Yahûdîlik-Masonluk münâsebeti (8)
İmâm-ı Gazâlî devrinde de Allâh’tan müstağnî olma iddiâsında bulunan sapkınlar mevcûddu
Masonluğun –bilhassa kendileri gibi
“münevver” insanlar hakkında- bu “kendine yetme, kendi hayâtının veyâ bir
memleketin ictimâî hayâtının tanzîminde Allâh’tan müstağnî olma” iddiâsı,
aslında hiç de yeni değildir; hattâ bunun en azından bin senelik bir mâzîsi
vardır. İmâm-ı Gazâlî’nin (1058-1111; Rahmetullâhi aleyh) aşağıdaki satırları,
onun devrinde de böyle aklıevvel feylesof veyâ münevver taslaklarının mevcûd
olduğunun şâhididir; mâmâfih, insanlar bizim devrimizdeki kadar şımarmış,
haddini aşmış olmadıklarından bunların sayısının bugünkilere nisbetle pek cüz’î
olduğu tahmîn edilebilir:
“(Şerîatin emirlerini yerine
getirmekte kusûr edenlerden) birisi de şöyle diyor: Bunu birini taklîd ederek
yapmıyorum. Ben felsefe ilmini okudum. Nübüvvetin hakîkatini inkâr ettim.
Gördüm ki bunun netîcesi hikmet ve maslahata dayanıyor. İbâdetlerden maksad,
halkın avâm kısmını zaptetmek, onları birbirini öldürmekten, çekişmekten,
nefsânî arzûlarına dalmaktan korumaktır. Ben câhil halktan değilim ki dînin
emirlerine muhâtab olayım. Ben hakîmlerdenim, hikmete uyarım. Onunla hakîkati
görürüm. Kimseyi taklîd etmiye ihtiyâcım yok…” (İmâm-ı Gazâlî, El-Munkızu min’ed-dalâl, Müt.: S. Şeref,
Ahmed Dâvudoğlu, H. Tural, İstanbul: Cağaloğlu Ye., 1970, s. 80)
Hakîkatte ise, bu, bir küstâhlıktan,
haddini bilmezlikten başka bir şey değildir. İnsanoğlunun kendi kendine kifâyet
ettiğini söyleyenler, Allâh’a ve Vahyî İrşâda ihtiyâc duymıyanlar, fırtınaya
yakalanmış pusulasız bir gemi misâlidirler: âkıbet, felâket mukadderdir. Onları
şeytan kolayca iğfâl eder, yaptıkları fâhiş hatâları süsler de gözlerine güzel
gösterir; mütemâdiyen bir hatâdan dîğerine sürüklenirler; reylerinde bâzan
isâbet etseler de, hayâtları bir küll olarak kaybedilmiş bir imtihândır.
Bu kimseler, aynı zamânda, pek
zâlimdirler; zîrâ hiç hakları olmadığı hâlde, Allâh’a ve O’nun Teblîğine muhtâc
olmadıklarını iddiâ etmekle, bütün eksikliklerine, zavallılıklarına rağmen
İlâhlık taslamış, kendilerini bilfiil İlâhlaştırmış olurlar. Hâlbuki bu derece
(ki bu, sonsuz derece demektir) kibre sapan, kendini Nemrûd gibi İlâh makamında
görende, fazîlet ne arar, insanlara ondan ne hayır umulur? Onların insanlara
“hayır” diye yaptıkları da mihnet doludur; yüksek ihtimâlle istismâr
niyetiyledir; gösteriş içindir; daha büyük bir maddî-mânevî menfâat elde etmek
maksadıyledir, ilh… Aynen Yüce Rabb’imizin buyurduğu gibi:
“Aman ha, kendini (Allâh’tan)
müstağnî gören insan, muhakkak tuğyân eder! (Kellâ innel insâne le yatğâ, en
raâhustağnâ)” (Alâk Sûresi -96-: 6-7) [“Müstağnî gören”: Kendini kendine
yeterli gören, ihtiyâc duymıyan. “Tuğyân”: Haddini aşma, azgınlık, taşkınlık,
isyân etme, Tâğût’a, âsî, azgın şeytâna uyma.]
Dahası, bu kimseler ne kadar aksini
iddiâ ederlerse etsinler, mânen yalnızdırlar; insanın kalben yalnız olması ise,
dehşet vericidir, çıldırtıcıdır. Allâh-ü Teâlâ ne güzel buyurmuştur:
“Onlar îmân etmişler ve kalbleri
Zikrullâhla tatmîn olmuştur. Hakîkaten kalbler ancak Zikrullâhla tatmîn olur!
(Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh. E lâ bi zikrillâhi
tatmainnul kulûb.)” (Râd Sûresi -13-: 28) [“Tatmîn olur”: Yatışır, sükûnet,
huzûr bulur.] (“Mustafa Kemâl’in Masonluğunda Merâk Edilen Mes’ele: Nîçin
Loca Matrikülünde İsmi Yok?”, Yeni Söz, 7.2-15.4.2018, her gün tam
sayfa 68 tefrikadan)
(Yesevîzâde, Laisizm;
İlme Göre Dîn-Dünyâ Münâsebeti, İstanbul: Hakîkati Arayış Neşriyâtı, Zaman
Dağıtım, 1986, 24 cm, s. 53. İşbu kitabımız, Kenan Yabanigül ve arkadaşları
tarafından neşredilmiştir. Kendilerini şükrânla, muhabbetle yâdediyoruz.)
