Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Yahudilik-masonluk münasebeti (78)

Erzurum’daki kurtuluş hareketini halk başlattı

“Hükûmet denen karartı mütehayyir, fırkacılar düşüncede, ahâlî ise Hükûmete, askere hasm-ı cân! En nihâyet Ermenilerin pek fazla ve çekilmez taşkınlıkları ve Erzurum'la Kars vilâyetlerini işgâle teşebbüsleri Erzurum ve Kars münevverlerini intibâha getirerek 1918'de Kars'ta Hükûmet-i İslâmiye, Erzurum'da Kuvâ-i Milliye teşkîline sebeb olmuştur. Bu teşekkülde paşaların, kumandanların, vâlilerin kat'iyen yardımı, himmeti, hizmeti yoktur. ‘Var!' diyenler, asrın dalkavukları, meddâhları, uşaklarıdır! Hattâ o günlerde Erzurum'da bulunan Kâzım Karabekir ve Şevkî Paşalar dahi resmiyetten, İngilizlerden, Pâdişâhtan korkarak Kuvâ-i Milliye'ye karışmamışlar, karıştırılmamışlardır…”

Mustafa Kemâl de, İstiklâl Harbine Müslüman kisvesiyle katılmıştı

İkinci misâl: Hiç şüphesiz, Mustafa Kemâl, tâ Selânik’den beri planladığı hedeflerine Pâdişâhı ve Müslümanları kullanmadan ulaşamazdı. (Nitekim, onu, Millî Mücâdele maksadıyle ve kendisine büyük bir meblağ emânet ederek Anadolu’ya gönderen de, gâfil Pâdişâhtır.) Sabataî ve Mason Cemâatlerinin birleşik kuvveti dahi buna yetmezdi. Öyleyse Müslümanların arasında hangi kisveyle dolaşarak onları peşinden sürüklemiye muvaffak olmuştu? Bunu anlamak için aşağıdaki metin kâfîdir. Bu, “Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukûk Cem’iyetinin Hey’et-i Temsîliyesi nâmına Mustafa Kemâl” imzâsıyle tâmîm edilen TBMM’nin 23 Nisan 1920’deki Açılış Programı’dır. Metnin bir kısmını iktibâs ediyoruz:

“…Mukaddes ve mecrûh vatanımızın her köşesinde aynı sûretle, bugünden îtibâren, Buhârî ve Hatemât-ı Şerîfe kırâat edilerek Cumâ günü Ezândan evvel minârelerde Salâvât-ı Şerîfe okunacak ve esnâ-i hutbede Hilâfetmeâbımız Pâdişâhımız Efendimiz Hazretlerinin Nâm-ı Nâmî-i Hümâyûnu zikredilirken Zât-ı Şevketsimât-ı Pâdişâhîlerinin ve Memâlik-i Şâhâneleriyle bilumûm tebâ-i mülûkânelerinin nâil-i felâh ve saâdet olmaları duâsı ilâveten tezkâr olunacak ve Cumâ namazının edâsından sonra da ikmâl-i Hatîm olunarak, Makâm-ı Muallâ-i Hilâfet ve Saltanatın ve bilcümle aksâm-ı vatanın halâsı maksadıyle vukū bulan mesâî-i milliyenin ve her ferd-i milletin, kendi vekîllerinden mürekkeb olan Büyük Millet Meclisi’nin tevdî eyliyeceği vezâif-i vataniyeyi îfâya mecbûriyeti hakkında mev’izeler îrâd olunacaktır. Bâde Halîfe ve Pâdişâhımızın, Dîn ve Devletimizin, Vatan ve Milletimizin halâsı, selâmeti ve istiklâli için duâ edilecekdir. İlh…” (Mehmet Şevket Eygi tarafından neşredilen haftalık Yeni İstiklâl mecmûasının 20 Nisan 1966 târihli 245. sayısından, s. 7. Bu sayfada, mezkûr metnin -Latin harflerine çevrilmiş- tamâmı mündericdir. Metni ilk neşrimiz: “Mustafa Kemâl’in Âilesi Dîndâr mıydı?”, Yeni Söz, 22.6-5.8.2018, 45 tefrika. )

