Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (73)

Jules Ferry, sömürgeciliğin iktisâdî ve siyâsî-askerî esbâbımûcibesini îzâh emekle, kendi şahsında, Emperyalist Zihniyetin çirkin yüzünü tamâmen teşhîr etmiş oluyor! Böylece, gûyâ “insâniyet nâmına”, “geri kalmış milletleri”, daha doğrusu, onun tâbiriyle, “aşağı ırkları medenîleştirme hak ve vazîfesi” gibi bir esbâbımûcibenın, zavallı milletleri istismâr etmek, onları sömürerek semirmek gibi düpedüz yamyamlık olan bir siyâsete bir bakıma kılıf vazîfesi gördüğü anlaşılıyor… Lâkin dîğer taraftan, “medenîleştirme” siyâseti, emperyalist siyâsetin elzem bir vâsıtasıdır; zîrâ, insanları sırf silâh zoruyle sömürmek ancak bir dereceye kadar mümkündür; onlara sömürgecilerin kültürünü aşıladığınız zamân, sömürüyü çok daha kalıcı kılarsınız. Bunun içindir ki İktisâdî-Siyâsî-Askerî Emperyalizme dâimâ Kültür Emperyalizmi de refâkat eder. Nitekim, Ferry, “Bir memleketi ele geçirmenin sinsi yolu: Kültür Emperyalizmi” ara başlığıyle nakledeceğimiz Nutkunun sonunda: “Fransa, mümkün olan her yere kendi dilini, kendi âdetlerini, kendi bayrağını, kendi silâhlarını, kendi dehâsını götürmelidir!” diyor…

Bu tesbîtlerimizin hakîkatini anlamak için sömürgeleştirilmiş bütün milletlerin hâlini göz önünde canlandırmak kâfî değil mi? Hemen hepsi, resmen sömürge statüsünden çıkmış oldukları hâlde kendilerini sömürgeleştiren memleketle bağlarını muhâfaza etmiyor mu? Hepsi de millî şahsıyetlerinden çok şey kaybetmiş değil mi? Hepsi de bir kültür, bir şahsıyet buhrânı içinde değil mi? Fazla uzağa gitmiye ne hâcet: Kendi milletimizi ibretle gözliyelim! Üstelik, bu memleket, resmen sömürge statüsü de yaşamadı; lâkin, iki asırdır, dâhilden ve hâricden hükmünü yürüten örtülü bir sömürge siyâsetine mârûz bulunuyor…

Ferry’nin sömürgeciliğin iktisâdî esbâbımûcibesine dâir îzâhatını ibretle okuyoruz. Kendileri semirmek için dîğer insanları sömüren bu “medenî” yamyamlar, bir de “herkesi medenîleştirmek hak ve vazîfesine mâlik olduklarını” iddiâ ediyorlar!

“…Sömürge sâhamızı genişletme siyâsetini iktisâdî nıktainazardan haklı çıkaran mülâhazaları, bunları destekliyen birkaç rakamın refâkatinde, huzûrunuzda dile getirmek istedim. Başlıca mülâhazamız, Avrupa’nın sanâyileşmiş memleketlerinin ve husûsen zengin ve çalışkan Fransa’mızın git gide daha şiddetle hissettiği bir ihtiyâc, mahrec [pazar] ihtiyâcıdır. (Sur le terrain économique, je me suis permis de placer devant vous, en les appuyant de quelques chiffres, les considérations qui justifient la politique d'expansion coloniale au point de vue de ce besoin de plus en plus impérieusement senti par les populations industrielles de l'Europe et particulièrement de notre riche et laborieux pays de France, le besoin de débouchés.)

