Yahûdîlik-Masonluk münâsebeti (9)
Lâsiyâsî (apolitique) bir teşkîlât olduklarını söylüyorlar, lâkin bunun ne
kadar hilâf-ı hakîkat olduğunu, bilakis, Masonluğun, 18. asırdan beri,
Avrupa’nın ve 19. asırdan beri Türkiye’nin siyâsî hayâtında en mühim
unsurlardan (tabiî, maskeli unsurlardan) biri olarak yer aldığını, hattâ,
def’alarca ihtilâlcilik yaptığını, birçok ihtilâldeki baskın rolüyle dünyânın
gidişâtına istikamet veren kuvvetlerden birini teşkîl ettiğini anlamak için
Mason neşriyâtını dikkatle, ibretle taramak kâfîdir.
“Kardeşler!
Siyasete lâkayd kalmamız felâket olur!” gibi… (Egeran 1972: 161)
Bu
hükmüyle, “Dogmatik” Üstâd-ı Âzam Egeran, “Liberal” Üstâd-ı Âzam Jacques
Mitterrand’la aynı dili konuşuyor:
“Masonluk,
lâsiyâsî olamaz!”
Aynı Grand
Orient de France’ın (Fransa Meşrik-ı Âzamı’nın) 1971-1974 senelerinin Üstâd-ı
Âzamı (yânî Mitterrand’ın hemen sonraki halefi) Fred Zeller de, selefini têyîd
etmekte gecikmiyor:
“Fransız
Masonluğu, hiçbir zaman lâsiyâsî olmamıştır!” (Fred Zeller, Trois Points, c’est tout…(Üç Nokta, işte o
kadar!), Paris: Éditions Robert Laffont, Coll. “Vécu”, 1976, p. 467)
Masonluk, her çeşid
siyâsî-ictimâî faâliyette bulunacak, fakat Müslümanlık kalblerde esîr
tutulacak!
Dîğer
taraftan, 1962-1964 ve 1969-1971 senelerinde, Grand Orient de France’ın iki
devre Üstâd-ı Âzamlığını deruhde eden mezkûr Mitterrand, en fazla “lâsiyâsî”
olmak iddiâsındaki İngiltere Masonluğu için de, müstehzî edâyle, şu ibretâmîz
tesbîtte bulunuyor:
“Masonluğun
yerleştiği memleketle yekvücûd olması demek, o memleketin siyâsî, ictimâî,
iktisâdî hayâtına iştirâk etmesi demektir. Siyâset yapmaktan kendisini şiddetle
men’eden İngiltere [Müttehid] Büyük Locası da, bu kanûnu, ne İngiltere’de, ne
de Commonwealth’in uzak topraklarında hiç unutmadı. İngiltere, Hindistan ve
Seylan’ı terketti ama, Yeni Delhi’de de, Kolombo’da da ‘Masonic Temple’lar (Mason Mâbedleri) ayakta duruyor ve harâretli
bir faâliyet içinde bulunuyorlar!” (Jacques Mitterrand, La Politique des francs-maçons –Farmasonların Siyâseti-,
Présentation de Guy Nania, Paris: Éditions Roblot, 1973, pp. 121, 123)
(Kurun, 22.10.1935, s.
3)
Us Kardeşler’in Kurun’unda (evvelâ ve bilâhare Vakit)
^Beynelmilel Masonluk Mâbedinin 33 Dereceli Sâliki, “Büyük Şef”in değişmez
Dâhiliye Vekîli Şükrü Kaya’nın beyânâtı… Masonlukla Kemalist Totaliter Rejimin
aynîleşmiş olduğunun alenî îtirâfı…
***
Mitterrand’ın
bu paragrafındaki çok ibretâmîz bir husûs da şudur: “Laiklik” (yânî Münâfık
Ateizm) nâmına, kendileri, (Şükrü Kaya’nın ifâde ettiği gibi) Müslümanlığa,
cem’iyet hayâtında hiç söz hakkı tanımıyacaklar, hattâ câmilerdeki ibâdete
kadar müdâhale edip Müslümanlığı maskaraya çevirecekler, Müslümanlığı kalblere
hapsederek tedrîcen yok olmıya mahkûm edecekler, lâkin onlar, ictimâî hayâtın
her sâhasında cirid atacaklar! Bu vesîleyle de Mason Münâfıklığı fazlasıyle
sırıtıyor ve bizim son senelerde ısrârla tekrâr ettiğimiz gibi, Laikliğin
alternatifinin Vicdân Hürriyeti olduğu daha iyi anlaşılıyor…
Masonların
siyâsî ve ihtilâlci faâliyetleri hakkında pek çok vesîka neşretmiş bulunuyoruz…
(Bilhassa Süleyman Demirel veyâ Yalan
Üzerine Kurulu Bir Politik Hayât ünvânlı kitabımızda –Ankara: Hakîkati
Arayış Neşriyâtı, 1990, husûsen ss. 95/196-… Tahrîf edilerek ve tertîbi
