Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (61)
Mustafa Kemâl’e göre,
Wilson’ın iyi niyetle ortaya attığı “Umdeler”i gâlib Devletler hedefinden
saptırmış
“ Zaten
Profesör Vilsonun hukuk nazariyatına uygun umdeleri, İngiliz ve Fransız
politikacılarının elinde pek çabuk galip devletlerin siyasî menfaatlerine
uyacak bir şekle dökülmüştü. Milliyet
prensipi yalnız mağlûp devletlerin kuvvetten düşmesi için tatbik edilerek,
İngiltere, Fransa gibi müteaddit milletlere hâkim olan galip imparatorluklara
asla teşmil edilmemiştir. Bundan başka mağlûp devletlere tatbikında dahi
esasa sadık kalınmıyarak büyük devletlerin o andaki menfaatleri gözetilmişti.
[…]
“Hasılı XIX.
asrın ortalarındanberi milliyet nazariyatçılarının tahakkuk ettirmek
istedikleri millî devletler ve
Avrupada millî devletler birliği
gayesine müteveccih Vilson umdeleri, büyük devletlerin menfaatlerine göre
bozulmak istenilince, Amerika Müttehit Devletleri Hükûmeti, Avrupa işlerinden
tekrar elini çekti; ‘Milletler Cemiyeti Misakını’ ve bu harbe hitam veren
muahedeleri tasdik etmedi; bu suretle Milletler Cemiyetine girmemiş oldu. İlh…”
(Tarih IV: Türkiye Cümhuriyeti,
İstanbul: Devlet Matbaası, 1934, ss. 2, 4-5, “Maarif Vekâleti Millî Talim ve
Terbiye Dairesinin 25.1.1934 tarih ve 458 numaralı emrile II. nci defa olarak
32.000 nüsha tab’edilmiştir”)
“Carte du découpage de l'Empire ottoman suivant les
accords Sykes-Picot. (Osmanlı İmparatorluğu’nun Sykes-Picot Mutâbakâtı’na
nazaran parçalanma haritası.)”
(https://fr.wikipedia.org/wiki/Accords_Sykes-Picot; 15.8.2024)
Grey – Cambon Mutâbakatına nazaran, Osmanlı
İmparatorluğu, Mutâbakat’ın zeyli olan bu haritada gösterildiği şekilde taksîm
edilmişti: A mıntıkası, Fransa’nın manda sâhasını işâret ediyor. (İlkin, Musul
da bu mıntıkaya dâhildi; bilâhare İngiltere’ye terk edildi.) A mıntıkasının
garbindeki koyu mâvi renkli sâhil şeridi, Anadolu içlerine (Antakya, Adana,
Mersin, Gâzianteb dâhil, Sivas ve Diyârbekir’e) kadar olan mıntıka, Fransa’nın
doğrudan idâre edeceği sâha olarak tâyîn edilmiştir. B mıntıkası, İngiliz manda
idâresinin sâhasını gösteriyor. Onun sağındaki ve Basra Körfezi’ne kadar uzanan
koyu (kırmızı) renkli mıntıka, İngiltere’nin doğrudan idâre edeceği sâhadır.
Filistin, başlangıcda, beynelmilel (İngiltere, Fransa ve Rusya’nın) murâkabe
sâhası iken, bilâhare, Siyonist stratejisine muvâfık olarak, münhasıran
İngiltere’nin himâyesine (manda idâresine) bırakıldı. Şarkî Anadolu’da ise,
Rusya’nın nüfûzu altında bir Ermenistan Devleti’nin têsîsi derpîş edilmiştir.
(Bu taksîmde, Sivas ve Diyârbekir, “Ermeni Vilâyât-ı Sittesi”nden çıkarılmış,
Fransa’ya verilmiştir.) Akdeniz ve Adalar Bölgeleri ile 12 Ada ise, İtalya’ya
ayrılmıştır. Boğazlar, ilkin, Rusya’nın nüfûz mıntıkası olarak tanınmışken,
bilâhare, beynelmilel murâkabe altında, bütün Devletlerin gemilerine her zamân
açık olması esâsı kabûl edilmiştir. Türkiye, Dâhilî Anadolu, Karadeniz ve
Marmara Bölgelerine inhisâr ettirilmiştir. Yalnız, müstakil bir Devlet olması
şu şarta tâbidir: “Medenîleşecek”, yânî Avrupa Medeniyetine temessül edecekdir.