“Bu mânâsız bir tasavvur mu, bir kehânet mi, yoksa âcil bir ihtiyâc, sanâyileşmiş memleketimizin haykırdığı bir taleb midir? Ben, aslında, her birinizin Fransa’nın muhtelif mıntıkalarında müşâhede ettiğiniz bir vâkıayı umûmî hatlarıyle dile getirmekden başka bir şey yapmıyorum. (Est-ce que c'est quelque chose de chimérique? est-ce que c'est une vue d'avenir, ou bien n'est-ce pas un besoin pressant, et on peut dire le cri de notre population industrielle? Je ne fais que formuler d'une manière générale ce que chacun de vous, dans les différentes parties de la France, est en situation de constater.)

“Evet, 1860 muâhedelerinin geriye dönülmez şekilde ihrâcâta yönlendirdiği büyük sanâyimizde eksik kalan, onda git gide daha fazla eksik kalan, mahreclerdir. (Oui, ce qui manque à notre grande industrie, que les traités de 1860 ont irrévocablement dirigé dans la voie de l'exportation, ce qui lui manque de plus en plus ce sont les débouchés.)

“Nîçin? Çünki yanı başındaki Almanya, etrâfını mânialarla çevirmektedir; çünki Okyanus ötesinde, Amerika Birleşik Devletleri, himâyeci, hem de had derecede himâyeci olmuştur; çünki bu büyük pazarlar, kapanmıyorlarsa da, daralıyolar ve bizzât kendi pazarlarımız, bu büyük Devletlerin eskiden görülmiyen mâmûlleriyle dolup taştığı için, onların pazarları, sınâî mâmûllerimizin git gide daha zorlukla revâc bulacağı hâle geliyor. Bu, sâdece, büyük bir sarsıntı geçiren, rekâbet sâhası –eski iktisâdî nazariyelerin mevzûu olan- büyük Devletlerle mahdûd kalmıyan zirâatimiz için bir hakîkat değildir; mûlûmunuz, bugün rekâbet, arz ve taleb kânûnu, mübâdele serbestîsi, spekülasyonların têsîri, v.s. bütün bunlar, dünyânın bir ucundan bir ucuna uzanan geniş bir sâhada cereyân ediyor. (Pourquoi ? parce qu'à côté d'elle l'Allemagne se couvre de barrières, parce que au-delà de l'océan les États-Unis d'Amérique sont devenus protectionnistes et protectionnistes à outrance ; parce que non seulement ces grands marchés, je ne dis pas se ferment, mais se rétrécissent, deviennent de plus en plus difficiles à atteindre par nos produits industriels parce que ces grands États commencent à verser sur nos propres marchés des produits qu'on n'y voyait pas autrefois. Ce n'est pas une vérité seulement pour l'agriculture, qui a été si cruellement éprouvée et pour laquelle la concurrence n'est plus limitée à ce cercle des grands États européens pour lesquels avaient été édifiées les anciennes théories économiques ; aujourd'hui, vous ne l'ignorez pas, la concurrence, la loi de l'offre et de la demande, la liberté des échanges, l'influence des spéculations, tout cela rayonne dans un cercle qui s'étend jusqu'aux extrémités du monde.)

“İşler bu noktada karışıyor, büyük iktisâdî zorluk bu noktada başlıyor! (C'est là une grande complication, une grande difficulté économique.) [...]

“Evet, pek vahîm bir mes’eleyle karşı karşıyayız! (C'est là un problème extrêmement grave.)

“Beyler, bu mes’ele o derece vahîm, o derece hayâtîdir ki daha az basîretli olan insanlar dahi, şimdiden, uzun zamândır bizim elimizde olan Cenûbî Amerika’nın o büyük pazarında Şimâlî Amerika mallarının haşîn rekâbetiyle karşılaşacağımız ve belki de o pazarı kaybedeceğimiz zamân hakkında tahmînde bulunarak hazırlanmıya, tedbîr almıya mahkûmdurlar. Bundan daha ciddî, bundan daha vahîm bir ictimâî mes’elemiz yoktur ve bu program da, sıkı sıkıya sömürge siyâsetine bağlıdır. (Il est si grave, messieurs, si palpitant, que les gens moins avisés sont condamnés à déjà entrevoir, à prévoir et se pourvoir pour l'époque où ce grand marché de l'Amérique du Sud, qui nous appartenait de temps en quelque sorte immémorial, nous sera disputé et peut-être enlevé par les produits de l'Amérique du Nord. Il n'y a rien de plus sérieux, il n'y a pas de problème social plus grave; or, ce programme est intimement lié à la politique coloniale.) (https://www2.assemblee-nationale.fr/decouvrir-l-as... 4.9.2024)

