Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Yahudilik-masonluk münasebeti (79)

Sivas’ta cereyân eden ikili görüşme hakkında Lord Kinross’ta birkaç satırlık bilgi buluyoruz:

“…Fransızlar, millî harekete karşı daha uzlaşıcı bir tutum takınmışlardı. Fransa’nın Suriye Yüksek Komiseri Georges-Picot, Sivasta iken Mustafa Kemal’i ziyarete gelmişti. Bu seyahati, ne Beyrut’un, ne de İstanbulun resmen onayından geçmemiş olmasına rağmen, Picot kendisini ‘Fransa Hükûmetinin Temsilcisi’ olarak tanıtmış, Kemal de onu öyle kabul etmişti. Fransız-Türk dostluğunun gelişmesi konusunda uzun uzun konuştular. Adana bölgesindeki karışık durumdan özellikle tedirgin olan Picot, burada barışın korunması için Kemal’in yardımcı olmasını istedi.

“Bu ziyareti ilk defa olarak yabancı bir devlet tarafından tanınma anlamına alan Kemal, kendini kuvvetli hissediyordu. […]

“Kemal, Fransızlar Kilikya’da gözleri olmadığını isbat edinceye kadar, Türklerin bağımsızlıklarını korumak için çarpışmaya devam edeceklerini söyledi.

“Picot, bu kararlı tutumun etkisi altında kaldı ve İstanbul Hükûmetine kıyasla Kemal’e daha iyi bir not verdi. Biraz sonra Paris gazetelerinde millî harekete karşı sempati gösteren yazılar çıkmaya başladı.” (Kinross 1966: I/316-317)

Fransa’yle münâsebetlerin seyri dahi, Hakîkati ifşâ eder mâhiyettedir

İşte Kemalist Harekete bu kadar sempatik davranan, onu muhâtab alan ve yaptığı müzâkerelerle onu dolaylı olarak tanıyan Fransa’nın ve onun şu Farmason Hükûmetinin, 10 Ağustos 1920’de “Sevr Muâhedesi”ne katılması nasıl îzâh edilebilir? Üstelik, hem Vahîdeddîn Han, hem de Fransız Devleti tarafından tasdîk edilmediği için keenlemyekûn hükmünde kalmış bir “Muâhede”…

Bunun Kemalist İhtilâlin muvaffakıyeti, Osmanlı’nın tasfiyesi için sahneye konulmuş bir oyun olduğunu anlamak için 7 Aralık 1919’da Georges-Picot/Mustafa Kemâl görüşmesinin sonrası daha da mânîdârdır: Mayıs 1920’de, 20 günlük mütâreke, Fransa’nın Kemalist Hükûmetle anlaşmaya vardığı 27 Şubat – 12 Mart 1921 Londra Konferansı, Haziran 1921’de Henri Franklin-Bouillon riyâsetindeki Fransız hey’etinin Eskişehir ve Ankara’da Mustafa Kemâl ve ekipiyle fevkalâde dostâne görüşmeleri (6 Haziran 1921’de Eskişehir’de, 9-27 Haziran 1921’de Ankara’da), 24 Eylûl – 20 Ekim 1921’de Franklin-Bouillon ve hey’etinin Ankara’da tekrâr müzâkereleri ve netîce olarak 20 Ekim 1921’de, Henri Franklin-Bouillon ile Hâriciye Vekîli Yûsuf Kemâl Bey’in (Tengirşenk) imzâlarını taşıyan Ankara Îtilâfnâmesi (Accord d’Angora)…

Mustafa Kemâl’in kaleminden Fransızlarla Mayıs 1920 Mütârekesi

Mayıs 1920’deki Mütâreke hakkında Mustafa Kemâl’in Tarih IV’ünde şu mâlûmât mündericdir:

“Cenuptaki Fransız askerî cephesine karşı vaziyet alan millî müfrezeler muvaffakıyetle muharebe ediyorlardı. Bozantıda Fransızları muhasara ile ricate mecbur ettiler. Maraşta, Urfada vaki olan ciddî çarpışmalar neticesinde, Fransızlar buralardan da çekilmek mecburiyetinde kalmışlardı. Nihayet 1920 senesi mayısında, yani Büyük Millet Meclisinin açılmasından az bir zaman sora, Fransızlar, yeni Türk Devletile temas ve müzakereye lüzum gördüler: Mayıs nihayetlerinde Suriye Fevkalâde Komiseri Muavininin riyaseti altında Ankaraya gelen bir Fransız Heyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti arasında, 20 günlük bir mütareke yapıldı.” (Tarih IV 1934: 60)

