Dolar (USD)
34.07
Euro (EUR)
38.11
Gram Altın
2828.47
BIST 100
9870.43
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Yahûdîlik-Masonluk münâsebeti (8)

İmâm-ı Gazâlî devrinde de Allâh’tan müstağnî olma iddiâsında bulunan sapkınlar mevcûddu

Masonluğun –bilhassa kendileri gibi “münevver” insanlar hakkında- bu “kendine yetme, kendi hayâtının veyâ bir memleketin ictimâî hayâtının tanzîminde Allâh’tan müstağnî olma” iddiâsı, aslında hiç de yeni değildir; hattâ bunun en azından bin senelik bir mâzîsi vardır. İmâm-ı Gazâlî’nin (1058-1111; Rahmetullâhi aleyh) aşağıdaki satırları, onun devrinde de böyle aklıevvel feylesof veyâ münevver taslaklarının mevcûd olduğunun şâhididir; mâmâfih, insanlar bizim devrimizdeki kadar şımarmış, haddini aşmış olmadıklarından bunların sayısının bugünkilere nisbetle pek cüz’î olduğu tahmîn edilebilir:

“(Şerîatin emirlerini yerine getirmekte kusûr edenlerden) birisi de şöyle diyor: Bunu birini taklîd ederek yapmıyorum. Ben felsefe ilmini okudum. Nübüvvetin hakîkatini inkâr ettim. Gördüm ki bunun netîcesi hikmet ve maslahata dayanıyor. İbâdetlerden maksad, halkın avâm kısmını zaptetmek, onları birbirini öldürmekten, çekişmekten, nefsânî arzûlarına dalmaktan korumaktır. Ben câhil halktan değilim ki dînin emirlerine muhâtab olayım. Ben hakîmlerdenim, hikmete uyarım. Onunla hakîkati görürüm. Kimseyi taklîd etmiye ihtiyâcım yok…” (İmâm-ı Gazâlî, El-Munkızu min’ed-dalâl, Müt.: S. Şeref, Ahmed Dâvudoğlu, H. Tural, İstanbul: Cağaloğlu Ye., 1970, s. 80)

Hakîkatte ise, bu, bir küstâhlıktan, haddini bilmezlikten başka bir şey değildir. İnsanoğlunun kendi kendine kifâyet ettiğini söyleyenler, Allâh’a ve Vahyî İrşâda ihtiyâc duymıyanlar, fırtınaya yakalanmış pusulasız bir gemi misâlidirler: âkıbet, felâket mukadderdir. Onları şeytan kolayca iğfâl eder, yaptıkları fâhiş hatâları süsler de gözlerine güzel gösterir; mütemâdiyen bir hatâdan dîğerine sürüklenirler; reylerinde bâzan isâbet etseler de, hayâtları bir küll olarak kaybedilmiş bir imtihândır.

Bu kimseler, aynı zamânda, pek zâlimdirler; zîrâ hiç hakları olmadığı hâlde, Allâh’a ve O’nun Teblîğine muhtâc olmadıklarını iddiâ etmekle, bütün eksikliklerine, zavallılıklarına rağmen İlâhlık taslamış, kendilerini bilfiil İlâhlaştırmış olurlar. Hâlbuki bu derece (ki bu, sonsuz derece demektir) kibre sapan, kendini Nemrûd gibi İlâh makamında görende, fazîlet ne arar, insanlara ondan ne hayır umulur? Onların insanlara “hayır” diye yaptıkları da mihnet doludur; yüksek ihtimâlle istismâr niyetiyledir; gösteriş içindir; daha büyük bir maddî-mânevî menfâat elde etmek maksadıyledir, ilh… Aynen Yüce Rabb’imizin buyurduğu gibi:

“Aman ha, kendini (Allâh’tan) müstağnî gören insan, muhakkak tuğyân eder! (Kellâ innel insâne le yatğâ, en raâhustağnâ)” (Alâk Sûresi -96-: 6-7) [“Müstağnî gören”: Kendini kendine yeterli gören, ihtiyâc duymıyan. “Tuğyân”: Haddini aşma, azgınlık, taşkınlık, isyân etme, Tâğût’a, âsî, azgın şeytâna uyma.]

Dahası, bu kimseler ne kadar aksini iddiâ ederlerse etsinler, mânen yalnızdırlar; insanın kalben yalnız olması ise, dehşet vericidir, çıldırtıcıdır. Allâh-ü Teâlâ ne güzel buyurmuştur:

“Onlar îmân etmişler ve kalbleri Zikrullâhla tatmîn olmuştur. Hakîkaten kalbler ancak Zikrullâhla tatmîn olur! (Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh. E lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb.)” (Râd Sûresi -13-: 28) [“Tatmîn olur”: Yatışır, sükûnet, huzûr bulur.] (“Mustafa Kemâl’in Masonluğunda Merâk Edilen Mes’ele: Nîçin Loca Matrikülünde İsmi Yok?”, Yeni Söz, 7.2-15.4.2018, her gün tam sayfa 68 tefrikadan)

1_9e2e1c8db522449db8eeeb3ebd5e5fc7.jpg

(Yesevîzâde, Laisizm; İlme Göre Dîn-Dünyâ Münâsebeti, İstanbul: Hakîkati Arayış Neşriyâtı, Zaman Dağıtım, 1986, 24 cm, s. 53. İşbu kitabımız, Kenan Yabanigül ve arkadaşları tarafından neşredilmiştir. Kendilerini şükrânla, muhabbetle yâdediyoruz.)

