Yahudilik-masonluk münasebeti (79)
Sivas’ta cereyân eden ikili görüşme hakkında Lord Kinross’ta birkaç satırlık bilgi buluyoruz:
“…Fransızlar,
millî harekete karşı daha uzlaşıcı bir tutum takınmışlardı. Fransa’nın Suriye
Yüksek Komiseri Georges-Picot, Sivasta iken Mustafa Kemal’i ziyarete gelmişti.
Bu seyahati, ne Beyrut’un, ne de İstanbulun resmen onayından geçmemiş olmasına
rağmen, Picot kendisini ‘Fransa Hükûmetinin Temsilcisi’ olarak tanıtmış, Kemal
de onu öyle kabul etmişti. Fransız-Türk dostluğunun gelişmesi konusunda uzun
uzun konuştular. Adana bölgesindeki karışık durumdan özellikle tedirgin olan
Picot, burada barışın korunması için Kemal’in yardımcı olmasını istedi.
“Bu
ziyareti ilk defa olarak yabancı bir devlet tarafından tanınma anlamına alan
Kemal, kendini kuvvetli hissediyordu. […]
“Kemal,
Fransızlar Kilikya’da gözleri olmadığını isbat edinceye kadar, Türklerin
bağımsızlıklarını korumak için çarpışmaya devam edeceklerini söyledi.
“Picot, bu
kararlı tutumun etkisi altında kaldı ve İstanbul Hükûmetine kıyasla Kemal’e
daha iyi bir not verdi. Biraz sonra Paris gazetelerinde millî harekete karşı
sempati gösteren yazılar çıkmaya başladı.” (Kinross 1966: I/316-317)
Fransa’yle
münâsebetlerin seyri dahi, Hakîkati ifşâ eder mâhiyettedir
İşte Kemalist Harekete bu kadar sempatik davranan, onu
muhâtab alan ve yaptığı müzâkerelerle onu dolaylı olarak tanıyan Fransa’nın ve
onun şu Farmason Hükûmetinin, 10 Ağustos
1920’de “Sevr Muâhedesi”ne katılması nasıl îzâh edilebilir? Üstelik, hem
Vahîdeddîn Han, hem de Fransız Devleti tarafından tasdîk edilmediği için
keenlemyekûn hükmünde kalmış bir “Muâhede”…
Bunun Kemalist İhtilâlin muvaffakıyeti, Osmanlı’nın
tasfiyesi için sahneye konulmuş bir oyun olduğunu anlamak için 7 Aralık 1919’da Georges-Picot/Mustafa
Kemâl görüşmesinin sonrası daha da mânîdârdır: Mayıs 1920’de, 20 günlük mütâreke, Fransa’nın Kemalist Hükûmetle
anlaşmaya vardığı 27 Şubat – 12 Mart
1921 Londra Konferansı, Haziran 1921’de
Henri Franklin-Bouillon riyâsetindeki Fransız hey’etinin Eskişehir ve Ankara’da
Mustafa Kemâl ve ekipiyle fevkalâde dostâne görüşmeleri (6 Haziran 1921’de
Eskişehir’de, 9-27 Haziran 1921’de Ankara’da), 24 Eylûl – 20 Ekim 1921’de Franklin-Bouillon ve hey’etinin Ankara’da
tekrâr müzâkereleri ve netîce olarak 20
Ekim 1921’de, Henri Franklin-Bouillon ile Hâriciye Vekîli Yûsuf Kemâl
Bey’in (Tengirşenk) imzâlarını taşıyan Ankara Îtilâfnâmesi (Accord d’Angora)…
Mustafa Kemâl’in
kaleminden Fransızlarla Mayıs 1920 Mütârekesi
Mayıs
1920’deki Mütâreke hakkında Mustafa Kemâl’in Tarih IV’ünde şu mâlûmât mündericdir:
“Cenuptaki
Fransız askerî cephesine karşı vaziyet alan millî müfrezeler muvaffakıyetle
muharebe ediyorlardı. Bozantıda Fransızları muhasara ile ricate mecbur ettiler.