1789 Fransız İhtilâlini tâkîben, 10 Kasım 1793’te
Notre-Dame Katedrali’nde icrâ edilen (masonî) “Akla Tapınış” âyini… Kendini
Allâh’tan müstağnî gören sakîm zihniyet, şeytanın oyuncağı oluyor ve en büyük
dalâletlere sürükleniyor…
***
Laikliğin en
mûteber târifleri
“Laik” ve
“Laiklik”in Fransızların en îtibârlı lugatleri olan Le Petit Robert'deki
şu târiflerinden dahi (ki bunlar, bu mes'elede, en umûmî, en fazla kabûl görmüş
târiflerdir) yukarıdaki tesbîtilerimiz kolaylıkla istidlâl edilebilir:
“Laik: Hiçbir dînî
mensûbiyeti bulunmıyan (veyâ tersinden söylersek, her çeşid dînî mensûbiyetten
–inancdan, mezhebden- âzâde olan -müstağnî olan da denebilir- veyâhud her çeşid
dînî inancdan müstakill olan) (“Laïc, laïque: Qui est indépendant de toute
confession religieuse”; “État laïque: Lâdînî veyâ dînî mensûbiyeti olmıyan
Devlet”; “Enseignement laïque: Lâdînî tedrîsât, öğretim; dînle münâsebeti
olmıyan tedrîsât”; zıddı: “Enseignement confessionnel: Dînî tedrîsât”);
“Laiklik: Siyâsî
cem'iyet ile dînî cem'iyetin ayrılığı esâsı –umdesi-; öyle ki mütekâbilen,
Devlet dîne, dîn de Devlete aslâ müdâhil olmaz” (“Laïcité: Principe de
séparation de la société civile et de la société religieuse, l'État n'exerçant
aucun pouvoir religieux et les Églises aucun pouvoir politique”).
Laikliğin alternatifi, Vicdân Hürriyetidir
Binâenaleyh
Müslümanlık, en müsâmahakâr hâl̃iyle dahi Laikliği benimsiyemez, tasvîb, tecvîz
edemez; aksi hâl̃, kendini inkâr olurdu…
Buna mukâbil, İslâm,
laik, yâni dünyevî, yâni materyalist felsefeyi benimsemiş insanlara hayât hakkı
tanıyabilir ve iktidâr yarışına katılmalarını kabûl edebilir… Yeter ki bu
zihniyette olan insanlar, totaliter ve şiddetçi (siyâsî iktidâr olmak için
şiddeti, darbeci veyâ ihtilâlci faâliyetleri meşrû bir vâsıta olarak gören) bir
düşünce tarzına sâhib olmasınlar; bilakis, Müslümanların kendileriyle müsâvî
vatandaşlık haklarına sâhib olduklarına kanî, -halkın ekseriyetinin rızâsını
kazanmak ve herkesin Temel İnsan Hak ve Hürriyetlerini gözetmek şartıyle-
hükûmet olabileceklerine râzı bulunsunlar…
Yine bu mülâhazalar
muvâcehesinde, Laikliğin, İnsan Haklarına muhâlif olduğu meydandadır: Bâhusûs
Vicdân ve İfâde Hürriyetleri ile Cumhûrî Hükûmet umdesine…
Zîrâ Laiklik umdesi,
yukarıda da tasrîh ve îzâh ettiğimiz vechiyle, münhasıran dünyevî ideoloji,
felsefe veyâ siyâsî cereyânlara teşrî faâliyetinde ve memleket idâresinde
iştirâk ve birbirleriyle yarış hakkı tanıyor… Peki, nîçin? Umûmiyetle, bu
kâidenin esbâbımûcibesi olarak, dîn kavgalarına mâni olmak endîşesi
gösteriliyor… Hâlbuki, şu son iki asır zarfında dahi, İnsanlık, dünyevî
ideolojilerin kavgalarından hiç de daha az zarâr görmüş değil!
Zâten beşer
tasavvuru olan ideolojiler, felsefeler, siyâsî cereyanlar da, geniş mânâda
birer dîndirler… Mâmâfih, dünyevî dînler…
Son iki asrın on milyonlarca
insanın ölümüne ve memleketlerin harâbeye dönmesine sebeb olan ideolojik-siyâsî
mücâdelelerine dikkat edilirse, bu felâketlerin, esâs îtibâriyle, totaliter,
hodbîn, şoven, ırkçı veyâ zümreci siyâsî hareketlerin eseri olduğu görülür. Hem
memleketimize, hem dünyâya sulh ve tesânüdün hâkim olmasını istiyorsak, asıl bu
çeşid ideolojilerle mücâdele etmeli ve onların önünü kesmiye çalışmalıyız…
Öyleyse dîn
kavgalarına mâni olmak gibi bir esbâbımûcibeye istinâden uhrevî (semâvî, v.s.)
dînlerin iktidâr mücâdelesine ve teşrî faâliyetine iştirâklerine mâni olmak
mâkûl değildir…
Masonluk, aynen
(zâten kendinde mündemic olan) Kemalizm gibi, Laiklik umdesiyle, Vicdân
Hürriyetini reddetmiş oluyor
Umûmî kâide olarak,
bir insan, inancı neyse, ona göre yaşamıya çalışır. Bu hayât tarzı, başkalarına
zarâr vermiyorsa, onu yasaklamak, büyük zulümdür.
