Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (77)
“Mustafa Kemal, İngilizlerin ağzını dolaylı yoldan aratmaya karar verdi ve aracılığa, tanınmış bir gazeteci olan Daily Mail gazetesinin muhabiri G. Ward Price’yi seçti. Pera Palas otelinin müdürüyle haber göndererek gazeteciyi karşılıklı kahve içmeğe çağırdı. Mr. Ward da Genel Kurmayın entelicans servisindeki albaya danıştıktan sonra daveti kabul etti. Kemal onu üniformasiyle değil de, sırtında jaketatay ve başında fesle karşıladı. Yanında arkadaşı Refet Bey vardı. […]
“Kemal
Fransızların memleket içine sokulmasına karşı idi. Halk belki bir İngiliz
yönetimini daha az güçlükle hazmedebilirdi.
Nihat
Erim’in kitabında, bu “Muâhede” hakkında şöyle bir hâşiye vardır:
“Sevr
Andlaşınası metni ‘Sevr - Devlet-i Aliye ile Sulh Muahedesi – 10 Ağustos 1920’
başlığı altında Konya'da Öğüt Matbaası'nda 1336 - 1920 de basılan nüshadan
nakledilmiştir (Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi; Ks. No. 1339-153;
Remi S. M. 130). Ancak, bu vesika tasdik edilüp Takvim-i Vekayi veya Düstur'da
yayınlanmadığı için eldeki türkce basılı metin asıl olan fransızca metinle
karşılaştırılmıştır. Büyük Millet Meclisi kitaplığındaki nüsha: Traité de Paix entre les Puissances Alliées
et Associées et la Turquie signé le 10 août 1920 â Sèvres (Texte Français,
Anglais et İtalien) başlığını taşımakta ve Esas No, 1932-1308, Remiz: S. M.
543 de kayıtlı bulunmaktadır.”
Şu hâşiyeden de anlaşılacağı
vechiyle, Kemalizmin Pâdişâh-Halîfe Vahîdeddîn Han’a karşı onca istismâr ettiği
bu “Muâhede”, onun tarafından tasdîk edilmemiştir. Mes’ele bu kadar da değil:
“Muâhede”nin başlıca taraflarından olan Fransa da onu tasdîk etmemiştir.
Böylece bu metin, başından îtibâren keenlemyekûn hükmünde kalmış, buna rağmen,
yalan, istismâr ve tedhîş üzerine kurulu Kemalist Propaganda tarafından
Pâdişâhı ve Osmanlı Hânedânını hâin göstererek gözden düşürmek için vicdânsızca
biteviye istismâr edilmiştir. Üstelik, o zamân Pâdişâh Îtilâfçıların elinde
esîrdi ve onlar, “Muâhede”yi, -Lord Kinross’un tâbiriyle- kendilerinin bir
“Kuklalar Hükûmeti”nden başka bir şey olmıyan, yânî hiçbir sûretle Milleti
temsîl kâbiliyeti bulunmıyan Dâmâd Ferid Paşa Hükûmetine empoze etmişlerdi. 10
Ağustos 1920’de, bu “Kuklalar Hükûmeti”ni temsîlen Sevr Muâhedesi”nin altına
imzâ attırdıkları üç Murahhas, Âyân
Meclisi Âzâsı Hâdi Paşa, yine Âyân Meclisi Âzâsı Dr. Rıza Tevfik (Bölükbaşı)
ile Türkiye'nin Bern Fevkalâde Temsilcisi ve Murahhas Elçisi Reşâd Hâlis Bey’di.
Hâlbuki, o esnâda, Osmanlı Parlamentosu ortadan kaldırılmış bulunuyordu; çünki
o, 16 Mart 1920’de Îtilâf Kuvvetlerinin İstanbul’u resmen işgâl edip Meclis’i
basmaları ve bâzı Meb’ûsları tevkîf etmeleri sebebiyle dağılmış bulunuyordu,
yânî hükümsüz bir hâldeydi. Dîğer taraftan, Resmî Târih, bu göstermelik
“Muâhede”ye imzâ atanlardan, kaypak şahsıyetli Dr. Rızâ Tevfîk’in Osmanlı
Şûrâ-yı Âlîsi ile Osmanlı Meşrik-ı Âzamı’nın müessislerinden ve Üstâd-ı Âzam
olduğu gibi pek mühim bir vâkıayı sükûtla geçiştiriyor… Farmasonluğu Millete
ihânetle ithâm etmiyorlar da muazzam bir entrikanın âleti olan o “Muâhede”yi
–esîr olmasına rağmen- imzâlamıyan Pâdişâha “hâin” diyorlar! Kimler? En başta,
gâfil Pâdişâhın daha dün kendisine îtimâd edip yanına “Yâver” alarak Almanya
seyâhatine götürdüğü, sonrasında da eline Millî Mücâdeleye harcanmak üzere
büyük bir meblağ emânet ederek Anadolu’ya gönderdiği asker! Rahmetli gâfil
Pâdişâh, bu memlekette, bir küsûr asırdır, Tarih
IV kitabının galîz hakâretleriyle anılmaktadır!