1789 Fransız İhtilâlini tâkîben, 10 Kasım 1793’te Notre-Dame Katedrali’nde icrâ edilen (masonî) “Akla Tapınış” âyini… Kendini Allâh’tan müstağnî gören sakîm zihniyet, şeytanın oyuncağı oluyor ve en büyük dalâletlere sürükleniyor…

***

Laikliğin en mûteber târifleri

“Laik” ve “Laiklik”in Fransızların en îtibârlı lugatleri olan Le Petit Robert'deki şu târiflerinden dahi (ki bunlar, bu mes'elede, en umûmî, en fazla kabûl görmüş târiflerdir) yukarıdaki tesbîtilerimiz kolaylıkla istidlâl edilebilir:

“Laik: Hiçbir dînî mensûbiyeti bulunmıyan (veyâ tersinden söylersek, her çeşid dînî mensûbiyetten –inancdan, mezhebden- âzâde olan -müstağnî olan da denebilir- veyâhud her çeşid dînî inancdan müstakill olan) (“Laïc, laïque: Qui est indépendant de toute confession religieuse”; “État laïque: Lâdînî veyâ dînî mensûbiyeti olmıyan Devlet”; “Enseignement laïque: Lâdînî tedrîsât, öğretim; dînle münâsebeti olmıyan tedrîsât”; zıddı: “Enseignement confessionnel: Dînî tedrîsât”);

“Laiklik: Siyâsî cem'iyet ile dînî cem'iyetin ayrılığı esâsı –umdesi-; öyle ki mütekâbilen, Devlet dîne, dîn de Devlete aslâ müdâhil olmaz” (“Laïcité: Principe de séparation de la société civile et de la société religieuse, l'État n'exerçant aucun pouvoir religieux et les Églises aucun pouvoir politique”).

Laikliğin alternatifi, Vicdân Hürriyetidir

Binâenaleyh Müslümanlık, en müsâmahakâr hâl̃iyle dahi Laikliği benimsiyemez, tasvîb, tecvîz edemez; aksi hâl̃, kendini inkâr olurdu…

Buna mukâbil, İslâm, laik, yâni dünyevî, yâni materyalist felsefeyi benimsemiş insanlara hayât hakkı tanıyabilir ve iktidâr yarışına katılmalarını kabûl edebilir… Yeter ki bu zihniyette olan insanlar, totaliter ve şiddetçi (siyâsî iktidâr olmak için şiddeti, darbeci veyâ ihtilâlci faâliyetleri meşrû bir vâsıta olarak gören) bir düşünce tarzına sâhib olmasınlar; bilakis, Müslümanların kendileriyle müsâvî vatandaşlık haklarına sâhib olduklarına kanî, -halkın ekseriyetinin rızâsını kazanmak ve herkesin Temel İnsan Hak ve Hürriyetlerini gözetmek şartıyle- hükûmet olabileceklerine râzı bulunsunlar…

Yine bu mülâhazalar muvâcehesinde, Laikliğin, İnsan Haklarına muhâlif olduğu meydandadır: Bâhusûs Vicdân ve İfâde Hürriyetleri ile Cumhûrî Hükûmet umdesine…

Zîrâ Laiklik umdesi, yukarıda da tasrîh ve îzâh ettiğimiz vechiyle, münhasıran dünyevî ideoloji, felsefe veyâ siyâsî cereyânlara teşrî faâliyetinde ve memleket idâresinde iştirâk ve birbirleriyle yarış hakkı tanıyor… Peki, nîçin? Umûmiyetle, bu kâidenin esbâbımûcibesi olarak, dîn kavgalarına mâni olmak endîşesi gösteriliyor… Hâlbuki, şu son iki asır zarfında dahi, İnsanlık, dünyevî ideolojilerin kavgalarından hiç de daha az zarâr görmüş değil!