Mustafa Kemâl’in yorumlarıyle 20 Ekim 1921 Ankara Îtilâfnâmesi

Franklin-Bouillon’la müzâkereler ve onları tâkîb eden 20 Ekim 1921 Ankara Îtilâfnâmesi hakkında ise, aynı kitabda, Mustafa Kemâl’in yorumlarıyle berâber şu îzâhatı buluyoruz:

“Esas menfaatleri şark işlerinde İngiliz, Yunan ve İtalyanlarla tam itilâf halinde bulunmıyan Fransızlar, Sevr Muahedesinin aktinden üç ay evvel (Mayıs 1920) Kilikya cephesinde muvakkat bir mütareke aktederek Türk Millî Hükûmetile münasebata girişmiş ve zımnen yeni Türkiye Devletini bir siyasî mevcudiyet olarak kabul etmiş idiseler de, Millî Hükûmetin Fransızlarla münasebatı daha ileri götürmesi, mümkün olamamıştı. Ancak iki İnönü zaferleri kazanıldıktan ve Türk ordusu Eskişehir ve Kütahya muharebelerinde kıymetini gösterdikten ve Sovyet Rusya ile Moskova Muahedesi aktolundaktan soradır ki Fransa Cümhuriyeti Hükûmeti, sabık nazırlarından Mösyö Franklen Buyyon’u gayriresmî olarak Ankaraya gönderdi. 9 Haziran 1921 de Ankaraya vâsıl olan Fransız Murahhası ile Türk Mümessili Mustafa Kemal, Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey [Tengirşenk] ve Erkânıharbiye Reisi Fevzi Paşa huzurlarile iki hafta kadar müzakerede bulundu.

“Mustafa Kemal, Franklen Buyyonla müzakerede esas olarak ‘Misakı Millî’ muhteviyatını alıyor ve ‘Eski Osmanlı Devleti yerine yeni bir Türkiye Devleti vücuda gelmiştir, bunu tanımak lâzımdır…. Sevr Muahedesini dimağından çıkarmıyan devletlerle, itimat esasına müstenit muamelâta girişemeyiz. Bütün Türk milleti, Misakı Millîyi kabul etmiştir. Ona aleyhtar görünen zat (Padişah) ve tevabii mahdut ve milletçe malûmdur” diyordu.[…]

“Mösyö Franklen Buyyon Türk Milletinin emellerini anladı, fedakârlık derecesini gözü ile gördü. Bununla beraber Fransa Hükûmeti, Türklerle, Türklerin razı olabilecekleri gibi bir itilâfname aktinde, henüz mütereddit idi; daha bir şey anlamak istiyordu; Türk kuvvetinin, Yunan ileri yürüyüşünü durduracak derecede olup olmadığını! Nihayet Sakarya Meydan Muharebesi, Fransızların bu tereddünü izale etti. Sakarya zaferinden 37 gün sora Türkiye ile Fransa arasında ‘Ankara İtilâfnamesi’ denilen vesika imzalandı (20 Teşrinievel 1921). Bu itilâfnameye, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti namına Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey, Fransa Cümhuriyeti Hükûmeti namına Mösyö Franklen Buyyon imza atmışlardı.

“Ankara İtilâfnamesi, o güne kadar, yeni Türk Devleti aleyhine tek bir cephe teşkil etmiş görünen İtilâf Devletlerinin bu cephesini açıktan açığa bozmuştu. İtilâf Devletlerinin en mühimlerinden olan Fransa, yeni Türk Devletile bir itilâfname aktederek onun mevcudiyetini tanımış oluyordu.

“İtilâfnamenin ilk maddesile Türkiye ve Fransa arasında hali harbin nihayet bulduğu bildiriliyordu. Diğer maddelerile Kilikyanın Fransız askerleri tarafından tahliyesi ve Fransızlarda kalan İskenderon mıntakasında hususî bir idare tesis olunacağı, ve bu mıntakanın Türk ırkından olan sekenesi harslarının inkişafına mümanaat edilemiyeceği ve o mıntakada Türk lisanının mahiyeti resmiyeyi haiz olacağı taahhüt olunuyordu.