Lozan’da Türkiye’yi temsîl eden Sabataî-Mason Zümresi, zâten kendileri de yarım
asırdır aynı gâyeyi güttüklerinden, bu şartı cân-u-gönülden benimsemiş ve derhâl tatbîkâta koymuştur…
Yeni Türkiye’nin hudûdlarına gelince, hudûdlar, Dîn gayretiyle Müslümanların
başlattığı ve sonuna kadar bütün can ve mal bedelini yine Müslümanların
ödediği, lâkin kısa zamânda kendilerine karşı –Org. Ali Fuad Erden’in
tesbîtiyle- bir “İhtilâl Harbi”ne çevrilen “İstiklâl Harbi”yle tâyîn edilecek,
Lozan Muâhedesiyle tasdîk edilecekdir… Artık bahis mevzûu olan, “Kemalist
Türkiye / La Turquie kémaliste”tir…
***
Kemalist Târih kitablarının Başmüellifi
Biraz
yukarıda, 1930’lu senelerde liselerde -târih sâhasında- tek ders kitabı olarak
okutulan Tarih I, II, III ve IV dizisinin Mustafa Kemâl’in têlîfi
olduğunu kaydettik; -ki bunlar, sonraki Kemalist târih kitabları için de model
vazîfesi görmüştür; husûsen “İnkılâb Târihi” kitabları-… Bu kitabların
Başmüellifinin –kendi tâbirleriyle- “Türk tarih yazma sanatında cihanşümul bir
inkılâp yapan”, “Türk Milletinin Büyük Müverrihi”, “Büyük Türk Âlimi”, “Güneş
Dehâ Sâhibi Büyük Üstâd”, “Karanlıkları Yırtan ve Asırlara Hâkim Olan Dehâ”,
“Yüce ve Kutlu Varlık” olduğunu daha evvel neşredilen bâzı çalışmalarımızda
isbât etmiş bulunuyoruz. Bunlardan ilki, “Dîn Aleyhdârı Kemalist Târih
Kitabları Nasıl Yazıldı?” başlığını taşıyor (Yeni Söz, 3-5.11.2017, tam sayfa üç tefrika). Bilâhare, bir
çalışmamızda daha, yeni delîllerle, bu mevzûa tekrâr temâs ettik: “Mustafa
Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi”, Yeni
Söz, 11-20.3.2020- /532-541.
Yeni Söz’de en son neşredilen çalışmamızda ise, daha evvelki
tesbîtlerimizi hülâsa etmiştik:
“ ‘Dîn Aleyhdârı
Kemalist Târih Kitabları Nasıl Yazıldı?’ başlıklı araştırmamızda (Yeni Söz,
3-5.11.2017, 3 Tefrika), 1930’lu senelerde, liselerde okutulacak tek ‘Târih
ders kitabları’ dizisi olarak hazırlanan Tarih I, II, III ve IV’ün
Başmüellifinin Mustafa Kemâl olduğunu ve bu kitablardaki birçok bölümün (meselâ
Tarih I’deki başlangıç bahsinin ve Tarih II’deki İslâm ve
Hulefâ-i Râşidîn devrinin) doğrudan doğruya onun kaleminden çıktığını, her
hâl-ü-kârda tamâmının onun murâkabesi altında ve tâlimâtları istikâmetinde
têlîf edilmiş bulunduğunu isbât etmiştik. Bunda başlıca mesnedimiz, M. Uluğ
İğdemir’in naklettiği mevsûk mâlûmât idi. Bilâhare, ‘Musta Kemâl’in Hastalığı,
Ölümü, Cenâzesi’ başlıklı –tam sayfa tefrikası iki seneye yakın süren- vâsi
araştırmamızda bu mes’ele üzerinde tekrâr ve daha genişçe durduk; bilhassa
Gürbüz D. Tüfekçi vâsıtasıyle Âfet Hn.’dan intikâl eden el yazmalarıyle mezkûr
dört Tarih kitabındaki alâkalı metinleri mukâyese ederek, onların esâs
müellifinin Mustafa Kemâl olduğunu bir kerre daha isbât ettik. Bu ikinci tedkîkimizde
(Yeni Söz, 10-24.3.2020/531-545), ayrıca, onun, hem militan bir Ateist,
hem de çok katı bir İslâm düşmanı olduğuna dâir yeni vesîkalar takdîm ettik,
yeni îzâhatta bulunduk. İlh…” (“Ayasofya Câmii’ne ‘Bizans Müzesi’ Hakâretinin
Sahîh Târihçesi”, Yeni Söz,
18-20.3.2023/129-131)
Mustafa
Kemâl’in, mezkûr Tarih dizisinden
mâadâ, üzerine kendi imzâsını koymadan, başkalarının imzâsını kullanarak
neşrettiği pek çok makâlesi mevcûddur. Bunlardan muhtelif çalışmalarımızda
bahsetmiştik.
