Dolar (USD)
34.53
Euro (EUR)
36.38
Gram Altın
2849.37
BIST 100
9420.42
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Yahudilik-masonluk münasebeti (76)

“İnkılâblar için plebisit yapılamaz! Biz artık Garplıyız!”

“Uysal ve asyaî îtikadlara bağlı, sinsi ve sindirici hurâfeler, köstekleyici yanlış îtiyâdlarla inhisârcı kuvvetlerin têsîrlerine sürüklenebilecek yığınlarda iyi inkılâblar için plebisit yapılamaz!

“Esâsen, millet irâdesi ile milleti temsîl edenler, münevverler olacaktır. Bunlar, yaptığımız ve yapacağımız kanûnlarla İnkılâblarımızı kökleştirecek ve Muâsır Medeniyet seviyesine ulaştıracaklardır…

“Bugün iki kerre sekiz on altıdır. Bunu on kişi böyle dese ve yüz kişi de on diye ısrâr etse, yüz kişinin dediğini mi kabûl edeceğiz?

“Biz artık Garplıyız!

“Eski dünyâya hâkim Eski Medeniyetimizle sâdece övünerek değil, bütün zincirleri kırarak, son asır medeniyetinin gittiği yollardan yürüyerek, bu seviyenin de üstüne çıkmağa çalışacağız!

“Hurâfeleri atacağız! İlimde, irfânda, san'atte, her iyi şeyde, nûrlu insanlar, büyük, asîl ve uysal milletimizi, nûrlarıyle, bilgileriyle, azimli icrâ ve irâdeleriyle birlikte bu yola götüreceklerdir!

“Şüphesiz ve mutlak olarak hedefe ulaşacağız!” (Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'nin Siyasî Hayatında Batılılaşma Hareketleri, c. 2, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Yl., 1999, s. 20'den naklen)

Mustafa Kemâl’in, 7-15 Nisan 1934 Ege Askerî Tatbîkâtı esnâsında etrâfındaki kumandanlara hitâben sarfettiği bu mahrem sözler, bilâhare 1.9.1945 - 19.7.1947 târihlerinde Harb Akademileri Kumandanlığını deruhde eden, ayrıca Biz Ne İdik? Ne Olduk? Ne Olacağız isimli bir kitab (1962) ile daha başka kitabların müellifi bulunan Korgeneral Bakî Vandemir (İstanbul, 24.3.1890 – a.y., 23.1.1963) tarafından zaptedilmiş ve yine kendisi tarafından, 31 Temmuz 1952 târihli Cumhuriyet gazetesinde (ss. 1, 5) “Atatürk'e Ait Yeni Bir Hatıra” başlığıyle neşredilmiştir. (“Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi”, Yeni Söz, 6, 7.2.2019/140, 141)

Mustafa Kemâl’in “…Nûrlu insanlar, büyük, asîl ve uysal milletimizi, nûrlarıyle, bilgileriyle, azimli icrâ ve irâdeleriyle birlikte bu yola götüreceklerdir!” sözünde, “nûrlu insanlar”dan Masonları kasdettiği herhâlde anlaşılmıştır… Kezâ, “Milleti temsîl ettiklerini” iddiâ ettiği ve kendilerine “İnkılâbı kökleştirme” vazîfesi verdiği “münevverler”den de…

(Şapka sâyesinde) “artık medenî bir milletiz!”

“Büyük Şef”in Samsun’da îrâd ettiği nutuktan: “Sarık ve cübbe ile muvaffak olmanın imkânı yoktur! Artık medenî bir millet olduğumuzu cihâna isbât ettik!” (Cumhuriyet, 26.11.1925, s. 1; “Kemalizmin Târih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi Hurâfeleri”, Yeni Söz, 11.2.2022/1)

“Ebedî Şef”: “Öylesine Avrupalılaşacağız ki Memleketimize gelen bir Avrupalı burada kendini memleketinde gibi hissedecekdir!”

