Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (91)

“Yıldız Baykuşu”, “Tahtını kurtarmak için memleketini satan, Sevr simsarı”, “soysuzlaşmış zulüm ve sefâhat mîrâsyedileri”

1933’te, yânî Kemalist Totaliter Rejimin 10. Senesinde, Rejimin Maârif Vekâleti, Osmanlı ile -“Cümhuriyet” ismi altında- Kemalist Rejimi mukâyese eden gâyet seviyesiz bir propaganda kitabı neşretti: Osmanlı İmparatorluğundan… Türkiye Cümhuriyetine. Nasıldı? Nasıl Oldu? Geniş kitlelere yaymak maksadıyle, kitab, ayrıca, Cumhuriyet gazetesinin ilâvesi olarak verilmişti. (Bu bilgiyi, elimizdeki nüshaya göre kaydediyoruz.) Müellifleri, her ikisi de, Selânikli Dr.. Şefik Hüsnü’nün Komünist Partisi’nden Kemalizme transfer olan -Matbûât Umûm Müdürü- Vedat Nedim Tör ile Burhan Asaf Belge idi. A3 kağıd eb’âdında, siyah-kırmızı renklerde basılmış bu resmî propaganda kitabının her çift sayfasında Osmanlı’ya süflî bir mantık ve üslûbla hücûm eden yazı ve resimler, tek sayfalarda da Kemalizmi göklere çıkaran yazı ve resimler yer alıyor. Anadolu ve Rumeli’yi Türk Milletine ve sâir Müslümanlara vatan yapan Osmanlı’ya savurdukları hakâretlere birkaç misâl:

S. 2’de Abdülhamîd Han’ın resminin altındaki yazı: “Uyanık gençliği boğan, zindanlarda çürüten Yıldız Baykuşu: Abdülhamit.” Vahîdeddîn Han’ın resim altı yazısı: “Tahtını kurtarmak için memleketini satan, Sevr simsarı: Vahidettin.” Yine aynı sayfada:

“Sultanlar; sarayların dört duvarı içinde soysuzlaşmış zulüm ve sefahat mirasyedileridir. Sultanlar; kendilerini milletin çocuğu değil, milleti kendilerinin kölesi telâkki ederlerdi. Sultanlar indinde millet davası kendi aile menfaatlerini kurtarmak için pazara çıkarılan bir metadan ibaretti. Sultanlar, millete inanmazlar, milletin gelişmesini istemezler, millette beliren her türlü uyanıklık hareketlerini bir kan deryasına boğarlar, kuvvetlerini milletin şuurundan ve sevgisinden değil, milletin cehaletinden ve korkusundan alırlardı…”

S. 20’de, sarıklı, ak sakallı, kendi hâlinde, ellerini açmış Rabb’ine duâ eden bir Müslümanın resmi altındaki yazı başlığı: “Ümmet leşi”… Ve yazıdaki iftirâya göre, Kemalistler değil de, “örümcek kafalı” Müslümanlar, “Garb hayrânı” imiş: “Örümcekli kafa, Osmanlı vatandaşının kafasıdır. Bu kafanın içinde iki kocaman örümcek otururdu: İslâm taassubu ve garp hayranlığı.”

Bu kitabda Osmanlı Türkü hakkında yazılanlar ile İngiliz Faramason Devlet Adamı, Türk düşmanı Gladstone’un Türkler hakkındaki hakîkatsiz ve menfûr iddiâlarının aynı cinsden olması, nasıl bir ideoloji ile karşı karşıya bulunduğumuzu anlamak için ibret verici değil midir?

Mezkûr Kemalist propaganda kitabının kapağındaki resmi, biz de Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi kitabımızın kapağına koyduk. (Ankara: Hitabevi Yl., Mayıs 2014, 612 s.) Kitabın “Milletimizin Mârûz Kaldığı Kültür Jenosidinin Pek Belîğ Bir Vesîkası” başlıklı 9. Faslı (ss. 279-312), bu kitabın, müelliflerinin ve mâhûd “feyz menbâlarının” tanıtılmasına ayrılmıştır.

