Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (67)
Kitabları, metinleri tahrîf etmenin bir yolu da, onları Uydurmacaya çevirmekdir
Erden’in İsmet İnönü kitabına ilk def’a İnönü Vakfı’nın İnternet Sitesi
üzerinden ulaşmış ve oradaki metinden iktibâslar yapmıştık. Fakat kitabın dili
Uydurmacaydı. Her ne kadar, Erden’in de “Büyük Şef”in “Dil İnkılâbı”na
uyduğunu, hattâ askerî ıstılâhların Uydurma calıştırılmasında “Büyük Şef”ine bir
hayli yardımcı olduğunu biliyorsak da, kitabın têlîf edildiği 1950’li senelerde
o Uydurma Dil büyük ölçüde terk edilmiş, “Büyük Şef”in vefâtından sonra, umûmî
dile, bilhassa gazete diline tekrâr Târihî Türkce hâkim olmuştu. Resmî Dilde
dahi Uydurmaca kelimeler bir hayli azalmıştı. Bu cihetle, Erden’in, 1952’de bu
kadar bozuk bir dil kullanmış olmasına ihtimâl veremiyorduk. Nihâyet, yakın
zamân evvel, bahis mevzûu kitabın bir nüshasını -İnternet üzerinden- bir
sahafta bulduk ve hemen getirterek merâkla tedkîk ettik. Tahmîn ettiğimiz gibi,
İnönü Vakfı’nın Sitesindeki metnin dili, kitabın orijinal dili değildi;
üstelik, bir hayli lâubâlî bir şekilde Uydurma calaştırılmıştı!
İşte bu da târihî vesîkaları,
kitabları, umûmî olarak metinleri tahrîf etmenin bir başka yoludur! Her şeyden
evvel, müellifin üslûbu bozuluyor; binâenaleyh metin büyük ölçüde müellife âid
olmaktan çıkıyor, başka bir kılığa bürünüyor… Düşünmeli ki her “iyi metin” ne
zahmetlerle yoğrulmuştur! Müellifi, ona nihâî şeklini verinciye kadar her
kelimesi, her cümlesi üzerinde def’alarca düşünmüş, taşınmış, onları uzun uzun
tartmış, belki def’alarca değiştirmiş, içine sinen kelime ve cümlelere
ulaşıncıya kadar ne sıkıntılar çekmiştir! Dîğer taraftan, Türkcenin
kelimelerine illâ Uydurmaca bir karşılık bulma saplantısıyle, mefhûmlar da
katlediliyor. Meselâ yukarıda naklettiğimiz metindeki “Avusturya-Macaristan
Bosna ve Hersek'i ilhak etmişti” cümlesinde bulunan “ilhâk etmek” yerine,
-İnönü Vakfı tarafından- “almak” fiili ikâme edilmiştir. Bu, aynı şey midir?
Kemalistlerin, güzelim Türkcemizle
oynıya oynıya onun yerine nasıl köksüz, zevksiz ve daralmış (üstüne üstlük bir
de Frenkleşmiş!) bir resmî dil ikâme etmiş olduklarını göstermek için, aşağıda,
aynı metnin İnönü Vakfı tarafından Uydurmacalaştırılmış hâlini de takdîm
ediyoruz. Lâkin Milletimiz aslî şahsıyetine o derece yabancılaşmış bulunuyor ki
korkarız, iki metni mukâyese edip asıl metnin dil güzelliğini takdîr edecek pek
az kimse çıkacaktır!
“Ali Fethi ile Ramazan gecesi Şehzadebaşı'nda
bir çaycıda otururken beyaz keçe külah giymiş vatandaşlar caddeden geçtiler.
Avusturya-Macaristan Bosna ve Hersek'i almıştı. Fes Avusturya ürünlerinden
olduğu için bu vatandaşlar fese karşı gösteri yapıyorlardı.
“Ali Fethi bu manzara karşısında
dedi ki: ‘- Şu hale bakınız! Bosna-Hersek bizim mi idi? Doğu Rumeli [Başşehri
Filibe olan Şarkî Rumeli Vilâyeti], Girit, Mısır bizim midirler? Kıbrıs, Aden,
Hadramut, Elhasa, Umman, Maskat, Kuveyt, Bahreyn bizim midirler? Bütün bu
yerler, Osmanlı ülkesi haritasında bizim rengimize boyalıdır. Yalan! Yalanı ve
geçmişi yok etmeli! Cesurane bir ameliyatla kangren olmuş organları kesmeli;
vatanımızın sınırlarını keskin bıçakla sınırlandırmalı ve saptamalıyız. Ve bu
vatanın tam bağımsızlığını sağlamaya çalışmalıyız; gerçek siyaset izlemeliyiz.'