Maraş destânı, münhasıran Müslümanlığın destânıdır

Üçüncü misâl, Maraş destânıdır. Bu husûsta, Doç. Dr. Ahmet Eyicil’in çok kıymetli bir makâlesi bulunuyor. Kendi kaleminden makâlesinin hülâsası, bu destânın da hülâsasıdır:

“Mondros Mütarekesi’nden sonra Maraş’ı önce İngilizler, sonra Fransızlar işgal etti. Fransız işgali karşısında şehri savunma tedbirlerini almak amacıyla Maraş Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Elbistan’da kuruldu. Şehirde ulusal teşkilâtı genişletmek için Merkez Heyeti oluşturuldu ve başkanlığına Aslan Bey getirildi. Ayrıca şehir de Merkez Heyeti’ne bağlı olarak on bölgeye ayrıldı ve her bölgenin başkanları belirlendi. Bölge başkanları kendi aralarında işgalcilere karşı direnme konusunda ortak karar aldılar.

“Fransız işgalinin ikinci günü, 30 Ekim 1919 Perşembe günü, [Ermeni lejyonerleri] Müslüman hanımlarını taciz etmeye başladılar. Bu sebeple Sütçü İmam olayı meydana geldi. Kumandan Andre’nin talimatıyla 30 Kasım 1919 Cuma günü Maraş Kalesi’nden Türk bayrağı indirilince, halk harekete geçerek bayrağı tekrar Kalenin burcuna dikti. Elbistan ve Pazarcık teşkilâtlarının baskısı ile tutuklu bulunan bir kısım Türkler serbest bırakıldı. Fransız ve Ermeni askerlerinin zulmü karşısında daha fazla dayanamayan Maraş’ta [Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Merkez Heyeti] 20 Ocak 1920’de savunma savaşını başlattı.

“22 gün süren savaşta, Fransızlar, 11 Şubat [1920]’de Maraş’tan çekilmeye mecbur oldular. İşgalcilere yardımcı olan Ermenilerin bir kısmı, Fransızlarla birlikte şehirden ayrıldı. Bundan sonra, Elbistan’da bulunan Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Maraş’a gelerek çalışmalara devam etti ve Anteb’in savunmasına yardım için buraya milis kuvvetleri gönderdi. Maraş savunmasında 4.000 Müslüman şehit oldu. Fransızlar ve Ermeniler toplam 16.000 kayıp verdiler.” (Doç. Dr. Ahmet Eyicil, “Maraş Savunması”; https://atamdergi.gov.tr/tam-metin-pdf/253/tur; 14.9.2024)

Erzurum’daki kurtuluş hareketini, kendiliğinden, halk başlattı

Dördüncü misâl, Erzuum’daki kurtuluş hareketinin başlangıcı… 1. Devre Erzurum Meb’ûsu rahmetli Yeşilzâde Mehmed Sâlih Efendi (Erzurum, 1877 – İstanbul, 3.7.1954, Merkez Ef. Hazîresi) anlatıyor:

“Hükûmet denen karartı mütehayyir, fırkacılar düşüncede, ahâlî ise Hükûmete, askere hasm-ı cân! En nihâyet Ermenilerin pek fazla ve çekilmez taşkınlıkları ve Erzurum'la Kars vilâyetlerini işgâle teşebbüsleri Erzurum ve Kars münevverlerini intibâha getirerek 1918'de Kars'ta Hükûmet-i İslâmiye, Erzurum'da Kuvâ-i Milliye teşkîline sebeb olmuştur. Bu teşekkülde paşaların, kumandanların, vâlilerin kat'iyen yardımı, himmeti, hizmeti yoktur. ‘Var!' diyenler, asrın dalkavukları, meddâhları, uşaklarıdır! Hattâ o günlerde Erzurum'da bulunan Kâzım Karabekir ve Şevkî Paşalar dahi resmiyetten, İngilizlerden, Pâdişâhtan korkarak Kuvâ-i Milliye'ye karışmamışlar, karıştırılmamışlardır…”