Ferry’nin dilinden sömürgeciliğin millî fanatizmden beslenen siyâsî-askerî mantığı

Her insanın, başka milletlere husûmet beslemeden, onları tahkîr etmeden, onların mevcûdiyet haklarını inkâr etmeden, kendi mensûb olduğu, kültürüyle yoğrulduğu, kültürüyle şahsıyetini inşâ ettiği milleti dîğerlerinden daha fazla sevmesi ve en başta onun maddî-mânevî her cihetten yükselmesi için çalışması, hem tabiî bir his, hem de ahlâkî bir vecîbedir. Yanlış olan, takbîh edilmesi lâzım gelen, şovenlikdir, millî fanatizmdir, daha beteri, ırkçılıktır. Nasıl ki herhangi bir vatandaşının veyâ daha umûmî olarak herhangi bir insanın haklarına riâyet etmemek ahlâksızlıktır, başka milletlerin haklarına tecâvüz etmek de öyledir. Nasıl ki ferdî planda hodgâmlık ahlâksızlıktır, millî hodgâmlık da öyledir. Bir milletin başka milletlerin haklarını gasbederek semirmesi ile bir ferdin, dîğer vatandaşlarının haklarını gasbederek palazlanması aynı cinsden ahlâksızlıklardır.

İşte Jules Ferry’nin, Nutkunda, “mes’elenin siyâsî vechesi” başlığı altında sömürgeci siyâsetin siyâsî-askerî esbâbımûcebisini îzâh ettiği kısım, millî fanatizmden besleniyor ve Emperyalist Zihniyetin bir başka tezâhürü olarak karşımıza çıkıyor. Yine ibretle okuyoruz:

“Beyler, hakîkî suâl, kendi kendimize ve vâzıh ifâdelerle yöneltmemiz gereken suâl şudur: büyük felâketlerle imtihân edilen milletlere yakışan mâtem ve tefekkür hâli, onların dünyâ siyâsetinden de el çekmelerini istilzâm eder mi? [“Felâket”ten, Fransa’nın mağlûbiyeti ve Alsace-Lorraine bölgesinin kaybıyle netîcelenen 1870-1871 Fransız-Alman Harbi kasdediliyor…] […] [Fransızlar.] dâimâ kanıyacak bu yara üzerinde ibretle tefekküre dalmış bir hâldeyken, başkalarının onların etrâfında istediklerini yapmalarına müsâade edecekler mi? Olup bitenlere lâkayd mı kalacaklar? Bizim yerimize başkalarının Tunus’a yerleşmesine, [Tonken veyâ Şimâlî Vietnam’daki] Kızıl Nehr’in denize döküldüğü yerde zâbıta rolü oynamalarına ve Avrupa milletlerinin menfâatine olarak riâyet edilmesini sağlama taahhüdünde bulunduğumuz {Vietnam’la alâkalı] 1874 Muâhedesinin hükümlerini başkalarının tatbîk ettirmesine seyirci mi kalacaklar? Hattıüstüvâ Afrika’sı bölgelerini ele geçirmek için başkalarının birbirleriyle çekişmelerine aldırmıyacaklar mı? Birçok vechesiyle aslında tam da bir Fransız mes’elesi olan Mısır mes’elesinin başkaları tarafından hâlline râzı olacaklar mı? (La vraie question, messieurs, la question qu’il faut poser, et poser dans des termes clairs, c’est celle-ci: est-ce que le recueillement qui s’impose aux nations éprouvées par de grands malheurs doit se résoudre en abdication? [...] Est-ce que, absorbés par la contemplation de cette blessure qui saignera toujours, ils laisseront tout faire autour d’eux; est-ce qu’ils laisseront aller les choses; est-ce qu’ils laisseront d’autres que nous s’établir en Tunisie, d’autres que nous faire la police à l’embouchure du fleuve Rouge et accomplir les clauses du traité de 1874, que nous nous sommes engagés à faire respecter dans l’intérêt des nations européennes? Est-ce qu’ils laisseront d’autres se disputer les régions de l’Afrique équatoriale? Laisseront-ils aussi régler par d’autres les affaires égyptiennes qui, par tant de côtés, sont des affaires vraiment françaises?)