“Bu görüş çok doğruydu. Lakin bu
sözleri söyleyen Ali Fethi Bey bu kanaat ve düşüncesini yürütecek ve yerine
getirecek mevkide değildi.” (Erden, İsmet İnönü, “İhtilâl” Faslı,
Uydurmaca metin; https://www.ismetinonu.org.tr/ali-fuad-erden-ismet-inonu/; 14.8.2018)
Bir kitabın diliyle bu şekilde
oynamak, binâenaleyh onu tahrîf etmek, ne büyük bir haddini bilmezlik, ne büyük
bir hakka tecâvüzdür! Hele böyle bir ameliyât bir edebî eser üzerinde
yapılırsa, bu tam bir hâinlik, bir “teammüden cinâyet” olur! Memleketimizde bu
çeşid tahrîfkâr neşriyâtı önleyici kânûnlar bulunmalıydı! Hele ki tercümeler
yoluyle yapılan tahrîfâtı, hele ki tercüme sahtekârlıklarını!
Bu vesîleyle mezkûr Vakfın bir başka
aybını da farketmiş bulunuyoruz:
Sahaftan getirttiğimiz orijinal
nüsha, Erden’in kızı Ayla Ökmen tarafından Vakf’a hediye edilmiştir. Vakıf,
kitaba kırmızı bir cild yaptırmış, başındaki cild sayfasında hediye olduğunu
tasrîh etmiştir. Büyük mânevî kıymeti hâiz böyle bir kitabın sahafa düşmüş
olması, vefâsızlık değil midır?
Ali Fethi’nin Osmanlı Pâdişâh ve Halîfesi
Abdülhamîd Han düşmanlığı
Cemâat terbiyesiyle daha
çocukluklarından îtibâren mâhir birer Komitacı olarak yetişen bu insanlar,
Osmanlı/Müslüman Kültüründen ve onun başı olan Pâdişâh-Halîfeden nefret
ediyorlardı. En büyük hedefleri, Müslümanların Reîsini al aşağı etmekdi. Bunun
ilk merhalesi, Abdülhamîd Han’ı, nihâî merhalesi de topyekûn Osmanlı Hânedânını
ve onun temsîl ettiği bütün millî değerleri tasfiye etmekdi.
Ali Fethi’de de tezâhür eden bu
Cemâat terbiyesine dâir üç arkadaşının şahâdetine mürâcaat ediyoruz. Onlardan
öğreniyoruz ki o, daha Erkânıharbiye sınıflarında, Osmanlı’ya, onun kalbgâhı
olan Yıldız Sarayı’na (aynen Şoven Ermeni tedhîşçileri gibi) bomba koymayı
düşünecek kadar taşkın bir kînle doluydu. Her ne kadar orayı bomba ile berhavâ
edemedilerse de, “31 Mart” tertîbiyle Halîfeyi al aşağı etmiye muvaffak oldular
ve bütün Hânedân efrâdı, Saray’da günlerce mahpus tutulup birçok ezîyete dûçâr
edildikden sonra Pirlepe Cemâatine ve Macedonia Risorta Locası’na mensûb
Binbaşı Ali Fethi tarafından teslîm alınarak Gar’a götürüldü; oradan trenle “La
Jerusalén de los Balcanes”e sevkedildi ve Yahûdi Allatini’lerin Köşküne
hapsedildi. Artık Dârülhilâfe “La Jerusalén de los Balcanes”e esîr düşmüştü ve
bu esâretten günümüze kadar kurtulamadı… Bu meyânda, Yıldız Sarayı’nın
zenginlikleri de, İTK soyguncuları tarafından yağmalandı. O Saray ki -1909’da-
hem Osmanlı Şûrâ-yı Âlîsi’nin, hem de Osmanlı Meşrik-ı Âzamı’nın
müessislerinden, 33 Dereceli Sabataî Farmason Miralay (bilâhare Paşa) Ali Gâlib
Pasiner’e teslîm edilmişti ve beş kişilik İttihâdcı Farmason Hey’eti orada
Pâdişâh-Halîfe Abdülhamîd Han’a hal’ini teblîğ ederken, (onlara nezâret eden)
Ali Gâlib (altıncı kişi), Sabataî Cemâatini ve Avukat Emanuele Carasso,
Siyonist Âlemini temsîl ediyordu!
İnönü, Gençlik
Hâtırâtı'nda: “Fethi Okyar, Erkânıharb sınıflarında ad bırakmıştır.” diyor.