Dahası var! Kendi “Kuklalar
Hükûmeti”ne bir “Sevr Muâhedesi” dayatanlar, Cenûbî Anadolu Cephesinde Mayıs
1920 Mütârekesi ile, 27
Şubat – 12 Mart 1921 Londra Konferansı ile, Franklin-Bouillon’un Haziran
1921’de Ankara’daki müzâkereleri ile Ankara Hükûmetini fiilen tanımışlardı ve
hukûken de tanımak üzereydiler. O Hükûmet ise, Anadolu’nun tamâmını millî
hudûdları kabûl etmişti. O Hükûmeti tanımakla, aynı zamânda Osmanlı Devleti’ni
de yok farzediyorlar, onu ölüme mahkûm etmiş bulunuyorlardı. Binâenaleyh
hükümrân olduğu arâzîsi kalmamış, vücûdu ortadan kalkmış bu hayâlete ne
“Muâhede”si imzâlatıyorlardı? Âşikâr değil mi ki bütün mes’ele, Osmanlı’nın
vücûdunu ortadan kaldırmıya tâ Selânik günlerinden, Selânik Localarında yemîn
etmiş Ekipe, onu “ihânet”le ithâm edip ortadan kaldırılmasını kolaylaştırmak için
bir koz daha vermekdi!
***
“Sevr Muâhedesi”nin
tiyatro olduğunu gösteren sâir vâkıalar 1
Evvelâ şu
hakîkati vurgulamak lâzımdır: İstiklâl Harbini Mustafa Kemâl ve arkadaşları
değil, Müslümanlar başlatmışlardır. Başlıca sâik, Dîn gayreti ve ondan kaynaklanan
fazîlet, nâmûs, vatanperverlik hisleri, hür yaşama irâdesidir. Daha Aralık
1918’den îtibâren, düşman işgâline karşı koymak, Vatanın istiklâlini korumak
azmiyle, Anadolu’nun birçok şehrinde, “Müdâfaa-i Hukûk” ve “Redd-i İlhâk
Cem’iyetleri” teşkîl edilmişti. Birçok mahalde Millî Mücâdele, Kemalist Ekipin
inisiyatifi dışında başlamış ve büyük muvaffakıyetler elde etmiştir.
Millet, Allâh
Rızâsı için İstiklâl Harbini başlatıyor, Mustafa Kemâl ise İngilizlerle
pazarlık peşinde
Hâlbuki
Mustafa Kemâl, İngilizlerin rızâsı alınarak Pâdişâh tarafından –Kenizé
Mourad’ın tesbît ettiği vechiyle, Millî Mücâdeleye harcanması şartıyle, yine
onun tarafından, harasındaki cins atlar satılmak sûretiyle elde edilmiş ve
kendisine emânet edilmiş büyük bir meblağla berâber- Anadolu’ya
gönderilmesinden evvel, İngilizlerle anlaşma, onlardan bir mevki elde etme
peşindeydi:
“Mustafa
Kemal, [Şişli’deki evinde Pâdişâha karşı bir ihtilâl komitesi tertîb etme
teşebbüsünden netîce alamayınca] şimdi de, acaba bizzat Müttefikler yoluyla bir
iş başarılabilir mi, diye düşünmeğe başlamıştı. […]
“Acaba,
Müttefiklerden, hele Türkiyeden toprak isteğinde bulunmamış olan İngilizlerden
bir mevki koparabilir miydi? […]
“Mustafa
Kemal, İngilizlerin ağzını dolaylı yoldan aratmaya karar verdi ve aracılığa,
tanınmış bir gazeteci olan Daily Mail gazetesinin muhabiri G. Ward Price’yi
seçti. Pera Palas otelinin müdürüyle haber göndererek gazeteciyi karşılıklı
kahve içmeğe çağırdı. Mr. Ward da Genel Kurmayın entelicans servisindeki albaya
danıştıktan sonra daveti kabul etti. Kemal onu üniformasiyle değil de, sırtında
jaketatay ve başında fesle karşıladı. Yanında arkadaşı Refet Bey vardı. […]
“Kemal
Fransızların memleket içine sokulmasına karşı idi. Halk belki bir İngiliz
yönetimini daha az güçlükle hazmedebilirdi.