1_46b531a11b7d11813dcce80d3330e2f0.jpg

Kemalist Totaliter Rejimin 10. Senedevriyesi münâsebetiyle, 1933’te Maârif Vekâleti tarafından neşredilen ve Cumhuriyet gazetesi tarafından da İlâve olarak verilen Osmanlı İmparatorluğundan… Türkiye Cümhuriyetine. Nasıldı? Nasıl Oldu? isimli seviyesiz Kemalist propaganda kitabının kapağı ve 2. sayfası… Kapaktaki resimde, İnönü, atıyle “İrticâ” yaftalı Müslümanlığı tepeliyor ve sağ tarafta da, edebli kıyâfeti içinde iffetli Müslüman kadını, “serbestleşmiş”, “Sabataîleşmiş”, her çeşid kayıddan kurtulmuş Kemalist kadının ayakları altında gösteriliyor… Hind Müslümanlarının İstiklâl Harbine yaptığı büyük yardım parasını kullanarak Memleketin bir numaralı kapitalisti olmuş “Ebedî Şef”e gelince, o da gûyâ Memleketi îmâr etmekle meşgûl…

***

“Büyük Şef”, Saltanatı nasıl lağvettirdi, Vahîdeddîn Han’ın Vatanını terketmesini nasıl değerlendirdi?

Kemalizmin “Kitâb-ı Mukaddes”i hükmünde olan Nutk’un en ibretle mütâlaa edilecek bahislerinden biri, Saltanatın lağvı ve Vahîdeddîn Han’ın Türkiye’yi terki hakkındaki bahisdir. Mustafa Kemâl’in, 15 ilâ 20 Ekim 1927 günlerinde CHP’nin 2. Kongresinde îrâd ettiği Nutk’unun bu kısmında verdiği îzâhata nazaran, 1 Kasım 1922’de, TBMM’nin Teşkîlât-ı Esâsiye, Şer’iye ve Adliye Encümenleri müştereken toplanarak Saltanatın lağvı mes’elesini müzâkere etmiye başlamışlardır. Artık ciddî şekilde iktidârın gemlerini eline geçirmiş bulunan Mustafa Kemâl, uzayıp giden müzâkerelere daha fazla tahammül edemiyerek, usûlen söz aldıktan sonra, masanın üzerine çıkarak, mütehakkim bir tavırla konuşmıya başlar:

“Efendim! Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim îcâbıdır diye, müzâkere ile, münâkaşa ile verilmez! Hâkimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır!

“Osmanoğulları, zorla Türk Milletinin hâkimiyet ve saltanatına vâzıulyed olmuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri idâme eylemişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti, bu mütecâvizlerin hadlerini ihtâr ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyân ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivâkidir.

“Mevzûubahs olan, ‘Millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmıyacak mıyız?’ mes’elesi değildir! Mes’ele, zâten emrivâkî olmuş bir hakîkati ifâdeden ibârettir!

“Aksi takdîrde, bâzı kafalar kesilecekdir!”

“Bu, behemehâl olacaktır! Burada ictimâ edenler, Meclis ve herkes mes’eleyi tabiî görürse, fikrimce muvâfık olur! Aksi takdîrde, yine hakîkat usûlü dâiresinde ifâde olunacaktır; fakat, ihtimâl, bâzı kafalar kesilecekdir!”

Şimdi isterseniz Saltanatın lağvına karâr vermeyin! Ne mümkün! Herkes başından korkuyor!

Bir Hoca Efendi, süklüm püklüm, söze girişir: “Affedersiniz Efendim! Biz mes’eleyi başka noktainazardan mütâlaa ediyorduk; îzâhatınızdan tenevvür ettik!”