bozulmuş olarak –bilgimiz hâricinde- neşredilmiş olan Yahudilik ve Dönmeler isimli eserimizin –İstanbul: Araştırma Yl.,
baskı târihi: tahmînen Eylûl 1989- 437/456. sayfalarında da birçok orijinal
vesîkayle Mason Akâidini ve Yahûdilikle münâsebetini ortaya koymuştuk…)
Onlar bir
tarafa, sâdece 4. Derecenin Ritüelindeki şu ıkrârlarından dahi aysbergi tahmîn
etmek mümkündür:
“Bütün
siyasî fırkaların üstünde olarak, Masonluk, kendi prensipler statüsüne şu şartı
ve kaydı koymuştur: ‘Masonluk siyaset yapmaz.’ Aynı suretle bütün dinî
ayrılıkların da üstüne çıkarak, şu prensipi kabul etmiştir: ‘Masonluk, dinle
meşgul olmaz.’ ‘Siyaset yok, din yok’ demek, ‘parti farkı, mezhep farkı yok’
demektir. Kardeşlerim, Masonluğun asırlardan beri bu kaideyi tatbik eylediği ve
diğer taraftan hakikatte siyaset ve din üzerinde büyük tesirler icra ettiği
düşünülünce, hayrete düşmemek kabil değildir.” (Dünyada ve Türkiye’de Masonluk, Yayınlayanlar: Faruk Ülkü ve A.
Semih Yazıcıoğlu, İstanbul: Başak Ye., 1965, s. 76. Tenkîdî Zihniyetle mütâlaa
edilmek şartıyle, Masonluğun hakîkî mâhiyeti hakkında mühim bir kaynak olan bu
kitab, Enver Necdet Egeran ekibiyle zıdlaşarak 1966’da Türkiye Büyük Mason
Mahfili’ni têsîs eden “Liberal” Masonlardan bir hey’et tarafından
hazırlanmıştır. Bu kaynağa, metnimizde, DTM
şeklinde kısaltarak atıfta bulunuyoruz.)
Masonluğun Dünyâ
Hükûmeti, sahîh bir Cumhûriyet midir?
Pek çok Mason müellif arasında
Albert Lantoine’ın da Anderson Nizâmnâmesi’ne ve Ramsay’nin Nutku’na istinâden
ifâde ettiği gibi, Masonluğun en büyük emeli, “Cihânşümûl Dîn” ile berâber
“Cihânşümûl Cumhûriyet”i têsîs etmekdir. Nitekim, Masonluğun esâsî metinlerinden
olan Ramsay’nin Nutku’nda bu emel kuvvetle tebârüz ettirilmiştir:
“Bütün
dünyâ, her milletin bir âilesi ve her ferdin bir çocuğu olduğu büyük bir
Cumhuriyettir. Bizim Cem’iyetimiz, evvel emirde, insanın tabîatinden neş’et
eden bu hayâtî şiârları yaşatmak ve yaymak için têsîs edilmiştir. Aydın
fikirli, mülâyim huylu ve mûnis mizâclı bütün insanları, sâdece Güzel San’atler
aşkıyle değil, bundan da fazla olarak, büyük fazîlet, ilim veyâ dîn umdeleri
etrâfında bir araya getirmek istiyoruz. Öyle ki Cem’iyetimizin menfâati bütün
beşer nev’inin de menfâati olsun, sînesinde bütün milletler sağlam bilgiler
edinsin, bütün krallıkların tebaaları, vatanlarından vazgeçmeksizin,
birbirlerini sevip saysınlar. […]
“İşte
Haçlı ecdâdımız, öyle bir müessese tahayyül ettiler ki onun yegâne gayesi, daha
iyi olmak için, akılları ve kalbleri bir araya getirmek ve gelecek asırlarda,
yüksek mânevî değerlerle mücehhez bir millet teşkîl etmekdir. Tâbiiyetinde
bulunulan Devlete karşı vazîfelerinden kaçmadan, fazîlet ve ilim bağı sâyesinde
birbiriyle kaynaşmış, birçok milletten müteşekkil yeni bir millet…” (Chevalier
de Ramsay’nin Nutku’ndan, Ligou 1977: 82-83)
Maâlesef,
hakîkaten demokratik, hakîkaten cumhûrî olsa alkışlanabilecek bu projede de
ikiyüzlülükle karşılaşıyoruz: Zîrâ, gaye olarak takdîm edilen Cihânşümûl
Cumhûriyet, tam tekmîl İnsan Haklarına müstenid, bütün milletlerin hakkaniyetle
temsîl edileceği bir Dünyâ Devleti veyâ Hükûmeti olmıyacak, dümen, yine bir Mason
[ve elbette Siyonist] imtiyâzlı zümrenin (elitin) elinde bulunacaktır.