“Diyorum ki Fransa’nın sömürge siyâseti, sömürge sâhasını genişletme siyâseti, bizi, İmparatorluk devrinde Saygon’a, Koşenşin’e götüren siyâset, yine bizi Tunus’a, Madagaskar’a götüren siyâset, evet, diyorum ki bu genişleme siyâseti, üzerine dikkatinizi celbedeceğim şu hakîkatten ilhâm almıştır: Bir memleketin bizimki gibi Deniz Kuvvetleri olursa, bu Deniz Kuvvetleri, açık denizlerde sağlam barınaklardan, müdâfaa noktalarından, tedârik merkezlerinden vazgeçemez. Beyler, bunu bilmiyor musunuz? Dünyâ haritasına bir göz atın ve Çin Hindi’ndeki, Madagaskar’daki, Tunus’taki bu merhalelerin gemilerimizin emniyeti için elzem olup olmadığını bana söyleyin! (Je dis que la politique coloniale de la France, que la politique d’expansion coloniale, celle qui nous a fait aller, sous l’Empire, à Saïgon, en Cochinchine, celle qui nous a conduits en Tunisie, celle qui nous a amenés à Madagascar, je dis que cette politique d’expansion coloniale s’est inspirée d’une vérité sur laquelle il faut pourtant appeler un instant votre attention: à savoir qu’une marine comme la nôtre ne peut pas se passer, sur la surface des mers, d’abris solides, de défenses, de centres de ravitaillement. L’ignorez-vous, messieurs? Regardez la carte du monde... et dites-moi si ces étapes de l’Indochine, de Madagascar , de la Tunisie ne sont pas des étapes nécessaires pour la sécurité de notre navigation?) [...]

1_585f5df1f4473467112b83ac280e11df.jpg

(https://histoire-image.org/etudes/conquete-constan... (9.9.2024)

Emperyalistlerin “geri kalmış memleketlere insâniyet nâmına medeniyet götürmeleri” böyle oluyor: Memleketleri bir baştan bir başa kana boyuyor, insanları ne pahasına olursa olsun boyun eğmiye zorluyor ve onlara Avrupa Medeniyetini dayatıyorlar… Arkasından, işgal edilen memleketin zenginlikleri talan ediliyor, insanları millî şahsıyetlerinden koparılıyor, müstevlîye mukâvemet edemiyecek hâle getiriliyor… Yoksa hiç kimse “insâniyet nâmına” gelin memleketimizi işgâl edin de bizi “medenîleştirin” demiyor! Buradaki resim, (Cezâyir’deki muhârebeleri bizzât ve yakından tâkîb eden) Denis-Auguste-Marie Raffet’nin eseri olup Kasım 1836’da Fransız Mareşali Changarnier’yi Cezâyir’in Konstantin şehrinden geri çekilmiye icbâr eden muhârebeyi gösteriyor. Cezâyirliler, Fransızlara karşı vatanlarını kahramanca müdâfaa etmişler, fakat düşman, nihâyette, silâh üstünlüğü sâyesinde onlara galebe çalmıştı. Ressam, bu levhasıyle, sâdece bir muhârebeyi değil, Jules Ferry gibi, Woodrow Wilson gibi ikiyüzlü Farmason Devlet adamlarının yalanlarını da resmetmiştir…

***