Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (74)

“Beyler, etrâfımızda, kimisi askerî ve denizcilikle alâkalı kâbiliyetlerini geliştirerek, kimisi hızla artan nüfûsunun avantajlarından istifâde ederek kuvvetlenen bunca rakîb varken, evet, bu kadar sıkı bir rekâbetin olduğu şimdiki Avrupa’da, daha doğrusu böyle bir dünyâda, kendi içine kapanma veyâ müstenkif kalma siyâseti, gâyet basît olarak, inhitât yolunu seçmek demekdir! (Messieurs, dans l'Europe telle qu'elle est faite, dans cette concurrence de tant de rivaux que nous voyons grandir autour de nous, les uns par les perfectionnements militaires ou maritimes, les autres par le développement prodigieux d'une population incessamment croissante ; dans une Europe, ou plutôt dans un univers ainsi fait, la politique de recueillement ou d'abstention, c'est tout simplement le grand chemin de la décadence!)

“Yaşadığımız devirde, milletler, ancak gösterdikleri faâliyetlerle büyükdürler; yoksa, ‘müesseselerinin başkalarına têsîri’yle büyük değildirler. Evet, günümüzde hâl böyledir! (Les nations, au temps où nous sommes, ne sont grandes que par l'activité qu'elles développent; ce n'est pas ‘par le rayonnement des institutions’... qu'elles sont grandes, à l'heure qu'il est.)

“Faâliyet göstermeden, dünyâ mes’elelerine karışmadan etrâfına ışık saçmak, Avrupa’daki gelişmelerin dışında kalmak, Afrika veyâ Şark istikâmetinde bir genişlemeyi bir tuzak, bir mâcerâ telakkî etmek, inanın ki, bu şekilde yaşamak, büyük bir millet için, milletler âilesindeki mevkiini düşürmek ve inanamıyacağınız kadar kısa bir zamânda, birinci sıradan üçüncü, dördüncü sıralara gerilemekdir. Beyler, ne ben, ne bir başkası, memleketimiz için böyle bir istikbâl tasavvur edebiliriz! (Rayonner sans agir, sans se mêler aux affaires du monde, en se tenant à l'écart de toutes les combinaisons européennes, en regardant comme un piège, comme une aventure, toute expansion vers l'Afrique ou vers l'Orient, vivre de cette sorte, pour une grande nation, croyez-le bien, c'est abdiquer, et dans un temps plus court que vous ne pouvez le croire, c'est descendre du premier rang au troisième ou au quatrième. Je ne puis pas, messieurs, et personne, j'imagine, ne peut envisager une pareille destinée pour notre pays.)

“Memleketimiz başkalarının yaptıklarını yapabilecek kâbiliyette olmalı ve mâdemki şu ânda Avrupa’nın bütün kudretli Devletlerini harekete geçiren umûmî sâik sömürgeci genişleme siyâsetidir, o da bu kervana katılmalıdır! Aksi takdîrde, üç asır evvel büyük bir rol oynamış ve ne kadar kudretli, ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, bugün üçüncü, dördüncü sıralara gerilemiş başka milletlerin başına gelen bizim de başımıza gelecekdir; daha doğrusu, bunları görmiyecek olan bizim değil, oğullarımızın, torunlarımızın başına gelecekdir! (Il faut que notre pays se mette en mesure de faire ce que font tous les autres, et, puisque la politique d'expansion coloniale est le mobile général qui emporte à l'heure qu'il est toutes les puissances européennes, il faut qu'il en prenne son parti, autrement il arrivera... oh! pas à nous qui ne verrons pas ces choses, mais à nos fils et à nos petits-fils! il arrivera ce qui est advenu à d'autres nations qui ont joué un très grand rôle il y a trois siècles, et qui se trouvent aujourd'hui, quelque puissantes, quelque grandes qu'elles aient été descendues au troisième ou au quatrième rang.)

“Bugün mes’ele gâyet iyi vaz’edilmiştir: [Madagaskar’ın zaptı için] tasvîbinize arzedilen kredinin reddi, milletler âilesindeki mevkimizi düşürme siyâsetinin kabûlü ve îlânı demek olacaktır. (Aujourd'hui la question est très bien posée: le rejet des crédits qui vous sont soumis, c'est la politique d'abdication proclamée et décidée.) […]