Dîğer taraftan, 1919 senesinin bidâyetinden îtibâren, bilhassa Harbiye Nâzırı Şevket Turgut Paşa ile Erkânıharb Miralayı Çerkez Bekir Sâmi Bey'in gayretleriyle Garbî Anadolu'da da düşmana karşı mukâvemet gerillaları teşkîl edilmiştir. Yeşilzâde merhûm dahi, Bandırma'dan Eskişehir'e kadar 13 kazâda teşkîlât kurmuş, Bursa ve Bilecik Dağlarındaki yüzlerce eşkıyâyı nasîhatle Millî Mücâdeleye kazanmıştır. Bu esnâda, 1.600 silâhlı Kuvâyımilliyecinin emrinde olduğu Bursa Müdâfaa-i Hukuk Cem'iyeti'nin Reîsliğini deruhde etmektedir. Şöyle devâm ediyor:

“Mustafa Kemâl Paşa, ol vakit bu işe dâhil değil idi. Sultan Vahîdeddîn'in Yâveri idi. Bu, kuyûd-i resmiye ile sâbit bir hakîkattir. Paşa, Teşkîlâtın hitâmından üç buçuk ay sonra Müfettiş-i Umûmî nâmıyle Pâdişâh tarafından mêmuren Erzurum'a gönderilmiş ve Erzurum'da ikinci def'a olarak in'ikad eden Kongre'de bulunmasını taleb ve kabûlünü istirhâm eylemiş ve kabûl olunmuş idi…” (Ömer Hakan Özalp, Hoca, Şeyh, Siyâsetçi Erzurumlu Yeşilzâde Mehmed Sâlih Efendi, İstanbul: Erzurum Kitaplığı Yl., 1999, ss. 131 v.d.; M. Çetin Baydar, Erzurum Yazıları, İstanbul: Erzurum Kitaplığı Yl., 2000, ss. 168-170'den naklen; “Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi”, Yeni Söz, 12.6.2020/621)

1920’de, Şoven Ermeni tecâvüzünün def’i, Wilson ve Siyonist avenesinin “Garbî Ermenistan Cumhûriyeti” projesinin iflâsı oldu

Beşinci misâl, Şark Cephesindeki gelişmelerdir. Burada, Türk-Kürd yerli halk, rahmetli Yeşilzâde’nin de şâhidlik ettiği vechiyle, Ermeni mezâlimiyle artık bıçağın kemiğe dayandığını hissederek kendiliğinden harekete geçmiş, bilâhare, halkla pek çok kaynaşmış ve onun tarafından çok sevilen Kâzım Karebekir Paşa, onların başına geçerek, mukâvemet hareketine, iyice teşkîlâtlı, inzibâtlı bir mâhiyet kazandırmıştır. Bundan sonra, Şoven Ermeni tecâvüzüyle mücâdele başlamış, dirâyetli bir mücâdeleyle büyük bir muvaffakıyet kazanılmış, Wilson ve Siyonist avenesenin “Garbî Ermenistan Cumhûriyeti” projesi tuzla buz edilmiştir: 3 Aralık 1920’de Gümrü Muâhedesi imzâlanmış, bunu, bilâhare, 16 Mart 1921 Moskova ve 13 Ekim 1921 Kars Muâhedeleri tâkîb etmiştir. Bu sûretle, Ankara Hükûmeti, bir başka Hükûmet tarafından resmen tanınmış oldu. Bu ikincilerin, (başında Lenin’lerin, Troçki’lerin, Kamenv’lerin, Zinoyiev’lerin, ilh… bulunduğu) Bolşevik Yahûdilerin Hükûmeti olduğu vâkıasına hâssaten dikkat edilmelidir…

Bizim zâviyemizden, böylece, Ermeni mes’elesi bitmiştir. Lâkin Emperyalistlerin ifsâd etmiş olduğu Şoven Ermeniler, bilhassa “Sürgündeki Ermenistan Hükûmeti” hareketiyle, eski dâvâlarına devâm etmekte, iki milletin, yaralarını sararak aralarında hakkâniyetli münâsebetler têsîs etmelerine mâni olmaktadırlar.