Maraşta, Urfada vaki olan ciddî çarpışmalar neticesinde, Fransızlar buralardan
da çekilmek mecburiyetinde kalmışlardı. Nihayet 1920 senesi mayısında, yani
Büyük Millet Meclisinin açılmasından az bir zaman sora, Fransızlar, yeni Türk
Devletile temas ve müzakereye lüzum gördüler: Mayıs nihayetlerinde Suriye
Fevkalâde Komiseri Muavininin riyaseti altında Ankaraya gelen bir Fransız
Heyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti arasında, 20 günlük bir
mütareke yapıldı.” (Tarih IV 1934:
60)
Mustafa Kemâl’in
yorumlarıyle 20 Ekim 1921 Ankara Îtilâfnâmesi
Franklin-Bouillon’la
müzâkereler ve onları tâkîb eden 20 Ekim 1921 Ankara Îtilâfnâmesi hakkında ise,
aynı kitabda, Mustafa Kemâl’in yorumlarıyle berâber şu îzâhatı buluyoruz:
“Esas
menfaatleri şark işlerinde İngiliz, Yunan ve İtalyanlarla tam itilâf halinde
bulunmıyan Fransızlar, Sevr Muahedesinin aktinden üç ay evvel (Mayıs 1920)
Kilikya cephesinde muvakkat bir mütareke aktederek Türk Millî Hükûmetile
münasebata girişmiş ve zımnen yeni Türkiye Devletini bir siyasî mevcudiyet
olarak kabul etmiş idiseler de, Millî Hükûmetin Fransızlarla münasebatı daha
ileri götürmesi, mümkün olamamıştı. Ancak iki İnönü zaferleri kazanıldıktan ve
Türk ordusu Eskişehir ve Kütahya muharebelerinde kıymetini gösterdikten ve
Sovyet Rusya ile Moskova Muahedesi aktolundaktan soradır ki Fransa Cümhuriyeti
Hükûmeti, sabık nazırlarından Mösyö Franklen Buyyon’u gayriresmî olarak
Ankaraya gönderdi. 9 Haziran 1921 de Ankaraya vâsıl olan Fransız Murahhası ile
Türk Mümessili Mustafa Kemal, Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey [Tengirşenk] ve
Erkânıharbiye Reisi Fevzi Paşa huzurlarile iki hafta kadar müzakerede bulundu.
“Mustafa
Kemal, Franklen Buyyonla müzakerede esas olarak ‘Misakı Millî’ muhteviyatını
alıyor ve ‘Eski Osmanlı Devleti yerine yeni bir Türkiye Devleti vücuda
gelmiştir, bunu tanımak lâzımdır…. Sevr Muahedesini dimağından çıkarmıyan
devletlerle, itimat esasına müstenit muamelâta girişemeyiz. Bütün Türk milleti,
Misakı Millîyi kabul etmiştir. Ona aleyhtar görünen zat (Padişah) ve tevabii
mahdut ve milletçe malûmdur” diyordu.[…]
“Mösyö
Franklen Buyyon Türk Milletinin emellerini anladı, fedakârlık derecesini gözü
ile gördü. Bununla beraber Fransa Hükûmeti, Türklerle, Türklerin razı
olabilecekleri gibi bir itilâfname aktinde, henüz mütereddit idi; daha bir şey
anlamak istiyordu; Türk kuvvetinin, Yunan ileri yürüyüşünü durduracak derecede
olup olmadığını! Nihayet Sakarya Meydan Muharebesi, Fransızların bu tereddünü
izale etti. Sakarya zaferinden 37 gün sora Türkiye ile Fransa arasında ‘Ankara
İtilâfnamesi’ denilen vesika imzalandı (20 Teşrinievel 1921). Bu itilâfnameye,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti namına Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey,
Fransa Cümhuriyeti Hükûmeti namına Mösyö Franklen Buyyon imza atmışlardı.
“Ankara
İtilâfnamesi, o güne kadar, yeni Türk Devleti aleyhine tek bir cephe teşkil
etmiş görünen İtilâf Devletlerinin bu cephesini açıktan açığa bozmuştu. İtilâf
Devletlerinin en mühimlerinden olan Fransa, yeni Türk Devletile bir itilâfname
aktederek onun mevcudiyetini tanımış oluyordu.
“İtilâfnamenin
ilk maddesile Türkiye ve Fransa arasında hali harbin nihayet bulduğu
bildiriliyordu. Diğer maddelerile Kilikyanın Fransız askerleri tarafından
tahliyesi ve Fransızlarda kalan İskenderon mıntakasında hususî bir idare tesis
olunacağı, ve bu mıntakanın Türk ırkından olan sekenesi harslarının inkişafına
mümanaat edilemiyeceği ve o mıntakada Türk lisanının mahiyeti resmiyeyi haiz
olacağı taahhüt olunuyordu.
“Fransa
ile harbin hitamı ve Kilikyanın tahliyesi, Türk vatanının kıymetli parçalarını
düşman işgalinden kurtardığı gibi cenubuşarkî cephesinde bulunan Türk askerî
kuvvetlerinin garp cephesine alınmasını mümkün kılıyordu; ve bu suretle
Fransızların da dahil olduğu müttefikler tarafından Anadoluya saldıran ve o
sırada bilhassa İngiltere iradesile hareket eden Yunanlılara karşı Türk
cephesinin kuvvetlenmesine hizmet edilmiş oluyordu.
