Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (67)

Kitabları, metinleri tahrîf etmenin bir yolu da, onları Uydurmacaya çevirmekdir

Erden’in İsmet İnönü kitabına ilk def’a İnönü Vakfı’nın İnternet Sitesi üzerinden ulaşmış ve oradaki metinden iktibâslar yapmıştık. Fakat kitabın dili Uydurmacaydı. Her ne kadar, Erden’in de “Büyük Şef”in “Dil İnkılâbı”na uyduğunu, hattâ askerî ıstılâhların Uydurma calıştırılmasında “Büyük Şef”ine bir hayli yardımcı olduğunu biliyorsak da, kitabın têlîf edildiği 1950’li senelerde o Uydurma Dil büyük ölçüde terk edilmiş, “Büyük Şef”in vefâtından sonra, umûmî dile, bilhassa gazete diline tekrâr Târihî Türkce hâkim olmuştu. Resmî Dilde dahi Uydurmaca kelimeler bir hayli azalmıştı. Bu cihetle, Erden’in, 1952’de bu kadar bozuk bir dil kullanmış olmasına ihtimâl veremiyorduk. Nihâyet, yakın zamân evvel, bahis mevzûu kitabın bir nüshasını -İnternet üzerinden- bir sahafta bulduk ve hemen getirterek merâkla tedkîk ettik. Tahmîn ettiğimiz gibi, İnönü Vakfı’nın Sitesindeki metnin dili, kitabın orijinal dili değildi; üstelik, bir hayli lâubâlî bir şekilde Uydurma calaştırılmıştı!

İşte bu da târihî vesîkaları, kitabları, umûmî olarak metinleri tahrîf etmenin bir başka yoludur! Her şeyden evvel, müellifin üslûbu bozuluyor; binâenaleyh metin büyük ölçüde müellife âid olmaktan çıkıyor, başka bir kılığa bürünüyor… Düşünmeli ki her “iyi metin” ne zahmetlerle yoğrulmuştur! Müellifi, ona nihâî şeklini verinciye kadar her kelimesi, her cümlesi üzerinde def’alarca düşünmüş, taşınmış, onları uzun uzun tartmış, belki def’alarca değiştirmiş, içine sinen kelime ve cümlelere ulaşıncıya kadar ne sıkıntılar çekmiştir! Dîğer taraftan, Türkcenin kelimelerine illâ Uydurmaca bir karşılık bulma saplantısıyle, mefhûmlar da katlediliyor. Meselâ yukarıda naklettiğimiz metindeki “Avusturya-Macaristan Bosna ve Hersek'i ilhak etmişti” cümlesinde bulunan “ilhâk etmek” yerine, -İnönü Vakfı tarafından- “almak” fiili ikâme edilmiştir. Bu, aynı şey midir?

Kemalistlerin, güzelim Türkcemizle oynıya oynıya onun yerine nasıl köksüz, zevksiz ve daralmış (üstüne üstlük bir de Frenkleşmiş!) bir resmî dil ikâme etmiş olduklarını göstermek için, aşağıda, aynı metnin İnönü Vakfı tarafından Uydurmacalaştırılmış hâlini de takdîm ediyoruz. Lâkin Milletimiz aslî şahsıyetine o derece yabancılaşmış bulunuyor ki korkarız, iki metni mukâyese edip asıl metnin dil güzelliğini takdîr edecek pek az kimse çıkacaktır!

“Ali Fethi ile Ramazan gecesi Şehzadebaşı'nda bir çaycıda otururken beyaz keçe külah giymiş vatandaşlar caddeden geçtiler. Avusturya-Macaristan Bosna ve Hersek'i almıştı. Fes Avusturya ürünlerinden olduğu için bu vatandaşlar fese karşı gösteri yapıyorlardı.

“Ali Fethi bu manzara karşısında dedi ki: ‘- Şu hale bakınız! Bosna-Hersek bizim mi idi? Doğu Rumeli [Başşehri Filibe olan Şarkî Rumeli Vilâyeti], Girit, Mısır bizim midirler? Kıbrıs, Aden, Hadramut, Elhasa, Umman, Maskat, Kuveyt, Bahreyn bizim midirler? Bütün bu yerler, Osmanlı ülkesi haritasında bizim rengimize boyalıdır. Yalan! Yalanı ve geçmişi yok etmeli! Cesurane bir ameliyatla kangren olmuş organları kesmeli; vatanımızın sınırlarını keskin bıçakla sınırlandırmalı ve saptamalıyız. Ve bu vatanın tam bağımsızlığını sağlamaya çalışmalıyız; gerçek siyaset izlemeliyiz.'