Bir memleketi ele geçirmenin sinsi yolu: Kültür Emperyalizmi

“Evet, 1879’da Cumhûriyetciler iş başına geçtikleri, Cumhûriyetci Fırka Hükûmet ve bütün millet mes’eleleri üzerinde söz sâhibi olduğu zamân, onlar şunu anlamışlardır: Fransa’ya, ancak hür Belçika veyâ cumhûriyetci İsviçre gibi milletlere uygun gelebilecek bir siyâsî ideal teklîf edilemez; Fransa’ya başka şey lâzımdır; Fransa, sâdece hür bir memleket olmakla iktifâ edemez; o, aynı zamânda, Avrupa’nın istikbâli üzerinde kendine yakışan âzamî têsîre de sâhib büyük bir memleket olmalı, bu têsîri dünyânın başka yerlerine de yaymalı, mümkün olan her yere kendi dilini, kendi âdetlerini, kendi bayrağını, kendi silâhlarını, kendi dehâsını götürmelidir! (Eh bien, lorsque les républicains sont arrivés aux affaires, en 1879, lorsque le parti républicain a pris dans toute sa liberté le gouvernement et la responsabilité des affaires publiques […] il a montré qu'il comprenait bien qu'on ne pouvait pas proposer à la France un idéal politique conforme à celui de nations comme la libre Belgique et comme la Suisse républicaine, qu'il faut autre chose à la France : qu'elle ne peut pas être seulement un pays libre, qu'elle doit aussi être un grand pays exerçant sur les destinées de l'Europe toute l'influence qui lui appartient, qu'elle doit répandre cette influence sur le monde, et porter partout où elle le peut sa langue, ses moeurs, son drapeau, ses armes, son génie.)

(https://www2.assemblee-nationale.fr/decouvrir-l-assemblee/histoire/grands-discours-parlementaires/jules-ferry-28-juillet-1885#:~:text=Il%20faut%20que%20notre%20pays,oh%20!; ve http://histoire-geo.ac-amiens.fr/IMG/pdf/Annexe_2_Jules_Ferry_Travail_Amelie.pdf; 4.9.2024)

Üç Mason siyâsetci (Ferry, Wilson, Mustafa Kemâl) arasındaki muvâzîlik

Jules Ferry, Woodrow Wilson, Selânikli Mustafa Kemâl: Üç Mason Devlet Adamı… En mühim ortak husûsiyetleri, üçünün de, birbirleriyle yarışırcasına “Avrupa Medeniyetcisi” olması, “rızâen veyâ cebren” bütün milletleri Avrupa Medeniyeti Âlemine temessül ettirme dâvâsı gütmesi…

Jules Ferry, 28 Temmuz 1885 Nutkunda: “Üstün ırkların aşağı ırklar üzerinde bir hakları vardır, çünki onlara karşı bir vazîfeleri vardır. Bu vazîfe, onları medenîleştirmekdir!” diyordu.

Buraya kadar yaptığımız tahlîlle, onun kullandığı tâbirle söylersek “aşağı ırklara”, daha yumuşak bir dille söylersek “medeniyet îtibâriyle geri kalmış topluluklara” “medeniyet götürme” yâhud “medeniyet aşılama” siyâsetinin iki cepheli olduğunu tesbît ettik: Birincisi, bu siyâset, aslında, zayıf memleketleri hâkimiyeti altına alıp sömürme siyâsetine pek riyâkâr bir kılıf vazîfesi görüyordu. İkincisi de, kendi “medeniyet” veyâ kültürünü aşılama, o topluluğu târihî şahsıyetinden uzaklaştırıyor, onu, sömürgecilerin hâkimiyetini daha kolay kabûl edebilecek bir zihniyet ve hâletirûhiyeye sürüklüyor… Hattâ geniş mikyâsda kültürel tahavvüle uğrıyarak târihî hüviyetinden uzaklaşmış böyle bir topluluk, bir gün, sömürgecilerin siyâsî-iktisâdî hâkimiyetine son verip kendisi iktidâr olmayı başarsa dahi, yine mağlûb demekdir; çünki o artık kendisi değildir… Ve onun, bir müddet sonra, evvelce kendisine hükmetmiş olan sömürgeci memleketle her sâhada sıkı bir işbirliğine yönelmesi, beklenen bir hâldir; çünki kültür îtibâriyle kendini ona yakın hissetmektedir…

Jules Ferry’nin tercümanı olduğu Sömürgeci-Emperyalist Zihniyeti, dünyâ siyâsetinde kalıcı bir iz bırakmış Woodrow Wilson’ın da alenen beyân ettiğini, bu Farmason, Irkçı Devlet Adamından ve Siyonist avenesinden bahsederken tesbît etmiştik. Şöyle diyordu:

“Artık hiçbir millet kendi içine kapanık olarak yaşıyamaz ve Garb, zarûrî olarak Şark’a hâkim olmalıdır. Şark, istese de istemese de, Garb’e açılmak ve istihâle geçirmek mecbûriyetindedir. Garb’in ölçüleri ona mutlakâ kabûl ettirilmelidir.”