Ve mes’ele, derhâl, “Büyük Şef”in istediği vechiyle karâra bağlanır, “sür’atle” Saltanatın lağvına dâir bir kânûn lâyihası hazırlanarak Meclis’e sevkedilir; “Meclis’in ikinci celsesinde okunur.” Taleb üzerine, “lâyiha reye konur ve müttefikan kabûl edilir. Yalnız menfî bir ses işitilir: ‘Ben muhâlifim!’ Bu sadâ ‘söz yok!’ sadâlarıyle boğulur…”

“İşte Efendiler” der “Ebedî Şef”, “Osmanlı Saltanatının inhidâm ve inkırâz merâsiminin son safhası bu sûretle cereyân etmiştir!”

“Âdî, alçak, âciz, his ve idrâkden mahrûm, denî, sefîl, zelîl, pespâye mahlûk!”

17 Kasım 1922 târihinde, İstanbul’daki İşgâl Kuvvetlerinin İngiliz Kumandanı General Sir Charles Harington’un himâyesi altında, “hâin Vahdettin’in bir İngiliz harb gemisiyle İstanbul’dan kaçtığı” haberi gelir:

“17 Teşrînisânî 1922 târihli resmî bir telgrafın ilk cümlesi şu idi: Vahdettin Efendi bu gece Saraydan gaybûbet eylemiştir.”

“Büyük Şef”, Nutk’unda bu bilgileri verdikden sonra, Vahîdeddîn Han’ın Vatanını terkedişini “Asîl bir milleti hacîl bir vazıyete düşüren sefîl!” başlığı altında değerlendiriyor:

“…Efkârıumûmiyeyi vazıyet-i hakîkiye ile karşı karşıya bırakmayı tercîh ederim. Sakîm bir tevârüs usûlü netîcesi olarak, büyük bir makâm, tantanalı bir unvan ihrâz edebilmiş bir sefîlin, izzetinefsi çok yüksek, asîl bir milleti nasıl hacîl bir vazıyete düşürebileceği, o zamân, daha tabiî sûrette anlaşılır.

“Filhakîka, her ne sebeb ve sûretle olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyet ve hayâtını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdî bir mahlûkun, bir dakîka olsa, bir milletin re’sikârında bulunduğunu düşünmek ne hazîndir! Şâyân-ı teşekkürdür ki bu alçak, mevrûs saltanat makâmından Millet tarafından ıskât olunduktan sonra denâetini itmâm etmiş bulunuyor! Türk Milletinin bu tekaddümü elbette takdîre lâyıktır!

“Âciz, âdî, his ve idrâkden mahrûm bir mahlûk, kabûl eden herhangi bir ecnebînin himâyesine girebilir; fakat böyle bir mahlûkun bütün İslâmların Halîfesi sıfatını hâiz bulunduğunu ifâde etmek elbette muvâfık değildir! Böyle bir telakkînin doğru olabilmesi, evvelemirde, bütün İslâm kütlelerinin esîr olmaları şartına vâbestedir. Hâlbuki cihânda hakîkat böyle midir?

“Biz Türkler, bütün târihî hayâtımızca hürriyet ve istiklâle timsâl olmuş bir milletiz! Kıymetsiz hayâtlarını iki buçuk gün fazla, sefîlâne sürükliyebilmek için her türlü mezelleti mübâh gören Halîfeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik! Bu sûretle Devletlerin, milletlerin yekdîğeriyle münâsebâtında, şahısların, bâhusûs -mensûb olduğu Devlet ve milletin zarârına da olsa- şahsî vazıyet ve hayâtlarından başka bir şey düşünemiyecek pespâyelerin ehemmiyeti olamıyacağı hakîkat-i mâlûmesini têyîd ettik!

“Milletler münâsebâtında, mankenlerden istifâde sistemine rağbet devrine hâtime vermek, Medenî Âlemin samîmî temennîsini teşkîl etmelidir!” (Nutuk, Cilt II: 1920 – 1927, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, İstanbul: Millî Eğitim Basımevi, 1981, ss. 689-694)