1924’ten îtibâren Çankaya Köşkü’nün Mûtemedi, 1927’de Kalemimahsûs Müdürü, 1934’te Cumhûr Reîsliği Umûmî Kâtibi Hasan Rızâ Soyak’ın (Üsküb, 1888 – İstanbul, 26.10.1970, Edirnekapı Şehîdliği) naklettiğine göre, “Büyük Şef”, 1925 Eylûl sonunda Bursa’dan Balıkesir’e geçmiş, Belediye dâiresi önünde Belediye Reîsi Hayrettin Bey: “Ey Ulu Gazi, hoş geldin, sefâ geldin, yurdumuza saâdetler getirdin” diye başlıyan bir nutuk îrâd etmiş, onu tâkîben, Galip Bey isminde genç bir tabîb: “Kahraman Müceddîd!” hitâbıyle söze başlıyarak ve: “Başımızda taşıdığımız zevk ve güzellikle hiç alâkası olmıyan kırmızı Yunan serpuşu, sonra ona zehirli bir yılan gibi sarılan bir cehalet timsali, istihza remzi gibi sırıtan acayip sarık, bizi senelerce en hain ve tahammül edilemez istihzalara maruz bıraktı” şeklinde devâm ederek çok ateşli bir hitâbede bulunmuştur. “Medenî olmak” uğrunda yapılan inkılâbları senâ ettikten sonra şöyle diyordu:

“…Artık Türk toprağı, bir Avrupalıya, yabancı bir memleket, garîp bir diyâr hissini vermiyecek; o, tıpkı kendi memleketinde, kendi memleketinin insanları arasında dolaşıyormuş gibi olacak…”

Bu hitâbeden fevkalâde mütehassis olan “Ebedî Şef” de onun bu sözlerini tasdîk ederek şu mukâbelede bulunuyordu:

“Muhterem genç arkadaşımızın çok kıymetli ve esâslı fikirleri kavrıyan ve halkın millî duygu ve heyecânlarına açık sûrette tercüman olan hitâbesini baştan nihâyete kadar derin bir duygululuk içinde ve çok dikkatle dinledim. Memleket umûmî efkârını, yalnız bana değil, bütün cihâna ulaştıran beyânâtından dolayı kendisini tebrîk ederim.”

Soyak, bu sözleri naklettikden sonra onlara kendi yorumunu ekliyor:

“Bugün sevinç ve şükrânla görüyoruz ki bu genç hatîbin yüksek ve derin inancı, her şeye rağmen, her gün biraz daha gerçekleşmekte, Türk millet ve vatanı Büyük Adam’ın açtığı yoldan engin hedefe doğru durmadan yürümekte ve yükselmektedir.”

Soyak, ayrıca, onun, başından beri, bütün İnkılâblarını bu istikâmette planlamış olduğunu da kaydediyor:

“…‘Batı medeniyetine uyma’ hareketini –bu sefer tamamen çağdaş medeniyet lehine- hayatın bütün bölmelerine teşmil ederek geniş ve kesin adımlarla hızlandırmayı, tarihî ve kutsal bir ödev olarak, şahsen üzerine almış ve bu hususta kendisine, ötedenberi düşündüklerine uygun bir faaliyet programı çizmişti.” (Hasan Rızâ Soyak, Atatürk’ten Hâtıralar, İstanbul: Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. Yl., 1973, ss. 273-274, 257)

“Batı Medeniyetine uyma (topyekûn Avrupalılaşma) hareketi, öteden beri düşündüklerine uygun bir faâliyet (bir inkılâb) programı”… O “hareket”, o “program”, Selânik’e, Maçedônya Risôrta, Volter, v.s. Localarına, Selânik Ordusu’na, Ali Fethi, Mustafa İsmet, Ali Fuad Erden, v.s.’den meydana gelen kafadârlar takımına kadar gerilere gitmiyor mu?

“Millî Şef”: “Avrupalılardan farkımız olmasın istiyoruz!”

“Ebedî Şef’in Râdifesi”nin beyânına nazaran da, Kemalist İhtilâlin hedefi, Anadolu Milletini Avrupalı milletlerden tefrîk edilemiyecek kadar Avrupalılaştırmaktır:

Şapka inkılâbından sonra dîğer bir arkadaşımızın, Ankara Vâlisi Yahyâ Galip Bey’in bir ziyâretini hatırlarım. Aynı zamânda meb’us olarak bulunan Yahya Galip Bey de çok yakınımızdı. Bir teklifi vardı.

- ‘Nedir?’ dedim.

- ‘Şapkanın orta yerine bir Ay-Yıldız koyalım; dîğer milletlerden farkımız belli olur.’ dedi. Teklif bu! Yahya Galip Bey’e:

- ‘Canım, biz bunları farkımız olmasın diye yapıyoruz, sen ne teklif ediyorsun!’ diye çıkıştım.” (“İnönü’nün Hâtıraları”, Ulus gazetesi, 5 Nisan 1969; İ. İnönü, Cumhuriyetin İlk Yılları I -1923/1938-, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Yl., 1998, s. 83)

Ali Fethi (Okyar), Voltaire Locası’nda ne demek istiyordu?

