tepeliyor ve sağ tarafta
da, edebli kıyâfeti içinde iffetli Müslüman kadını, “serbestleşmiş”,
“Sabataîleşmiş”, her çeşid kayıddan kurtulmuş Kemalist kadının ayakları altında
gösteriliyor… Hind Müslümanlarının İstiklâl Harbine yaptığı büyük yardım
parasını kullanarak Memleketin bir numaralı kapitalisti olmuş “Ebedî Şef”e
gelince, o da gûyâ Memleketi îmâr etmekle meşgûl…
***
“Büyük Şef”,
Saltanatı nasıl lağvettirdi, Vahîdeddîn Han’ın Vatanını terketmesini nasıl
değerlendirdi?
Kemalizmin “Kitâb-ı
Mukaddes”i hükmünde olan Nutk’un en
ibretle mütâlaa edilecek bahislerinden biri, Saltanatın lağvı ve Vahîdeddîn
Han’ın Türkiye’yi terki hakkındaki bahisdir. Mustafa Kemâl’in, 15 ilâ 20 Ekim
1927 günlerinde CHP’nin 2. Kongresinde îrâd ettiği Nutk’unun bu kısmında verdiği îzâhata nazaran, 1 Kasım 1922’de,
TBMM’nin Teşkîlât-ı Esâsiye, Şer’iye ve Adliye Encümenleri müştereken
toplanarak Saltanatın lağvı mes’elesini müzâkere etmiye başlamışlardır. Artık
ciddî şekilde iktidârın gemlerini eline geçirmiş bulunan Mustafa Kemâl, uzayıp
giden müzâkerelere daha fazla tahammül edemiyerek, usûlen söz aldıktan sonra,
masanın üzerine çıkarak, mütehakkim bir tavırla konuşmıya başlar:
“Efendim! Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç
kimseye, ilim îcâbıdır diye, müzâkere ile, münâkaşa ile verilmez! Hâkimiyet,
saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır!
“Osmanoğulları, zorla Türk Milletinin hâkimiyet ve
saltanatına vâzıulyed olmuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri idâme
eylemişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti, bu mütecâvizlerin hadlerini ihtâr ederek,
hâkimiyet ve saltanatını, isyân ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu
bir emrivâkidir.
“Mevzûubahs olan, ‘Millete saltanatını, hâkimiyetini
bırakacak mıyız, bırakmıyacak mıyız?’ mes’elesi değildir! Mes’ele, zâten
emrivâkî olmuş bir hakîkati ifâdeden ibârettir!
“Aksi takdîrde, bâzı kafalar kesilecekdir!”
“Bu, behemehâl olacaktır! Burada ictimâ edenler, Meclis ve
herkes mes’eleyi tabiî görürse, fikrimce muvâfık olur! Aksi takdîrde, yine
hakîkat usûlü dâiresinde ifâde olunacaktır; fakat, ihtimâl, bâzı kafalar
kesilecekdir!”
Şimdi isterseniz Saltanatın lağvına karâr vermeyin! Ne
mümkün! Herkes başından korkuyor!
Bir Hoca Efendi, süklüm püklüm, söze girişir: “Affedersiniz
Efendim! Biz mes’eleyi başka noktainazardan mütâlaa ediyorduk; îzâhatınızdan
tenevvür ettik!”
Ve mes’ele, derhâl, “Büyük Şef”in istediği vechiyle karâra
bağlanır, “sür’atle” Saltanatın lağvına dâir bir kânûn lâyihası hazırlanarak
Meclis’e sevkedilir; “Meclis’in ikinci celsesinde okunur.” Taleb üzerine,
“lâyiha reye konur ve müttefikan kabûl edilir. Yalnız menfî bir ses işitilir: ‘Ben
muhâlifim!’ Bu sadâ ‘söz yok!’ sadâlarıyle boğulur…”
“İşte Efendiler” der “Ebedî Şef”, “Osmanlı Saltanatının
inhidâm ve inkırâz merâsiminin son safhası bu sûretle cereyân etmiştir!”
“Âdî, alçak, âciz, his ve idrâkden mahrûm, denî, sefîl, zelîl, pespâye
mahlûk!”
17 Kasım 1922 târihinde, İstanbul’daki İşgâl Kuvvetlerinin
İngiliz Kumandanı General Sir Charles Harington’un himâyesi altında, “hâin
Vahdettin’in bir İngiliz harb gemisiyle İstanbul’dan kaçtığı” haberi gelir:
“17 Teşrînisânî 1922 târihli resmî bir telgrafın ilk cümlesi
şu idi: Vahdettin Efendi bu gece Saraydan gaybûbet eylemiştir.”
“Büyük Şef”, Nutk’unda
bu bilgileri verdikden sonra, Vahîdeddîn Han’ın Vatanını terkedişini “Asîl bir
milleti hacîl bir vazıyete düşüren sefîl!” başlığı altında değerlendiriyor:
“…Efkârıumûmiyeyi vazıyet-i hakîkiye ile karşı karşıya
bırakmayı tercîh ederim. Sakîm bir tevârüs usûlü netîcesi olarak, büyük bir
makâm, tantanalı bir unvan ihrâz edebilmiş bir sefîlin, izzetinefsi çok yüksek,
asîl bir milleti nasıl hacîl bir vazıyete düşürebileceği, o zamân, daha tabiî
sûrette anlaşılır.
“Filhakîka, her ne sebeb ve sûretle olursa olsun, Vahdettin
gibi hürriyet ve hayâtını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdî bir
mahlûkun, bir dakîka olsa, bir milletin re’sikârında bulunduğunu düşünmek ne
hazîndir! Şâyân-ı teşekkürdür ki bu alçak, mevrûs saltanat makâmından Millet
tarafından ıskât olunduktan sonra denâetini itmâm etmiş bulunuyor! Türk
Milletinin bu tekaddümü elbette takdîre lâyıktır!
“Âciz, âdî, his ve idrâkden mahrûm
bir mahlûk, kabûl eden herhangi bir ecnebînin himâyesine girebilir; fakat böyle
bir mahlûkun bütün İslâmların Halîfesi sıfatını hâiz bulunduğunu ifâde etmek
elbette muvâfık değildir! Böyle bir telakkînin doğru olabilmesi, evvelemirde,
bütün İslâm kütlelerinin esîr olmaları şartına vâbestedir. Hâlbuki cihânda
hakîkat böyle midir?
“Biz Türkler, bütün târihî
hayâtımızca hürriyet ve istiklâle timsâl olmuş bir milletiz! Kıymetsiz
hayâtlarını iki buçuk gün fazla, sefîlâne sürükliyebilmek için her türlü
mezelleti mübâh gören Halîfeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi
gösterdik! Bu sûretle Devletlerin, milletlerin yekdîğeriyle münâsebâtında,
şahısların, bâhusûs -mensûb olduğu Devlet ve milletin zarârına da olsa- şahsî
vazıyet ve hayâtlarından başka bir şey düşünemiyecek pespâyelerin ehemmiyeti
olamıyacağı hakîkat-i mâlûmesini têyîd ettik!
“Milletler münâsebâtında,
mankenlerden istifâde sistemine rağbet devrine hâtime vermek, Medenî Âlemin
samîmî temennîsini teşkîl etmelidir!” (Nutuk,
Cilt II: 1920 – 1927, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, İstanbul: Millî Eğitim
Basımevi, 1981, ss. 689-694)