Her ne olursa olsun, Şarkın Şoven Ermeni mezâliminden ve Rusya’nın muhtemel tecâvüzünden kurtulması, doğrudan doğruya ve evvelemirde Şarkî Anadolu halkının gayret ve fedâkârlığıyle, ikinci derecede de, rahmetli Karabekir Paşa ile mâiyetinin dirâyetli mücâdelesi sâyesinde mümkün olmuştur. Hâlbuki, Mustafa Kemâl, bütün Milletin müstevlîlere karşı mâneviyâtını fevkalâde yükselten ve mücâdele azimlerini kamçılıyan bu muvaffakıyeti dahi kendine mâl ediyor: Karabekir Paşa’yı Şark Cephesi Kumandanlığına o tâyîn etmiştir, onun için de zaferde yine en büyük pay onundur! O zaferden sonra, (kendisinin Millî Mücâdelenin liderliğini ele geçirmesinde büyük têsîri olan) Karabekir’in bütün Ordu ve Millet üzerindeki nüfûzunu kırmak ve kendini dâimâ herkesin önüne çıkarmak için elinden geleni yapacak, bu maksadla, Karabekir Paşa’yı Gerb Cephesinden ısrârla uzak tutacak, sonrasında da onu “İzmir Sûikasdi” tertîbiyle îdâm ettirmiye kalkışacaktır…

Kendi kaleminden kendi destânı olan Tarih IV’te anlatıyor:

“Anadolunun şarkışimalisinde teşekkül eden cephede, yeni Türk Devleti, Ermenilere karşı muvaffakıyetli bir harp yaparak; ilk beyneddüvel muahedeyi aktetmiştir.

“1920 senesi ilkbaharında, Ermenilerin Türklere ettikleri zulümler tahammül olunamıyacak bir hale geldi. Bunun üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, Ermenistan seferine karar verdi. 9 Haziran 1920 de şark vilâyetlerinde muvakkat seferberlik ilân olundu. Millet Reisi Mustafa Kemal, XV. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşayı Şark Cephesi Kumandanlığına tayin etti. Yine Haziran ayında Ermeniler, Oltuda teşekkül eden mahallî Türk idaresine karşı hareketle o havaliyi istilâ ettiler. Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin Hariciye Vekâleti tarafından Ermenilerin bu yolda taarruzları menedilmek üzere, Ermeni Taşnak Hükûmetine bir ültimatom verildi (7 Temmuz 1920). Fakat Ermeniler taarruz ve istilâ hareketlerine devam ettiler. Hattâ 24 Eylûlde hudut mıntakasında toplanan kuvvetlerimize taarruz ederek harbe girişmek cür’etini gösterdiler.

“Ermenilerin bu taarruzu defolunduktan sonra, Türk Ordusu, 28 Eylûl sabahı ileri harekete geçti. Bazı mevkileri zaptetti ve bir müddet Sarıkamış hattında kaldı. 30 Teşrrinievelde Kars ve 7 Teşrinisanide Gümrü (Aleksandropol) yü zaptetti.

“Karsı mukavemet edemeksizin terkeden Ermeniler, 6 Teşrinievelde muhasamayı kesip sulh için müracaat mecburiyetinde kaldılar. Türk Ordusu tarafından zaptolunan Gümrü şehrinde, 26 Teşrinisanide başlıyan sulh müzakeresinin neticesi olarak Gümrü Muahedesi imzalandı (3 Kânunuevvel 1920).

“Gümrü Muahedesi, yeni Türk Devletinin aktettiği ilk muahededir. Bu muahede yeni Türk Ordusunun muvaffakıyetinin semeresidir. Osmanlı Devletine galebe etmiş Müttefikler, Ermenilere Trabzon, Erzurum, Gümüşane, Erzincan, Bitlis, Van vilâyetlerini, hasılı ta Harşıt vadisine kadar çok geniş Türk ülkelerini kâğıt üzerinde vadetmişlerdi; Ermeniler de bu mev’ut memleketleri istilâ hayalini besliyorlardı. Türk Ordusu önünde inhizam ve firarla bu hayal uykusundan uyanıp hakikati gördüler ve Osmanlı Devletinin 1878 harbile kaybettiği Kars ve havalisini Gümrü muahedesile Türklere terketmek mecburiyetinde kaldılar. Bu mağlûbiyet ile Ermeni Devleti, artık Türk Devletine zarar eriştiremiyecek bir hale getirilmiş oldu. İlh…” (Tarih IV; Türkiye Cümhuriyeti, Maarif Vekâleti Neşriyâtı, İstanbul: Devlet Matbaası, 1934, ss. 72-73)