“Bu görüş çok doğruydu. Lakin bu sözleri söyleyen Ali Fethi Bey bu kanaat ve düşüncesini yürütecek ve yerine getirecek mevkide değildi.” (Erden, İsmet İnönü, “İhtilâl” Faslı, Uydurmaca metin; https://www.ismetinonu.org.tr/ali-fuad-erden-ismet-inonu/; 14.8.2018)

Bir kitabın diliyle bu şekilde oynamak, binâenaleyh onu tahrîf etmek, ne büyük bir haddini bilmezlik, ne büyük bir hakka tecâvüzdür! Hele böyle bir ameliyât bir edebî eser üzerinde yapılırsa, bu tam bir hâinlik, bir “teammüden cinâyet” olur! Memleketimizde bu çeşid tahrîfkâr neşriyâtı önleyici kânûnlar bulunmalıydı! Hele ki tercümeler yoluyle yapılan tahrîfâtı, hele ki tercüme sahtekârlıklarını!

Bu vesîleyle mezkûr Vakfın bir başka aybını da farketmiş bulunuyoruz:

Sahaftan getirttiğimiz orijinal nüsha, Erden’in kızı Ayla Ökmen tarafından Vakf’a hediye edilmiştir. Vakıf, kitaba kırmızı bir cild yaptırmış, başındaki cild sayfasında hediye olduğunu tasrîh etmiştir. Büyük mânevî kıymeti hâiz böyle bir kitabın sahafa düşmüş olması, vefâsızlık değil midır?

Ali Fethi’nin Osmanlı Pâdişâh ve Halîfesi Abdülhamîd Han düşmanlığı

Cemâat terbiyesiyle daha çocukluklarından îtibâren mâhir birer Komitacı olarak yetişen bu insanlar, Osmanlı/Müslüman Kültüründen ve onun başı olan Pâdişâh-Halîfeden nefret ediyorlardı. En büyük hedefleri, Müslümanların Reîsini al aşağı etmekdi. Bunun ilk merhalesi, Abdülhamîd Han’ı, nihâî merhalesi de topyekûn Osmanlı Hânedânını ve onun temsîl ettiği bütün millî değerleri tasfiye etmekdi.

Ali Fethi’de de tezâhür eden bu Cemâat terbiyesine dâir üç arkadaşının şahâdetine mürâcaat ediyoruz. Onlardan öğreniyoruz ki o, daha Erkânıharbiye sınıflarında, Osmanlı’ya, onun kalbgâhı olan Yıldız Sarayı’na (aynen Şoven Ermeni tedhîşçileri gibi) bomba koymayı düşünecek kadar taşkın bir kînle doluydu. Her ne kadar orayı bomba ile berhavâ edemedilerse de, “31 Mart” tertîbiyle Halîfeyi al aşağı etmiye muvaffak oldular ve bütün Hânedân efrâdı, Saray’da günlerce mahpus tutulup birçok ezîyete dûçâr edildikden sonra Pirlepe Cemâatine ve Macedonia Risorta Locası’na mensûb Binbaşı Ali Fethi tarafından teslîm alınarak Gar’a götürüldü; oradan trenle “La Jerusalén de los Balcanes”e sevkedildi ve Yahûdi Allatini’lerin Köşküne hapsedildi. Artık Dârülhilâfe “La Jerusalén de los Balcanes”e esîr düşmüştü ve bu esâretten günümüze kadar kurtulamadı… Bu meyânda, Yıldız Sarayı’nın zenginlikleri de, İTK soyguncuları tarafından yağmalandı. O Saray ki -1909’da- hem Osmanlı Şûrâ-yı Âlîsi’nin, hem de Osmanlı Meşrik-ı Âzamı’nın müessislerinden, 33 Dereceli Sabataî Farmason Miralay (bilâhare Paşa) Ali Gâlib Pasiner’e teslîm edilmişti ve beş kişilik İttihâdcı Farmason Hey’eti orada Pâdişâh-Halîfe Abdülhamîd Han’a hal’ini teblîğ ederken, (onlara nezâret eden) Ali Gâlib (altıncı kişi), Sabataî Cemâatini ve Avukat Emanuele Carasso, Siyonist Âlemini temsîl ediyordu!

İnönü, Gençlik Hâtırâtı'nda: “Fethi Okyar, Erkânıharb sınıflarında ad bırakmıştır.” diyor. (İsmet İnönü'nün Hatıraları; Genç Subaylık Yıllarım; 1884-1918, İnönü'nün ağzından teype kaydederek neşre hazırlıyan: Sabahattin Selek, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Yl., 1997, s. 20)

Onun bu ifâdesinden ne anlamak lâzım? O, nasıl bir “ad bırakmıştı”? Onun bu müşâhedesine, arkadaşları Ali Fuad Cebesoy ile Ali Fuad Erden açıklık getiriyorlar:

“(Erkânıharbiye günlerinde) Ali Fethi ateş püskürüyor, bir eliyle Yıldız Sarayı'nı işaret ederek: ‘- Hep oradaki adamın başının altından çıkıyor bunlar! Sarayı başına yıkılmadıkça rahat yok! Elime fırsat geçse oraya bomba koyarım!' diyordu.