‘Eğer
İngilizler Anadoluda sorumluluğu üzerlerine almak niyetinde iseler tecrübeli
Türk idarecilerine ihtiyaçları olacaktır,’ dedi. ‘Bu sıfatla yardımımı
arzedebileceğim bir makamla temasa geçmek isterdim.’
“Ward
Price gizli servisteki albaya bu konuşmayı anlattı, Albay bunun üzerinde
durmayarak, ‘çok geçmeden iş isteyen bir sürü Türk generali çıkacak,’ dedi.”
(Lord Kinross, Atatürk; Bir Milletin
Yeniden Doğuşu, Müt.: Nihal Yeğinobalı ve Ayhan Tezel, İstanbul: Sander
Kitabevi, 1966, 1. cild, ss. 230-231. Bu kitab, Kemalist Hükûmet erkânının
yarıdmıyle têlîf edilmiş ve kendilerinin büyük iltifâtına mazhar olmuş bir
eserdir.)
Mustafa
Kemâl gibi kendisi de Grande Oriente d’Italia’nın bir müntesibi olan Kont
Sforza ise, biraz aşağıda “Kont Sforza” bahsinde göreceğimiz vechiyle, ona,
Anadolu’ya geçip bir Laik Devlet için çalışması telkîninde bulunuyor ve sonuna
kadar kendisini destekleme sözü veriyordu. Nitekim, sonuna kadar, vâdine sâdık
kalmıştır…
Daha Mustafa Kemâl
ortalıkta yokken Anadolu isyân kaynıyordu
Anadolu
toprakları, Avrupalı müstevlîler tarafından parça parça işgâl edilmiye
başlayınca, halkın hassâsiyeti had dereceye ulaştı. Anadolu fokur fokur isyân
kaynıyordu. Versay Sulh Konferansı’ndaki Wilson ve Siyonist avenesi, Lloyd
George, Georges Clemenceau ve arkalarındaki Gizli-Kuvvet’ten meydana gelen “Âlî
Hey’et”in karârı üzerine ve onların himâyesi altında, Yunan Ordusu, 14 Mayıs
1919’da İzmir’e çıkıp büyük vahşetler irtikâb ederek Vatan içlerine doğru
yürüyüşe geçince, Milletin galeyânı artık zaptedilmez oldu…
Kısaca, Vatanın
elden gitmesi tehlikesi baş gösterince, her tarafta hamiyetli Müslümanlar
düşmana mukâvemet etmek üzere teşkîlâtlanmıya, silâhlı mücâdele için hazırlık
yapmıya koyulmuş, yer yer silâhlı mücâdeleyi de başlatmış, kimse –henüz kâfî
derecede propaganda edilmemiş- Mustafa Kemâl’den tâlimat gelmesini
beklememişti… Sonrasında da, İstiklâl Harbinin bütün bedelini onlar ödemiş,
onların destânî fedâkârlık ve kahramanlığıyle, hâricî düşmanlar, Vatan
topraklarından def’edilmişlerdir… Lâkin kendilerine en yaman hasmın dâhilde
olduğunu anlamadılar ve anlamamıya devâm ediyorlar…
Yunanlılar, büyük
bir planın muvaffakıyeti için piyon olarak kullanıldılar
Hâl böyle
olunca, Cambon – Grey Mutâbakatı’nı tertîb eden emperyalist kuvvetler,
Anadolu’dan toprak koparma hırslarına sed çekmeleri gerekdiğini daha iyi idrâk
ettiler. Zâten, bizzât Yunan Başkumandanı General Trikopis’in de (iş işten
geçtikden sonra) anladığı vechiyle, Yunanlıları bir piyon olarak ileriye
sürmüşlerdi. Asıl gâye, Anadolu’da, Hilâfeti yıkacak, Osmanlı’yı tasfiye edecek
Laik, Avrupacı bir Devletin kurulması idi ve bunun için de düşmanı (yânî kukla
Yunan’ı mağlûb ederek) efsâneleştirilecek bir “müncî”ye ihtiyâc vardı… Bütün
zaferi, dâhiyâne sevk ve idâresi ve bükülmez irâdesiyle tek başına elde etmiş