(İsmet İnönü'nün Hatıraları; Genç Subaylık Yıllarım; 1884-1918,
İnönü'nün ağzından teype kaydederek neşre hazırlıyan: Sabahattin Selek,
İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Yl., 1997, s. 20)
Onun bu ifâdesinden
ne anlamak lâzım? O, nasıl bir “ad bırakmıştı”? Onun bu müşâhedesine,
arkadaşları Ali Fuad Cebesoy ile Ali Fuad Erden açıklık getiriyorlar:
“(Erkânıharbiye
günlerinde) Ali Fethi ateş püskürüyor, bir eliyle Yıldız Sarayı'nı işaret
ederek: ‘- Hep oradaki adamın başının altından çıkıyor bunlar! Sarayı başına yıkılmadıkça
rahat yok! Elime fırsat geçse oraya bomba koyarım!' diyordu.
“Bahsettiği kimse,
Sultan Hamid'di. 23 temmuz 1908 de sarayı değil, fakat onun istibdat idaresi
yıkılmış, dokuz ay kadar sonra da 27 nisan 1909 da hal'edilerek muhafaza
altında Selânik'e gönderilmişti. Tesadüfe [?] bakın ki Abdülhamid'i Selânik'e
götüren muhafız, Fethi Okyar'dan başkası değildi.” (Ali Fuad Cebesoy, Sınıf
Arkadaşım Atatürk, İstanbul: İnkılâp ve Aka Yl., 1981, 2. baskı –ilk baskı:
1967-, ss. 45-46)
(https://www.pingudumuzayede.com/en/product/7386434/ali-fethi-okyar-paris-askeri-atesesi-ali-fethi-bey-ali-fethi-okyar; 28.8.2024) (https://mustafakemalim.com/ataturk-picardie-manevralarinda-fransa-28-eylul-1910/; 12.8.2018)
Pirlepe Cemâatine mensûb Ali Fethi de, Selânik Cemâatine
mensûb Mustafa Kemâl gibi, çocukluğundan îtibâren sıkı bir Komitacı olarak
yetişmişti. Ölünciye kadar merbût kaldığı arkadaşıyle berâber, 1908-1909
İttihâdcı İhtilâlinin de, 1919-1923 Kemalist İhtilâlinin de en ön safında
bulundu ve Devletin en yüksek mevkilerini işgâl etti. Daha 1900’lü senelerde,
onun da programı belliydi: Pâdişâhı, Halîfesi ve “Gayr-i Türk beldeleriyle”
Osmanlı’yı toptan tasfiye edip yerine Anadolu’yle mahdûd Avrupacı, Laik bir Devlet
kurmak… Soldaki resim, o, Binbaşı rütbesiyle Pâris’de Askerî Ataşe iken
çekilmiştir. Resmin üzerinde, İtalyanca “Fety Bey, addetto militare a Parigi
(Fethi Bey, Pâris’de Askerî Ataşe)” yazılıdır. Sağdaki resimde ise, Kolağası
Mustafa Kemâl ile berâber iştirâk ettiği 12-18 Eylûl 1910 Picardie Tatbîkâtı
esnâsında, iki arkadaş, Frenk arkadaşlarıyle berâber poz veriyorlar ve onlardan
tefrîk edilemiyorlar… Daha 1910’da, nasıl bir “Türkiye” inşâ etmek istedikleri
bellidir! Milletimiz, o zamânlar, asırlardır devâm eden derin bir gaflet uykusu
içindeydi; aradan bir asır geçti, hâlâ uykusuna devâm ediyor! Başına gelen bin
bir musîbetten de ders almadı! Acabâ onu uyandırmak için daha ne yapmalı?
***
Erkânıharbiye
talebesi Ali Fethi’nin, bütün Siyonist-Farmason Emperyalistler ile
Müttefîklerinin diş biledikleri, en büyük zaafı merhamet olan (ki bedeli
Milletimize pek ağır olmuştur) bir Hâkanı kanlı kâtil olarak gösterecek kadar
hayâsızca bir propagandayle hakîkî şahsıyetini tahrîf ettikleri, ne pahasına
olursa olsun devirmiye azmettikleri Pâdişâha karşı onlarla aynı tavır içinde
olduğuna, -Ali Fuad Cebesoy gibi- yine en yakın arkadaşlarından Ali Fuad Erden
de şahâdet ediyor. Erden’in orijinal metnini, İnönü Vakfı’nın metnindeki
Uydurmaca kelimeleri mûteriza içinde göstererek iktibâs ediyoruz:
“Pirlepeli Ali Fethi
–Okyar- ile Erkân-ı Harbiye (Kurmay) namzedi (adayı) mektebinde (okulunda) aynı
sınıfta idik. O, sınıfın birincisi idi; ben ikincisi idim.
“Ali Fethi gayet
zekî (zeki), münevver (aydın), hür fikirli (özgür düşünceli) idi.