“Bahsettiği kimse, Sultan Hamid'di. 23 temmuz 1908 de sarayı değil, fakat onun istibdat idaresi yıkılmış, dokuz ay kadar sonra da 27 nisan 1909 da hal'edilerek muhafaza altında Selânik'e gönderilmişti. Tesadüfe [?] bakın ki Abdülhamid'i Selânik'e götüren muhafız, Fethi Okyar'dan başkası değildi.” (Ali Fuad Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul: İnkılâp ve Aka Yl., 1981, 2. baskı –ilk baskı: 1967-, ss. 45-46)

1_2e8502efccb43fd3eb6d661566be3339.jpg

(https://www.pingudumuzayede.com/en/product/7386434/ali-fethi-okyar-paris-askeri-atesesi-ali-fethi-bey-ali-fethi-okyar; 28.8.2024) (https://mustafakemalim.com/ataturk-picardie-manevralarinda-fransa-28-eylul-1910/; 12.8.2018)

Pirlepe Cemâatine mensûb Ali Fethi de, Selânik Cemâatine mensûb Mustafa Kemâl gibi, çocukluğundan îtibâren sıkı bir Komitacı olarak yetişmişti. Ölünciye kadar merbût kaldığı arkadaşıyle berâber, 1908-1909 İttihâdcı İhtilâlinin de, 1919-1923 Kemalist İhtilâlinin de en ön safında bulundu ve Devletin en yüksek mevkilerini işgâl etti. Daha 1900’lü senelerde, onun da programı belliydi: Pâdişâhı, Halîfesi ve “Gayr-i Türk beldeleriyle” Osmanlı’yı toptan tasfiye edip yerine Anadolu’yle mahdûd Avrupacı, Laik bir Devlet kurmak… Soldaki resim, o, Binbaşı rütbesiyle Pâris’de Askerî Ataşe iken çekilmiştir. Resmin üzerinde, İtalyanca “Fety Bey, addetto militare a Parigi (Fethi Bey, Pâris’de Askerî Ataşe)” yazılıdır. Sağdaki resimde ise, Kolağası Mustafa Kemâl ile berâber iştirâk ettiği 12-18 Eylûl 1910 Picardie Tatbîkâtı esnâsında, iki arkadaş, Frenk arkadaşlarıyle berâber poz veriyorlar ve onlardan tefrîk edilemiyorlar… Daha 1910’da, nasıl bir “Türkiye” inşâ etmek istedikleri bellidir! Milletimiz, o zamânlar, asırlardır devâm eden derin bir gaflet uykusu içindeydi; aradan bir asır geçti, hâlâ uykusuna devâm ediyor! Başına gelen bin bir musîbetten de ders almadı! Acabâ onu uyandırmak için daha ne yapmalı?

***

Erkânıharbiye talebesi Ali Fethi’nin, bütün Siyonist-Farmason Emperyalistler ile Müttefîklerinin diş biledikleri, en büyük zaafı merhamet olan (ki bedeli Milletimize pek ağır olmuştur) bir Hâkanı kanlı kâtil olarak gösterecek kadar hayâsızca bir propagandayle hakîkî şahsıyetini tahrîf ettikleri, ne pahasına olursa olsun devirmiye azmettikleri Pâdişâha karşı onlarla aynı tavır içinde olduğuna, -Ali Fuad Cebesoy gibi- yine en yakın arkadaşlarından Ali Fuad Erden de şahâdet ediyor. Erden’in orijinal metnini, İnönü Vakfı’nın metnindeki Uydurmaca kelimeleri mûteriza içinde göstererek iktibâs ediyoruz:

“Pirlepeli Ali Fethi –Okyar- ile Erkân-ı Harbiye (Kurmay) namzedi (adayı) mektebinde (okulunda) aynı sınıfta idik. O, sınıfın birincisi idi; ben ikincisi idim.

“Ali Fethi gayet zekî (zeki), münevver (aydın), hür fikirli (özgür düşünceli) idi.