“Fransa ile harbin hitamı ve Kilikyanın tahliyesi, Türk vatanının kıymetli parçalarını düşman işgalinden kurtardığı gibi cenubuşarkî cephesinde bulunan Türk askerî kuvvetlerinin garp cephesine alınmasını mümkün kılıyordu; ve bu suretle Fransızların da dahil olduğu müttefikler tarafından Anadoluya saldıran ve o sırada bilhassa İngiltere iradesile hareket eden Yunanlılara karşı Türk cephesinin kuvvetlenmesine hizmet edilmiş oluyordu.

“Nihayet bu itilâfname ile, Türk millî emellerinin haklılığı ilk defa olarak garp devletlerinden birisi tarafından da resmen tasdik ve teslim olunmuş demekti. İtilâfnamenin aktini müteakip Türkiye ve Fransa, mütekabil mümessiller göndererek daimî, siyasî münasebata da girmiş oldular.” (Tarih IV 1934: 104-106)

Hâdiselerin Mustafa Kemâl tarafından muharref tasvîri

Fransa’yle münâsebetler hakkında bizim yukarıdan beri verdiğimiz mâlûmât göz önünde bulundurulduğunda, Tarih IV müellifinin, her seferinde hâdiseleri kendisini haklı çıkaracak sûrette tahrîf ederek nakil ve tefsîr ettiği hemen dikkati çekiyor…

Franklin-Bouillon’a: “Bütün Türk Milleti, Misakı Millîyi kabul etmiştir. Ona aleyhtar görünen zat (Padişah) ve tevabii mahdut ve milletçe malûmdur.” diyor… Hâlbuki Osmanlı Meclis-i Meb’ûsân’ı tarafından bilittifâk kabûl edilmiş “Mîsâk-ı Millî”ye Vahîdeddîn Han’ın “aleyhdâr olduğu” kuru bir iddiâdır… İddiâ, hem mantıksız, hem de mesnedsizdir… Mes’ele, hep Osmanlı’yı hâin göstermekdir…

“Fransa Hükûmeti, Türklerle, Türklerin razı olabilecekleri gibi bir itilâfname aktinde, henüz mütereddit idi; daha bir şey anlamak istiyordu; Türk kuvvetinin, Yunan ileri yürüyüşünü durduracak derecede olup olmadığını! Nihayet Sakarya Meydan Muharebesi, Fransızların bu tereddünü izale etti. Sakarya zaferinden 37 gün sora Türkiye ile Fransa arasında ‘Ankara İtilâfnamesi’ denilen vesika imzalandı (20 Teşrinievel 1921).” diyor. Hâlbuki Fransa’nın “Meşrik-ı Âzam Hükûmeti”nin başından beri Mustafa Kemâl’i tuttuğu ve onun kazanması için gayret sarfettiği, yukarıda verdiğimiz îzâhattan anlaşılmıştır. Hattâ Ankara Îtilâfnâmesi’nin esâsları hakkında, daha 27 Şubat – 12 Mart 1921 Londra Konferansı’nda anlaştıklarını, Lord Kinross’un kaleminden naklettik. Franklin-Bouillon ile Haziran 1921’deki müzâkerelerde de aynı esâsların têyîd edildiği, bu müzâkerelerin Franklin-Bouillon ile Mustafa Kemâl arasında fevkalâde dostâne, hattâ ahbâbca münâsebetler hâlinde cereyân etmesinden anlaşılıyor.

Franklin-Bouillon / Mustafa Kemâl görüşmelerini, onun kendi kaleminden okurken, bir husûs daha dikkatimizi çekiyor: “Eski Osmanlı Devleti yerine yeni bir Türkiye Devleti vücuda gelmiştir, bunu tanımak lâzımdır…”

Binâenaleyh, Kemalist Ekip, Ali Fethi’nin 1910’da Voltaire Locası’ndaki sözü istikâmetinde ilerlediklerini têmîn ediyor: “Masonluk, Türkiye’de de Fransa’da oynamış olduğu rolü oynıyacaktır!” Yânî artık Laik bir Devletin inşâsına başlamış bulunuyoruz ve Saltanatıyle, Hilâfetiyle, İslâmla yoğrulmuş Millî Kültürüyle Osmanlı’nın tasfiyesi yolunda hızla ilerliyoruz… Zâten Mustafa Kemâl, bu husûsu her fırsatta vurgulamaktan çekinmiyor:

“Mustafa Kemal, daha Anadoluya gitmeden önce vaziyetini pek doğru, pek iyi takdir ve tayin ederek hakimiyeti milliyeye müstenit, bilâkaydü şart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmekten gayrı Türkler için kurtulmak çaresi olmadığına karar vermiş bulunuyordu.” (Tarih IV 1934: 49)