“Nihayet
bu itilâfname ile, Türk millî emellerinin haklılığı ilk defa olarak garp
devletlerinden birisi tarafından da resmen tasdik ve teslim olunmuş demekti.
İtilâfnamenin aktini müteakip Türkiye ve Fransa, mütekabil mümessiller
göndererek daimî, siyasî münasebata da girmiş oldular.” (Tarih IV 1934: 104-106)
Hâdiselerin Mustafa
Kemâl tarafından muharref tasvîri
Fransa’yle
münâsebetler hakkında bizim yukarıdan beri verdiğimiz mâlûmât göz önünde bulundurulduğunda,
Tarih IV müellifinin, her seferinde
hâdiseleri kendisini haklı çıkaracak sûrette tahrîf ederek nakil ve tefsîr
ettiği hemen dikkati çekiyor…
Franklin-Bouillon’a:
“Bütün Türk Milleti, Misakı Millîyi kabul etmiştir. Ona aleyhtar görünen zat
(Padişah) ve tevabii mahdut ve milletçe malûmdur.” diyor… Hâlbuki Osmanlı Meclis-i Meb’ûsân’ı
tarafından bilittifâk kabûl edilmiş “Mîsâk-ı Millî”ye Vahîdeddîn Han’ın
“aleyhdâr olduğu” kuru bir iddiâdır… İddiâ, hem mantıksız, hem de mesnedsizdir…
Mes’ele, hep Osmanlı’yı hâin göstermekdir…
“Fransa
Hükûmeti, Türklerle, Türklerin razı olabilecekleri gibi bir itilâfname aktinde,
henüz mütereddit idi; daha bir şey anlamak istiyordu; Türk kuvvetinin, Yunan
ileri yürüyüşünü durduracak derecede olup olmadığını! Nihayet Sakarya Meydan
Muharebesi, Fransızların bu tereddünü izale etti. Sakarya zaferinden 37 gün
sora Türkiye ile Fransa arasında ‘Ankara İtilâfnamesi’ denilen vesika imzalandı
(20 Teşrinievel 1921).” diyor. Hâlbuki Fransa’nın “Meşrik-ı Âzam Hükûmeti”nin
başından beri Mustafa Kemâl’i tuttuğu ve onun kazanması için gayret sarfettiği,
yukarıda verdiğimiz îzâhattan anlaşılmıştır. Hattâ Ankara Îtilâfnâmesi’nin
esâsları hakkında, daha 27 Şubat – 12 Mart 1921 Londra Konferansı’nda
anlaştıklarını, Lord Kinross’un kaleminden naklettik. Franklin-Bouillon ile
Haziran 1921’deki müzâkerelerde de aynı esâsların têyîd edildiği, bu
müzâkerelerin Franklin-Bouillon ile Mustafa Kemâl arasında fevkalâde dostâne,
hattâ ahbâbca münâsebetler hâlinde cereyân etmesinden anlaşılıyor.
Franklin-Bouillon
/ Mustafa Kemâl görüşmelerini, onun kendi kaleminden okurken, bir husûs daha
dikkatimizi çekiyor: “Eski Osmanlı Devleti yerine yeni bir Türkiye Devleti
vücuda gelmiştir, bunu tanımak lâzımdır…”
Binâenaleyh,
Kemalist Ekip, Ali Fethi’nin 1910’da Voltaire Locası’ndaki sözü istikâmetinde
ilerlediklerini têmîn ediyor: “Masonluk, Türkiye’de de Fransa’da oynamış olduğu
rolü oynıyacaktır!” Yânî artık Laik bir Devletin inşâsına başlamış bulunuyoruz
ve Saltanatıyle, Hilâfetiyle, İslâmla yoğrulmuş Millî Kültürüyle Osmanlı’nın
tasfiyesi yolunda hızla ilerliyoruz… Zâten Mustafa Kemâl, bu husûsu her
fırsatta vurgulamaktan çekinmiyor:
“Mustafa
Kemal, daha Anadoluya gitmeden önce vaziyetini pek doğru, pek iyi takdir ve
tayin ederek hakimiyeti milliyeye müstenit, bilâkaydü şart müstakil yeni bir
Türk Devleti tesis etmekten gayrı Türkler için kurtulmak çaresi olmadığına
karar vermiş bulunuyordu.” (Tarih IV
1934: 49)