Her siyâsî hareket,
hakka müstenid olduğu inancıyle, iktidâra geçip kendi hükûmet programını tatbîk
etmek emelindedir. Dünyevî bir felsefeden kaynaklanan bir siyâsî harekete
meşrûiyet tanıyıp dînî bir inancdan kaynaklanan bir siyâsî hareketi gayr-i
meşrû addetmek, Materyalist Zihniyetin insanlara cebren ve hîleyle kendisini
dayatması, herkesi Materyalist olmıya icbâr etmesi demekdir. Dînî inanc
mensûbları, böyle bir zulme boyun eğerlerse, bu teslîmiyetci tavır, bir müddet
sonra kendilerinin veyâ kendilerinden sonraki nesillerin inanclarını
kaybetmeleriyle netîcelenecekdir. Zîrâ îmân ve amel, başa baş yürür,
birbirlerini takviye ederler; birindeki zaaf, dîğerinde de zaafa sebebiyet
verir; mütemâdiyen amelsiz kalan îmân, bir müddet sonra zevâle mahkûm olur… Hem
zâten, ictimâî hayât içinde bilfiil yaşanmıyan bir inancın varlığı ile yokluğu
birdir…
Şu hâlde Laik
Zihniyet, riyâkârca tâbiyelerle herkesi Materyalist olmıya zorluyor, herkesin
kendi hür irâdesiyle inacını seçmesine imkân tanımıyor, hâsılı Vicdân
Hürriyetini ihlâl ediyor demekdir…
Bilakis, bir
cem'iyette, Laikliğe alternatif olarak, tam tekmîl Vicdân Hürriyetinin
tanınması, o cem'iyette gerginlikleri, çatışmaları asgarî seviyeye indirir ve
farklı inanc sâhiblerinin sulh, hattâ dostluk içinde bir arada yaşamasına imkân
verir.
Bir memlekette,
husûsen Vicdân Hürriyetinin muktezâsı olarak, İnsan Haklarını (1948 Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Beyânnâmesi'ni) tanımıyan veyâ ihlâl eden, ihtilâlci,
şiddetci, cinsî sapıklık ve sâir ahlâksızlıklar tarafdârı ideolojiler,
felsefeler, siyâsî hareketler hâric, bütün dînî veyâ dünyevî mâhiyetteki siyâsî
hareketlere iktidâr için yarışma ve ekseriyetin rızâsını kazanarak –Temel İnsan
Hak ve Hürriyetlerini ihlâl etmeden, ekalliyette kalan toplulukların haklarına
tecâvüz etmeden- hükûmet olma imkânı tanınmışsa, orada cumhûrî (“démocratique”)
nizâm hâkim demekdir…
İşte başta Vicdân
Hürriyeti olmak üzere bütün İnsan Haklarının Devletin têmînâtı altında olduğu
hakîkaten cumhûrî bir nizâmda, Müslümanlar da, kendi hüviyetleriyle siyâset
yapacak, halkın ekseriyetinin rızâsını kazanarak hükûmet olabilecek,
Îmânlarından aldıkları ilhâmla bütün Milletin, hattâ bütün İnsanlığın
maslahatına olacak teşrî faâliyetlerinde bulunabileceklerdir…
Hâlbuki
Laikliğe alternatif olan ve esâs îtibâriyle Vicdân Hürriyetine istinâd eden
böyle bir nizâmın têsîs edilebilmesi için ilk şart, Kemalizmin tahakkümüne son
verilmesi, Kemalist Totaliter Rejimin tasfiye edilmesidir… (Memleketimizde
Kemalizm, dîğer memleketlerde –ister Ateist, ister “İsl̃âmî” veyâ başka “dînî”
kılıklı- dîğer totaliter rejimler…) (Yeni
Söz, 6.12.2019/436’dan naklen)
Kemalizmi
putlaştıran Masonlar ve sâir Fanatik Kemalistler buna râzı olabilecekler mi?
Kemalizm,
Anadolu Milletinin afyonudur. Milletimiz ondan kurtulmadıkça, târihî
şahsıyetine kavuşamıyacak ve kendi şahsıyetiyle, İlim ve Medeniyet yolunda,
dîğer milletlerle yarışamıyacaktır.
Kanâatimiz
budur; mesnedi de, son on küsûr senedir yaptığımız binlece sayfalık mevsûk
Antikemalist neşriyâttır…