“Ali Fethi bir gün bana, dershanenin penceresinden Yıldız istikametini (yönünü) göstererek: ‘- Abdülhamid idaresi (yönetimi) vatanı felâkete (felakete), izmihlâle (yok olmaya doğru) götürüyor. Bu idareyi (yönetimi) yıkmalı! Yok etmeli! Bu vazife (görev) bize, genç Erkân-ı Harplere (Kurmaylara) düşer. Eğer vazifemizi (görevimizi) yapmazsak gelecek nesiller (kuşaklar) bize lânet (lanet) edeceklerdir.' demişti.

“Ali Fethi'yi pek sever ve sayardım ve onun bu gibi enerjik ve imanlı (inançlı) sözlerinden zevk duyardım. [Ali Fethi Bey dört beş yıl sonra, Hareket Ordusunun Davut Paşa – Topkapı – Aksaray - Beyazıt yolunu takip eden bir hücum kolunun komutanı olarak İstanbul'a girdi ve tahtından indirilen Abdülhamid'i Selânik'e götürdü.]” (Ali Fuad Erden, İsmet İnönü, 1952, “Ali Fethi Bey – İsmet Bey” Faslı, s. 33. Son cümledeki köşeli mûteriza, Müellife âiddir. Erden’den naklettiğimiz her iki pasajda tek Uydurmaca kelime mevcûddur: Mustafa Kemâl’in –Fransızca “commandant” kelimesini bozarak uydurduğu- “komutan” kelimesi! Aynı şekilde, “Selânik Zekâsı”nın uydurduğu “Güneş-Dil Teorisi”ne göre, “commande” ve “commandement”ı “komut”, “komuta”, “commander”yi “komuta etmek” yapmıştır… Hâmiş: Fransızcada “la commande”ın birinci mânâsı, sipâriş, ikinci mânâsı, kumanda âletidir.)

“Selânik Zekâsı”nın bir temsîlcisi: Ali Fethi

“Selânik”in, “Selânikli”nin ne olduğu mâlûm! Tabîatiyle, “Selânik Zekâsı” da o Cemâatin zekâsı! Îtirâf etmek lâzım ki pek işlek, pek hünerli bir zekâ! Ona daha birçok sıfat ilâve edilebilir, ama bu kadarıyle bırakalım! Sözün özü, bu Zekâ, “Osmanlı Zekâsı”nı alt eden Zekâdır!

İşte Ali Fethi, bu “Selânik Zekâsı”nın bir temsîlcisi olmakla iftihâr ediyor ve mezkûr iki Zekâ arasındaki çatışmayı kendi Zekâlarının kazanacağına muhakkak nazarıyle bakıyor. Yine Ali Fuad Erden’den naklediyoruz:

“1324 (1908) yılı ilkbaharında Selaniğe gitmiştim.

“Selânik o zaman hürriyet kıvılcımlarının saçılmaya başladığı ihtilâl öncesi devrini yaşamakta idi. Makedonya'da, Bulgar, Sırp, Yunan ve Ulah çeteleriyle her gün müsademelerr olmakta idi. Ve Makedonya kan ve ateş içinde idi.

“İttihat ve Terakki merkez-i umumîsi Selânikte idi. Genç Kurmay subaylar –Ali Fethi (Okyar), Enver (Paşa), Cemal (Paşa), Hafız Hakkı (Paşa), Mustafa Kemal, Ali Fuad (Cebesoy) Beyler– cemiyet mensuplarından ve ileri gelenlerindendi. [“Kurmay subaylar” tâbiri de, Mustafa Kemâl’in uydurmalarındandır…]

“Ali Fethi'nin, dört yıl önce, mektepte, Abdülhamid idaresini yıkmakla görevli gördüğü genç Kurmaylar bu vazifeyi ifa etmek için fîlen çalışmaya koyulmuşlardı. [Erden’in bu paragrafındaki “görev” de uydurmadır ve Türkcesi olan “vazîfe” ile bir arada kullanılmıştır…]

“O sırada Selânik merkez kumandanı Nazım Bey –Enver Bey'in eniştesi– Genç Türkler tarafından vurulmuştu. Cemiyet tarafından –kendi eniştesi hakkında– verilen idam kararına Enver Bey de iştirak etmişti. Genç Türkler hakkında tahkikat ve takibat için Abdülhamid tarafından Selâniğe bir heyet gönderilmişti. Ali Fethi bana:

‘- Selanik zekâsının icat ettiği bir hareketekarşı gönderilen şu adamlara bakın! Ne gülünç şey! Bunların oturdukları oteli bu gece havaya uçurmak bizim için işten bile değil; fakat arada mâsum kanının da akmasını istemiyoruz.' demişti.” (Erden, İsmet İnönü, 1952, “İhtilâl” Faslı, ss. 34-35. Metnin aslında, Ali Fethi’nin sözleri koyu dizilerek vurgulanmıştır.)