Sömürgecilik ve Emperyalizmin dîğer bir vechesi: Kültür jenosidi

Bu sözlerin, Avrupalıların veyâ Garblilerin Garbli olmıyanlara karşı bir kültür jenosidi siyâseti mânâsına geldiği âşikârdır. Bunu da ya doğrudan, ya da vekîlleri vâsıtasıyle tatbîkâta koyacaklardır. Tabîatiyle, ikinci usûl daha müessirdir.

Kültür jenosidinin en esâslı istinâdgâhı: Masonluk

Kültür emperyalizmi ve kültür jenosidi siyâseti, Masonlukta en esâslı istinâdgâhını bulmuştur. Çünki Masonluk, Avrupa Medeniyetinin, Beşer Medeniyetinin zirvesini teşkîl ettiği ve bütün İnsanlık Âleminin de bu medeniyeti benimsemesi lâzım geldiği fikrindedir. Binâenaleyh, Masonluk, nüfûz ettiği her memlekette Avrupa Medeniyetinin, Avrupa Kültürünün bayrakdârlığını yapmaktadır. Bunun hemen gözümüzün önündeki misâli, Türkiye Masonluğudur. Türkiye’de faâliyet gösterdiği târihten beri müntesiblerine ve onlar vâsıtasıyle de Milletimizin tamâmına hep Avrupa Kültür ve Medeniyetini telkîn edegelmiştir. Vasfımümeyyizi Avrupa Medeniyetciliğidir ve bizzât sözcüleri tarafından bu vasfıyle târif edilmektedir. Meselâ Üstâd-ı Âzam Dr. Necdet Egeran’ın daha evvel de bahsettiğimiz Gerçek Yüzüyle Masonluk kitabına mürâcaat edelim:

Üstâd-ı Âzamın dilinden Anadolu Milletine karşı kültür jenosidi siyâseti

“Yapıcılık = İnşacılık anlamına gelen ve kısaca masonluk dediğimiz Hür masonluk (Free Masonry, Franc-Maçonnerie), iyi ahlâklı ve faziletli insanlar arasında sevgi ve dayanışma kuran, insanlığın düşünsel ve toplumsal olgunlaşmasına çalışan, Batı medeniyetçisi ilerici bir kardeşlik topluluğudur. (s. 6) […]

“Masonluk, denilebilir ki, Batı medeniyet mücadelesi alanında, şeref ve başarı günleri görmüş birçok teşekküllere ana tefekkür kaynağı olmuştur. (s. 74) […]

“…Bugün Batı medeniyeti deyince sadece Batı Avrupa-Amerika medeniyeti anlaşılmaktadır. Ve işte bu batı medeniyetine intibak içih neler yapmak lâzım geldiğini incelemek gerekmektedir. (s. 79) […]

Kültür jenosidi siyâsetinde Masonluk ile Kemalizmin ortak mücâdelesi

“Bir bakıma bizim bu aleme intibak etmemiz için büyük Atatürk’ten bu yana pek çok ilerlemeler yapıldı. Ancak daha üzerinde çalışılması gereken Atatürkçü unsurlar vardır. Bunların en önemlisi toplumsal ve ekonomik kalkınmayı sağlam temellere oturtacak olan eğitim ve öğretim konusudur. Kültür konusudur. (s. 82) […]

“Tarih tetkik edilince görülür ki Osmanlı Ülkesinde kültür bakımından her uyanış hareketi, daima karşısında mutaassıp Müslüman aydınını buldu. Garplılaşma hareketi olan Tanzimat hareketi de, Batı’da rönesansta olduğu gibi mistik din görüşüne karşı hümanistik dünya görüşü meydana getiren bir hareket şeklinde olmadı. Din ile devleti bile birbirinden ayıramadı.

“Mutaassıp İslâmlık dini ile ilgisi olmayan hiç bir fikir hareketine yer vermediği için Tanzimattan sonraki dönemde bile Osmanlı kültüründe Doğu ile Batı kültürü arasında yer almış bir kararsızlık göze çarpar. Zihniyet ve düşünce bakımından Doğuya bağlı kalmak, fakat tekniği ve yaşantı biçimini Batıdan almak gibi bir ikilik bu dönemin başlıca vasfı oldu. Ve gayet tabii ki, bilim, teknik, san’at ve felsefe bu Doğu – Batı ikiliği içinde gelişemedi.