gibi gösterilecek –âdetâ fevkalbeşer- bir “müncî”… Pâdişâh-Halîfeyi hâin ve
Osmanlı’yı menfûr bir varlık îlân ettiği zamân otoritesi tartışılamıyacak kadar
efsâneleştirilmiş bir şahsıyet…
Bilâhare
şeytânî bir startejiyle İslâma karşı bir “ihtilâl harbi”ne çevrilen İstiklâl
Harbinin, Müslümanlık gayretiyle ve Müslümanlar tarafından başlatıldığı, ayrıca
bütün bedelini de Müslümanların ödediği aslında apâşikâr bir vâkıadır. Lâkin yalan,
istismâr ve tedhîş üzerine kurulu Kemalist Propaganda halkımızı beşikden mezara
kadar öylesine afyonluyor ki bu âşikâr hakîkat dahi bir sis perdesinin
gerisinde kayboluyor... Dediğimiz gibi, İstiklâl Harbini bütünüyle aydınlatmak,
sırf Hakîkat aşkıyle hareket edecek birçok araştırmacının harcıdır. Mâmâfih,
evvelâ 5816 Sayılı Mustafa Kemâl’i Tabulaştırma Kânûnu’nun lağvedilerek onların
önünün açılması lâzımdır…
Biz şu beş
vâkıayı ibret nazarlarına arzediyoruz:
Birincisi,
rahmetli Kâzım Karabekir Paşa’nın 1924'te, İstanbul Üniversitesi talebelerine
hitâben îrâd ettiği ve Milleti -Kemalizmin, Laikliğin, Frenkciliğin değil,
ancak ve ancak- Müslümanlığın kurtardığını vurgulıyan Nutku…
Kâzım Karabekir: “Milleti Müslümanlık
Kurtardı”
“Efendiler! Millet garplılaşmakla
değil, ancak Dîn-i Mübîn-i İslâma sarılmak sûretiyle mevcûdiyetini
kurtarmıştır! Türkoğlunu her şeyden tecrîd etseniz, Dîn-i Mübîn-i İslâmdan
başka istinâd edecek yeri yoktur!
“Efendiler! Millet her türlü mahrûmiyet içinde ümîdsiz bir
mücâdeleye nîçin atılmıştır? Evvelâ tahkîr edilen mukaddes Dînini îlâ etmek,
sâniyen haysiyetini kurtarmak ve düşman ayağı altında inliyen aksâm-ı vatanı
tahlîs etmek için değil mi? Mukaddesât-ı milliye ve dîniyemize edilen hakâreti
iâde ettik. Emsâlsiz fedâkârlığa katlandık. Buna garplılaşmakla değil, Dînimize
sarılmakla muvaffak olduk!
“[Bundan
böyle de,] adâleti memlekette istikrâr ettirmek, mütefekkir ve hakîkî
vatanperver insanları memlekette hâkim kılmak lâzımdır. Ancak bu sâyede Türkün
harb zamânında pek kuvvetli olan kollarından medeniyet, sulh ve iktisâd
sâhasında da istifâde etmek kâbil olacaktır.” (Kâzım Karabekir Paşa'nın, 1924
senesinde, İstanbul Dârülfünûnu önünde talebelere hitâbesinden, “Milleti
Müslümanlık Kurtardı”, İslâm-Türk Ansiklopedisi Mecmûası, Ekim 1947, c.
II, No: 82, s. 15; Büyük Doğu, 7 Kasım 1947, No 71, yıl 2, c.3, s. 6. Bu
hitâbeyi araştırmalarımızda daha evvel de naklettik: “Mustafa Kemâl’in
Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi”, Yeni Söz, 21.3.2020/542; “Ayasofya Câmii’ne
‘Bizans Müzesi’ Hakâretinin Sahîh Târihçesi”, Yeni Söz, 23.11.2022/18… Eşref Edib ve Necip Fazıl, bu Nutku
nereden iktibâs ettiklerini tasrîh etmiyorlar; lâkin onlar, bu neşriyâtı
yaptıklarında Karabekir Paşa henüz hayâttaydı ve –bildiğimiz kadarıyle- bu neşriyâtı
tekzîb etmemiştir. Yine de, başka araştırmacıların ilk kaynağı gün ışığına
çıkarmalarını temennî ediyoruz.)