Lantoine, yukarıda naklettiğimiz vechiyle, bunu açıkça ifâde ediyor:
“Kraliçesi
Akıl ve Yüksek Şûrâsı Hakîmler Meclisi olacak Cihânşümûl ve Demokratik bir
Cumhûriyet…”
Buna
mümâsil sûrette, Üstâd-ı Âzam Egeran da:
“Masonun,
yaşadığı topluluk içinde daima en yüksek mevkilere getirilmesi normal
karşılanmalıdır.” ve “Disiplinli dayanışma, Masonların en büyük kuvvetidir.”
diyor. (Egeran 1972: 184, 185)
Kezâ, “Masonik
çalışmalarla yarım asırdan fazla bir zaman zarfında uzun ve nuranî sakalını
ağartmış olan Arthur Groussier Üstadın” (1863 - 1957) îkazıyle de, Masonluğun
en mühim bir vazîfesi, dünyâya istikamet verecek bir elit yetiştirmekdir:
“Masonlar
müessesesi, harekâtıyle, gösterdiği misâllerle insanlara rehberlik edecek bir ‘élite’ hazırlamakla mükelleftir.”
(İbrahim Memduh Seydol, “ ‘Élite’in Bir Cem’iyet Hayatında Oynadığı Rol”, Türk Mason Dergisi, İstanbul, yıl 5,
Ekim 1955, No 20, s. 1051)
Masonluk, bir
“ahlâk mektebi” midir? Münâfık olan, fazîletli olabilir mi? Hurâfecilik ve şahısperestlik,
İlmî Zihniyetle kabil-i têlîf midir?
Hâkim Büyük Âmir (veyâ Suvren Gran
Komandör) Dr. Selâmi Işındağ, têlîf ettiği bir kitabda (Masonluk Bir Ahlâk Okuludur, İstanbul: Özal Basımevi, 1985,
12,5x19,5 cm, 112 s.), Masonluğun bir “ahlâk mektebi” olduğunu iddiâ ediyor…
Hâlbuki
serâpâ “bir ahlâk mektebi” olduklarına nasıl îtibâr edilebilir ki, yukarıdaki
misâllerden de anlaşılabileceği vechiyle, fikir sistemleri de, teşkîlâtları da
ikiyüzlülük ve Münâfıklık üzerine kuruludur, yânî kendilerini hakîkatte
olduklarından başka türlü gösteriyorlar… Münâfıklık ve riyâkârlık ise, en büyük
bir ahlâksızlıktır.
Dahası,
“akl-ü-hikmet”i, “müsbet ilimler”i rehber edindikleri iddiâsındadırlar… İlim
Zihniyetine sâhib bir insan, remzî mânâlar atfederek olsa dahi, Ritüellerde,
âyin veyâ merâsimlerde yer alan bütün o hurâfelere îtibâr eder mi?
O
isrâiliyâtla Localarda tiyatro oynar mı?
Bunlarla
Hakîkate ulaşabileceğini, ahlâkî fazîletler kazanacağını düşünebilir mi?
Dahası,
Millete, (Hukukun Küllî Kaidelerine mugayir ve İnsan Haklarını ihlâl eden) 5816
gibi bir hukuk ucûbesini dayatır, Mustafa Kemâl’i bir put, Kemalizmi aslâ
tartışılamıyan bir dogma hâline getirebilir, onun totaliter ideoloji ve
rejimine taassubla sâhib çıkıp tasfiyesi önüne kaya gibi dikilebilir mi,
heykellerine arz-ı ubûdiyet edecek kadar iptidâîleşebilir mi?
Ve
hakîkaten müsâmaha (tolérance) ahlâkına sâhib olsalar, başkalarının
haklarını ihlâl etmeden, inancına göre yaşamak ve (aynen kendilerinin, Memleket
işlerine karışmayı bir hak ve vazîfe telakkî etmeleri gibi) Memleket işlerinde
inancına uygun düşen fikirlerini Milletin tercîhine arzetmek istiyen
Müslümanları, biteviye Laiklik (yânî Ateizm ve vicdânlara tahakküm) palasını
sallıyarak, “İrticâ” yaygarası kopararak engellemiye çalışırlar mıydı? Bir
asırdır bunu yapmıyorlar mı, Sabataî kardeşleriyle berâber, sürüp giden
Kemalist mezâlimin baş aktörleri arasında yer almıyorlar mı?