“Ali Fethi bir gün
bana, dershanenin penceresinden Yıldız istikametini (yönünü) göstererek: ‘-
Abdülhamid idaresi (yönetimi) vatanı felâkete (felakete), izmihlâle (yok olmaya
doğru) götürüyor. Bu idareyi (yönetimi) yıkmalı! Yok etmeli! Bu vazife (görev)
bize, genç Erkân-ı Harplere (Kurmaylara) düşer. Eğer vazifemizi (görevimizi)
yapmazsak gelecek nesiller (kuşaklar) bize lânet (lanet) edeceklerdir.'
demişti.
“Ali Fethi'yi pek
sever ve sayardım ve onun bu gibi enerjik ve imanlı (inançlı) sözlerinden zevk
duyardım. [Ali Fethi Bey dört beş yıl sonra, Hareket Ordusunun Davut Paşa –
Topkapı – Aksaray - Beyazıt yolunu takip eden bir hücum kolunun komutanı olarak
İstanbul'a girdi ve tahtından indirilen Abdülhamid'i Selânik'e götürdü.]” (Ali
Fuad Erden, İsmet İnönü, 1952, “Ali Fethi Bey – İsmet Bey” Faslı, s. 33.
Son cümledeki köşeli mûteriza, Müellife âiddir. Erden’den naklettiğimiz her iki
pasajda tek Uydurmaca kelime mevcûddur: Mustafa Kemâl’in –Fransızca “commandant” kelimesini bozarak uydurduğu-
“komutan” kelimesi! Aynı şekilde,
“Selânik Zekâsı”nın uydurduğu “Güneş-Dil Teorisi”ne göre, “commande” ve “commandement”ı
“komut”, “komuta”, “commander”yi “komuta etmek” yapmıştır… Hâmiş:
Fransızcada “la commande”ın birinci
mânâsı, sipâriş, ikinci mânâsı, kumanda âletidir.)
“Selânik Zekâsı”nın bir temsîlcisi: Ali
Fethi
“Selânik”in, “Selânikli”nin ne olduğu
mâlûm! Tabîatiyle, “Selânik Zekâsı” da o Cemâatin zekâsı! Îtirâf etmek lâzım ki
pek işlek, pek hünerli bir zekâ! Ona daha birçok sıfat ilâve edilebilir, ama bu
kadarıyle bırakalım! Sözün özü, bu Zekâ, “Osmanlı Zekâsı”nı alt eden Zekâdır!
İşte Ali Fethi, bu “Selânik
Zekâsı”nın bir temsîlcisi olmakla iftihâr ediyor ve mezkûr iki Zekâ arasındaki
çatışmayı kendi Zekâlarının kazanacağına muhakkak nazarıyle bakıyor. Yine Ali
Fuad Erden’den naklediyoruz:
“1324 (1908) yılı ilkbaharında Selaniğe gitmiştim.
“Selânik o zaman hürriyet
kıvılcımlarının saçılmaya başladığı ihtilâl öncesi devrini yaşamakta idi.
Makedonya'da, Bulgar, Sırp, Yunan ve Ulah çeteleriyle her gün müsademelerr
olmakta idi. Ve Makedonya kan ve ateş içinde idi.
“İttihat
ve Terakki merkez-i umumîsi Selânikte idi. Genç Kurmay subaylar –Ali Fethi
(Okyar), Enver (Paşa), Cemal (Paşa), Hafız Hakkı (Paşa), Mustafa Kemal, Ali
Fuad (Cebesoy) Beyler– cemiyet mensuplarından ve ileri gelenlerindendi.
[“Kurmay subaylar” tâbiri de, Mustafa Kemâl’in uydurmalarındandır…]
“Ali
Fethi'nin, dört yıl önce, mektepte, Abdülhamid idaresini yıkmakla görevli
gördüğü genç Kurmaylar bu vazifeyi ifa etmek için fîlen çalışmaya
koyulmuşlardı. [Erden’in bu paragrafındaki “görev” de uydurmadır ve Türkcesi
olan “vazîfe” ile bir arada kullanılmıştır…]
“O sırada Selânik merkez kumandanı
Nazım Bey –Enver Bey'in eniştesi– Genç Türkler tarafından vurulmuştu. Cemiyet
tarafından –kendi eniştesi hakkında– verilen idam kararına Enver Bey de iştirak
etmişti. Genç Türkler hakkında tahkikat ve takibat için Abdülhamid tarafından
Selâniğe bir heyet gönderilmişti. Ali Fethi bana:
‘- Selanik zekâsının icat
ettiği bir hareketekarşı gönderilen şu adamlara bakın! Ne gülünç şey! Bunların oturdukları
oteli bu gece havaya uçurmak bizim için işten bile değil; fakat arada mâsum
kanının da akmasını istemiyoruz.' demişti.” (Erden, İsmet İnönü,
1952, “İhtilâl” Faslı, ss. 34-35. Metnin aslında, Ali Fethi’nin sözleri koyu
dizilerek vurgulanmıştır.)