Voltaire Locası, Mason bâzı Devlet Adamları, Masonluğun sömürgeci ve Avrupacı siyâseti, v.s. hakkında buraya kadar verdiğimiz îzâhat dikkate alınınca, Ali Fethi’nin, 1910’da, Voltaire Locası’ndaki “Masonluk, Türkiye’de de Fransa’da oynamış olduğu rolü oynıyacaktır!” beyânının mânâsı iyice anlaşılmış olmalıdır, ki bunu kısaca şöyle ifâde edebiliriz:

Nasıl ki Masonluk Fransa’da Kraliyet rejimini devirerek “Laik bir Cumhûriyet” têsîs etmiştir ve o zamândan beri memleket hayâtına istikâmet vermekte, ayrıca Avrupalı olmıyan milletleri “medenîleştirme”, yânî Avrupalılaştırma dâvâsı gütmektedir, aynı şekilde, biz de, Türkiye’de Pâdişâhlığı ve Hilâfeti devirecek ve “Laik”, yânî Dîn aleyhdârı ve Avrupa Medeniyetcisi bir “Cumhûriyet” inşâ edecek, vatandaşlarımızı tamâmen Avrupalılaştıracağız; öyle ki “Avrupalılardan hiçbir farkımız kalmıyacak”, “bir Avrupalı, memleketimize geldiğinde, kendisini memleketinde gibi hissedecek”!

Onun sözü, Voltaire Locası’nın ve sâir Meşrik-ı Âzam Masonlarının ne kadar hoşlarına gitmiş olmalıdır!

Mâmâfih, hâdisenin memnûniyetin ötesinde çok daha mühim bir mânâsı vardır: Fransa Masonları, 12 Ocak 1909’da Askerî Ataşe sıfatıyle Pâris’e gider gitmez –mantıken- Mason Localarına devâm etmiye başlıyan Ali Fethi’yi ve onun şahsında, Mustafa Kemâl gibi, Mustafa İsmet gibi yakın arkadaşlarını daha yakından tanıma fırsatı bulmuşlar, herhâlde, onlara müstakbel Türkiye hakkındaki tasavvurlarında güvenebileceklerini de anlamışlardır. Zâten bu arkadaş grupu, Nisan 1909’da teşkîline iştirâk ettikleri (bizim tâbirimizle Selânik Ordusu’nun, Mustafa Kemâl’in tâbiriyle) “Hareket Ordusu”nun ihtilâl hareketi içinde mühim roller oynıyarak kendilerini isbât etmiş bulunuyorlardı. Hattâ, yine yakın arkadaşı Ali Fuad Erden’in verdiği bilgiye nazaran, Ali Fethi, hâdiseler başlayınca, Pâris’deki vazîfesini terk ederek sür’atle Selânik’e intikâl etmiş ve İhtilâlin ön saflarında yerini almıştı:

“1324 (1908) yılı ilkbaharında Selâniğe gitmiştim.

“Selânik o zaman hürriyet kıvılcımlarının saçılmaya başladığı ihtilâl öncesi devrini yaşamakta idi. […]

“İttihat ve Terakki merkez-i umumîsi Selânikte idi. Genç Kurmay subaylar –Ali Fethi (Okyar), Enver (Paşa), Cemal (Paşa), Hafız Hakkı (Paşa), Mustafa Kemal, Ali Fuad (Cebesoy) Beyler cemiyet mensuplarından ve ileri gelenlerindendi.

“Ali Fethi’nin, dört yıl önce, mektepte, Abdülhamid idaresini yıkmakla görevli gördüğü genç Kurmaylar bu vazifeyi ifa etmek için fîlen çalışmaya koyulmuşlardı. […]

“Rumelide zekâlar ve enerjiler Abdülhamid idaresine karşı birleşmişler ve harekete geçmişlerdi.

“Ali Fethi, hürriyeti cebren almak üzere ordunun İstanbula hareket etmesi için plânların hazır olduğunu söyledi. Genç Türkler 31 mart isyanı üzerine yaptıkları hareketi o zaman yapmağa hazırdılar.