Velhâsıl, Cambon – Grey Mutâbakatı’nın mîmârları, Anadolu’yu paylaşıp orada mesken tutmanın kendilerine çok pahalıya mâl olacağını hemen kavramışlar ve artık mes’ele, bir ân evvel, Hilâfeti ve Osmanlı’yı tasfiye edecek, bütün İslâm Âlemine nümûne olacak Laik, Avrupacı bir Devletin inşâsı şekline dökülmüştü… Aslında, başından beri hedefleri buydu; ama, böyle bir Devlete herhâlde bütün Anadolu’yu bırakmayı düşünmüyorlardı…

Bir de, savaşsiz, “müncîsiz” ve –başta Vahîdeddîn Han olmak üzere- Hânedâna karşı ihânet ithâmı olmaksızın böyle bir Devlet kurulamaz, Osmanlı ve Hilâfet tasfiye edilemezdi. Peşînen ve er-gec mağlûb olmıya mahkûm Yunanlılar bu maksadla devreye sokuldular…

“Sevr Muâhedesi”nin tiyatro olduğunu gösteren sâir vâkıalar 2

Yukarıda îzâh ettiğimiz vechiyle, Filistin Cephesinde Eylûl 1918’de vukû bulan muazzam ihânetin intâc ettiği bozgunu müteâkib 30 Ekim 1918’de Limni adasının Mondros limanında imzâlanan Mondros Mütârekenâmesi’nin 20. Maddesi mûcibince, Osmanlı Ordusunun silâhları Îtilâf Devletlerinin, onların içinde de husûsen İngilizlerin murâkabesine geçmişti ve silâh depolarının muhâfazasına onlar nezâret ediyordu. Şâyed Îtilâfçılar ile Ankara Hükûmeti arasında husûmet varsa, beklenen hâl, bu silâhların muhâfazası husûsunda fevkalâde hassâsiyet gösterilmesi, Ankara’nın askerî kuvvetlerinin zayıflaması için onlara her çeşid silâh sevkıyâtına mâni olunmasıdır. Hâlbuki, samîmiyetsiz ve ciddiyetsiz yorumları bir tarafa, kitabını umûmiyetle sağlam kaynaklara dayanarak têlîf etmiş olan Lord Kinross, bu husûsta beklenenin aksine mâlûmât veriyor, ki bunun mantıkî îzâhı, Osmanlı’yı tasfiye edeceğinden emîn oldukları Mustafa Kemâl iktidârını desteklemekdir:

“…Anadolu’ya silâh kaçırma işi, başlarında çok kere eski Türk subaylarının bulunduğu yeraltı teşkilâtı tarafından başarıyla yürütülmekteydi. Bunların pek zorlukla karşılaştıkları söylenemezdi. […]

“Şimdi Fransızlar da silâh hırsızlığına göz yummaya başlamışlardı. Milliyetçiler, Geliboluda Fransızların korumakta oldukları bir silâh deposundan büyük ölçüde silâh yağma etmişlerdi. Fransızlar buna karşı sadece saldırganların kendi nöbetçilerinden sayıca üstün olduğunu söylemekle yetindiler. Yunanlılarla çekişme halinde olan İtalyanlar, daha baştan beri milliyetçileri tutmakta ve şimdi de, birliklerini çekmeye hazırlandıkları şu sırada onlara silâh satmaktaydılar. Üstelik taşıyıcılara Müttefik kontrolünden sıyrılmak için yardım bile ediyorlardı. İngilizlere gelince, onlar da baştanberi silâhların toplanıp saklanması işini pek ciddî tutmamışlardı. Bir İngiliz kurmayı, Genel Karargâhta, yalnız Türklerin silâhlarını alıp da Rumlarınkini bırakmanın haklı birşey olmadığını söylemişti. Böylece Milliyetçi kuvvetler boyuna silâhlanmaktaydılar.” (Lord Kinross 1969: I/318-319)