Zâten beşer tasavvuru olan ideolojiler, felsefeler, siyâsî cereyanlar da, geniş mânâda birer dîndirler… Mâmâfih, dünyevî dînler…

Son iki asrın on milyonlarca insanın ölümüne ve memleketlerin harâbeye dönmesine sebeb olan ideolojik-siyâsî mücâdelelerine dikkat edilirse, bu felâketlerin, esâs îtibâriyle, totaliter, hodbîn, şoven, ırkçı veyâ zümreci siyâsî hareketlerin eseri olduğu görülür. Hem memleketimize, hem dünyâya sulh ve tesânüdün hâkim olmasını istiyorsak, asıl bu çeşid ideolojilerle mücâdele etmeli ve onların önünü kesmiye çalışmalıyız…

Öyleyse dîn kavgalarına mâni olmak gibi bir esbâbımûcibeye istinâden uhrevî (semâvî, v.s.) dînlerin iktidâr mücâdelesine ve teşrî faâliyetine iştirâklerine mâni olmak mâkûl değildir…

Masonluk, aynen (zâten kendinde mündemic olan) Kemalizm gibi, Laiklik umdesiyle, Vicdân Hürriyetini reddetmiş oluyor

Umûmî kâide olarak, bir insan, inancı neyse, ona göre yaşamıya çalışır. Bu hayât tarzı, başkalarına zarâr vermiyorsa, onu yasaklamak, büyük zulümdür.

Her siyâsî hareket, hakka müstenid olduğu inancıyle, iktidâra geçip kendi hükûmet programını tatbîk etmek emelindedir. Dünyevî bir felsefeden kaynaklanan bir siyâsî harekete meşrûiyet tanıyıp dînî bir inancdan kaynaklanan bir siyâsî hareketi gayr-i meşrû addetmek, Materyalist Zihniyetin insanlara cebren ve hîleyle kendisini dayatması, herkesi Materyalist olmıya icbâr etmesi demekdir. Dînî inanc mensûbları, böyle bir zulme boyun eğerlerse, bu teslîmiyetci tavır, bir müddet sonra kendilerinin veyâ kendilerinden sonraki nesillerin inanclarını kaybetmeleriyle netîcelenecekdir. Zîrâ îmân ve amel, başa baş yürür, birbirlerini takviye ederler; birindeki zaaf, dîğerinde de zaafa sebebiyet verir; mütemâdiyen amelsiz kalan îmân, bir müddet sonra zevâle mahkûm olur… Hem zâten, ictimâî hayât içinde bilfiil yaşanmıyan bir inancın varlığı ile yokluğu birdir…

Şu hâlde Laik Zihniyet, riyâkârca tâbiyelerle herkesi Materyalist olmıya zorluyor, herkesin kendi hür irâdesiyle inacını seçmesine imkân tanımıyor, hâsılı Vicdân Hürriyetini ihlâl ediyor demekdir…

Bilakis, bir cem'iyette, Laikliğe alternatif olarak, tam tekmîl Vicdân Hürriyetinin tanınması, o cem'iyette gerginlikleri, çatışmaları asgarî seviyeye indirir ve farklı inanc sâhiblerinin sulh, hattâ dostluk içinde bir arada yaşamasına imkân verir.

Bir memlekette, husûsen Vicdân Hürriyetinin muktezâsı olarak, İnsan Haklarını (1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyânnâmesi'ni) tanımıyan veyâ ihlâl eden, ihtilâlci, şiddetci, cinsî sapıklık ve sâir ahlâksızlıklar tarafdârı ideolojiler, felsefeler, siyâsî hareketler hâric, bütün dînî veyâ dünyevî mâhiyetteki siyâsî hareketlere iktidâr için yarışma ve ekseriyetin rızâsını kazanarak –Temel İnsan Hak ve Hürriyetlerini ihlâl etmeden, ekalliyette kalan toplulukların haklarına tecâvüz etmeden- hükûmet olma imkânı tanınmışsa, orada cumhûrî (“démocratique”) nizâm hâkim demekdir…

İşte başta Vicdân Hürriyeti olmak üzere bütün İnsan Haklarının Devletin têmînâtı altında olduğu hakîkaten cumhûrî bir nizâmda, Müslümanlar da, kendi hüviyetleriyle siyâset yapacak, halkın ekseriyetinin rızâsını kazanarak hükûmet olabilecek, Îmânlarından aldıkları ilhâmla bütün Milletin, hattâ bütün İnsanlığın maslahatına olacak teşrî faâliyetlerinde bulunabileceklerdir…

Hâlbuki Laikliğe alternatif olan ve esâs îtibâriyle Vicdân Hürriyetine istinâd eden böyle bir nizâmın têsîs edilebilmesi için ilk şart, Kemalizmin tahakkümüne son verilmesi, Kemalist Totaliter Rejimin tasfiye edilmesidir… (Memleketimizde Kemalizm, dîğer memleketlerde –ister Ateist, ister “İsl̃âmî” veyâ başka “dînî” kılıklı- dîğer totaliter rejimler…) (Yeni Söz, 6.12.2019/436’dan naklen)

Kemalizmi putlaştıran Masonlar ve sâir Fanatik Kemalistler buna râzı olabilecekler mi?

Kemalizm, Anadolu Milletinin afyonudur. Milletimiz ondan kurtulmadıkça, târihî şahsıyetine kavuşamıyacak ve kendi şahsıyetiyle, İlim ve Medeniyet yolunda, dîğer milletlerle yarışamıyacaktır.

Kanâatimiz budur; mesnedi de, son on küsûr senedir yaptığımız binlece sayfalık mevsûk Antikemalist neşriyâttır…