“Fakat ordunun hareket etmesine hacet kalmadı. Zekâların ve enerjilerin ittifakı karşısında Abdülhamid mağlûp oldu. Genç Türkler meşrutiyeti aldılar. […]

“İstanbulda 31 mart isyanı oldu. İsyanı tenkil etmek için Selânikten bir tümen tahrik edildi. Tümen komutanı Hüsnü Paşa, Kurmay Başkanı Mustafa Kemal Beydi. Edirneden de bir tümen tahrik edildi. Bu tümenin komutanı Şevket Turgut Paşa, Kurmay Başkanı Kâzım Karebekir Beydi. İsmet Bey de bu tümenle birlikte geldi. Paris, Berlin, Viyana ataşemiliterleri Ali Fethi, Enver, Hafız Hakkı Beyler hareket ordusunun hücum kolları kumandanları oldular.” (Erden 1952: 34-37)

Aklıselîmin muktezâsıdır ki “Kemalist Totaliter Rejim”in têsîsiyle netîcelenen Kemalist İhtilâl Hareketini Ali Fethi’nin Voltaire Locası’ndaki konuşmasına ve ondan da ötesine, Selânik’deki Fransız, İtalyan ve İspanyol Localarının faâliyetlerine kadar gerilere götürmek lâzımdır. Bu üç memleketin Meşrik-ı Âzamları, tâ o zamândan esâslı bir yatırım yapmış ve yatırım fevkalâde semereli olmuştur…

Bilâhare, aynı ekip Millî Mücâdelenin dümenini ele geçirince (ki bu işte de selânik Cemâati ve Localar pasif kalmamışlardır), Kont Sforza’nın şahsınde İtalya Meşrik-ı Âzamı, Henri Franklin-Bouillon’un şahsında Fransa Meşrik-ı Âzamı, onların Anadolu’daki (Org. Erden’in tâbiriyle -1952: 146-) “İhtilâl Harbi”ni desteklemekte ve “Anadolu İhtilâl hükûmetinin” (Erden 1952: 146) Laik bir rejim inşâ etmesine yardımcı olmakta tereddüd göstermiyeceklerdir. Bu meyânda, İngiltere’nin el altından desteğini de gözden kaçırmamak lâzımdır…

Âşikârdır ki Kemalist “İhtilâl Harbi”, işgâlcilere karşı yapılan bir harb değildir; ancak bir rejimi, bir düzeni yıkmak veyâ değiştirmek için yapılan harbe “İhtilâl Harbi” denir. Öyleyse neyi devirmek, yerine ne ikâme etmek istiyorlardı? Yine âşikâr ki hedefleri, Pâdişâhlığı, Hilâfeti ve “İrticâ” yaftası altında Müslümanlığı yıkmak, bu meyânda Osmanlı İmaparatorluğu’nu tasfiye etmek, bunların yerine, Anadolu’yle mahdûd bir Devlet, “Cumhûriyet” yaftası altında totaliter, şahısperest, Avrupacı bir rejim ve Millî Kültürüne yabancılaşarak târihî şahsıyetini kaybetmiş, bütünüyle Avrupalılaşmış, yânî Avrupa Medeniyetine temessül etmiş Laik bir millet, Laik bir cem’iyet inşâ etmekdi…

“Sevr Muâhedesi”nin tiyatro olduğuna dâir sâir delîller

İşte buraya kadar bu geniş çerçeve içinde çizmiye çalıştığımız levha, bize, “Sevr Muâhedesi”nin, hâssaten Fransa ve İtalya Meşrik-ı Âzamları, mâmâfih aynı zamânda Churchill gibi İngiliz Masonları tarafından desteklenen Anadolu’yle mahdûd Kemalist Laik Devlet projesini gerçekleştirmek, bu uğurda Pâdişâh ve Halîfe Vahîdeddîn Han’a (ve onun şahsında bütün Osmanlı Hânedânına ve Müslümanlığa) karşı Ankara’daki Kemalist Hükûmetin elini kuvvetlendirmek için ortaya sürülen bir tiyatro olduğuna dâir iyi bir fikir vermiş olmalıdır. Bu mevzûun ve bu meyânda “İstiklâl Harbi”nin bütünüyle aydınlanması için, münhasıran Hakîkat endîşesiyle têlîf edilmiş cild cild eserlere ihtiyâc vardır. Belki başka araştırmacılar, bir gün buna muvaffak olabilirler. Biz, çizdiğimiz levhanın tamâmlanması ve daha bâriz hâle gelmesi kabîlinden, başka birkaç husûsa daha dikkat çekmek istiyoruz. Bunları, “Sevr Muâhedesi’nin tiyatro olduğunu gösteren sâir vâkıalar 1, 2, ilh…” ara başlıklarıyle takdîm edeceğiz.