Mustafa Kemâl’in “ameleleri”, “askerleri”,
âbidleri
Bilâhare İstanbul Vâli ve Belediye
Reîsliği, Îmâr ve İskân ve Sıhhiye Vekîllikleri yapan Tıb Ord. Prof. Dr.
Fahreddin Kerim Gökay’ın, Murat Mahfili’ne 2. def’a Üstâd-ı Muhterem intihâb
edilince, bu vesileyle îrâd ettiği Nutkundan okuyoruz:
“Türk masonluğu,
kendi uzviyetini kuvvetlendirirken, memlekette doğan İnkılâp Güneşinin nuruyla
daima aydınlanmayı gaye bilmiştir. […] …Türk Masonluğu, Büyük İnkılâpçının
yolunda yürüyen amelelerdir! İşte Masonluğumuzun hayatiyetindeki sırlardan biri
de, bizim için en büyük ülkü olan, fakat yerine getirilemiyen dileklerimizin
Büyük Türk tarafından yaratılan İnkılâp İdeolojisinde mevcut olmasıdır. Bir
kumandan için matlup olan şey, kendisine ve mefkûresine iman etmiş askerlere
malikiyet değil midir? Türk Masonları, İnkılâp yolunda Gazi’nin en sadık, en
disiplinli askerleridir! Siyasî kanaatleri ne olursa olsun, Gazi yolunda bütün
Masonlar tek cephelidir! O cephenin parolası, Gazi’nin şahsında İnkılâp
ışığıdır. Bu ışığı Masonlar canları kadar severler.” (Büyük Şark,
Ocak-Şubat 1934, sayı 14, s. 9)
Kezâ,
Üstâd-ı Âzam (ve hep bir Münâfıklık ve makyavelist siyâsetci nümûnesi olarak
ibretle hatırlanacak olan Süleyman Demirel’in Bilgi Locası’ndan akadaşı) Şekûr
Okten konuşuyor:
“Biz O’nu [Mustafa
Kemâl’i] her gün kutluyoruz, çünkü Mabetlerimizde her gün tekrarladığımız
sözler, O’nun ağzından çıkmış gibidir.” (“Büyük Üstâd Mesajı”ndan, Mimar
Sinan’ın “100. Doğum Yıldönümü” fevkalâde nüshası, 1981, sayı: 41, ss. 4-6)
Daha şânlı
bir başka Üstâd-ı Âzam ve Âmir-i Hâkim-i Âzam, Tıb Prof. Dr. Mim Kemal Öke,
temsîl ettiği kudsî meslekle tezâd hâlinde tam bir iptidâîlik örneği ortaya
koyuyor; öyle ki onun nâmına biz hicâb duyuyoruz:
“…Atatürk
bütün vatandaşları bir ideal etrafında, bir gaye yolunda birleştiren âdeta bir
din yaratmıştı… Hiç bir memlekette, hiçbir dinde, hiçbir rejimde, hiçbir
devirde ilâhî bir kudret gibi insanları istisnasız şahsına bağlamış ne bir
padişah, ne bir kral, ne bir âlim, ne de bir filozof tanımıyorum [tanıyorum].
Sanki o, bin bir felâketten felâkete sürüklenmiş bedbaht Türk milletinin
kurtarıcısı olarak gökten inmiş bir kudretti...
“Millet
ona bağlandı, millet ona âdeta tapındı… […]
“Atatürk
memlekete zaferler kazandırmış bir kumandan olmakla beraber ne cihangir olmak
sevdasına kapıldı, ne de bu kuvvetini memleketin hattâ bütün muztarip
beşeriyetin refah ve saadeti haricinde bir gaye uğrunda kullandı!... […]
“Beşeriyet
bu kadar asîl ve insanî bir heyecanla kalbi çarpan bir insana tapınmaz mı? […]
“Muhtelif
cephelerde düşmanlarla çarpışarak zaferden zafere koştun; en nihayet istiklâl
savaşında Türk milletinin hayatını kurtardın!... Kökleşmiş bir saltanatı
devirdin, onun yerine halk hâkimiyetini tanıyan yepyeni bir rejim kurdun!...
İşte bütün bunlar senin dehânın, enerjinin, memleket severliğinin bugün
sarsılmaz birer âbidesi olarak gözümüz önünde duruyor!...
“İlh…”
(“Prof. Mim. Kemal’in hitabesi”, Vakit,
11.11.1941, s. 2)