Mustafa
Kemâl’in hâssaten “Totaliter Şef” mevkiini kazandıktan sonraki üslûbu, gâyet
mütekebbir ve mütehakkimdir, ayrıca hâdiseleri naklederken, tarafgîrdir, “égocentriste”tir; bu bakımdan tanınması,
kolaydır… Meselâ Tarih IV’teki şu
ifâdeler, buna birer nümûnedir:
“Türk
Milleti, kendinin bütün büyük hasletlerini nefsinde tecelli ettiren bu Büyük Evlâdına, lâyık olduğu mükâfatı
vermekte asla gecikmedi: Büyük Millet Meclisi, Sakarya Muzafferine ‘Gazi’ ünvanile, yeni Türk Devletinin ‘Müşür’ rütbesini tevcih etti (19 Eylûl
1921). Padişah Hükûmeti, evelce görüldüğü veçhile, ‘Gazi’yi askerlikten
tardetmiş ve utanmadan ‘Mustafa Kemal Efendi’ dediği bu beşeriyet harikasına
idam cezasını vermişti (11 Mayıs 1920)… […]
“Her millet,
büyük adamlar yetiştirmiştir; lâkin Türk Milleti kadar büyük devlet adamları,
büyük kumandanlar yetiştiren hiçbir millet
yoktur. Her cihetten bakılırsa Türk Milletinin yetiştirdiği en büyük adam Mustafa Kemaldir. Mustafa Kemal, ruhu,
ruhunun emsalsiz melekeleri, dehası, iradesi, metaneti, hasılı bütün manevî
şahsiyetile, Büyük Türk Milletini şahsında tecessüm ettirir.” (Tarih IV: Türkiye Cümhuriyeti, İstanbul:
Devlet Matbaası, 1934, ss. 101 ve 133)
Siyonist
Emperyalizminin emelleri istikâmetinde “Sykes – Picot” (daha doğrusu, Cambon - Grey)
Mutâbakatı
İngiltere ve Fransa’nın müttefîki ve bu îtilâf Devletlerinin Harbi
sür’atle kazanmalarında başlıca âmil olan Amerika’nın Cumhûr Reîsi Wilson’ın
başından îtibâren “Sykes-Picot” (daha doğrusu, Cambon – Grey) Mutâbakatından
haberdâr olmaması, elbette düşünülemez. Dîğer taraftan, onun, “14 Madde”sini
îlân ettiği 8 Ocak 1918’de, bütün dünyâ, Bolşevik Hükûmetinin Kasım 1917’deki
ifşâatı sâyesinde, (Rusya ve İtalya’nın da tasvîb ettikleri) mezkûr Mutâbakatı
öğrenmiş bulunuyordu. Hâl böyleyken, Wilson’ın, mezkûr Mutâbakata hiçbir
müşahhas muhâlefeti görülmedi; hâlbuki isteseydi, Müttefîkleri üzerinde ağır
baskı yapma imkânlarına sâhibdi… Onlara zıd bir siyâset gütmedi, çünki bahis
mevzûu olan, Şarklılardı, Müslümanlardı ve bunlar da –onun îtikâdınca- Garb’e
boyun eğip “medenîleşmek” mecbûriyetindeydi… Ayrıca, yerli halkların irâdesini
hiçe sayarak, hattâ onları yok farzederek yapılan bu emperyalist taksîme
îtirâz, mantıken, Filistin’deki taksîme, yânî Filistin’in İngiliz himâyesine
terk edilmesine de îtirâz, binâenaleyh, “Yahûdi Devleti” projesinin suya
düşmesi demekdi! Wilson ve Siyonist avenesi, böyle bir âkıbete râzı olabilir
miydi? Cihân Harbi çıkarmaktan başlıca maksadlardan biri, Osmanlı
İmparatorluğu’nun tasfiye edilmesi değil miydi?
İngiltere ve
Fransa arasındaki Mutâbakat, kısaca, Devletimizin paramparça edilmesi, Türklere
Dâhilî Anadolu, Karadeniz sâhili ve Marmara mıntıkasını hâvî bölgede (ve tabiî,
Garb medeniyetine temessül etmek şartıyle) küçük bir Devlet hakkı tanınması,
Boğazlar’ın beynelmilel murâkabe altında her Devletin gemilerine açık
tutulması, Filistin’de bir Yahûdi Devleti ile Şarkî Anadolu’da bir Ermenistan
Devleti kurulması, Cenûbî ve Garbî Anadolu ile Sûriye ve Irak’ın ise doğrudan veyâ manda idâresiyle (İngiltere,
Fransa ve İtalya tarafından) sömürgeleştirilmesi planından ibâretti. (Paul
Cambon’un Grey’e 9 ve 16 Mayıs 1916 târihli mektublarında İtalya’dan bahis
yoktur…)
Asırlarca
dünyâya kan kusturmuş iki sömürgeci Devletin, Devletimizi tasfiye edip onun
arâzîlerini ve halkını kendi aralarında taksîm ederek sömürgeleştirme planı,
Fransız Hâriciyecisi François Georges-Picot ile İngiliz Parlamenteri Sir Mark
Sykes arasında cereyân eden müzâkerelerin netîcesinde tesbît edilmişti. Lâkin
ona, (temsîl ettikleri kendi Devletleri nâmına) son şeklini verenler, İngiliz
Hâriciye Vekîli Edward Grey ile Fransa’nın Londra Büyük Elçisi Paul Cambon
oldu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun taksîm
şartları, bu iki şahsıyet arasında, Mayıs 1916’da, Londra’da teâtî edilen
mektublarla bir kerre daha müzâkere edildi ve 16 Mayıs 1916’da, onların
imzâsıyle kat’iyet ve resmiyet kazandı; mâmâfih, bilâhare, Clemenceau ve Lloyd
George arasında, Fransa’nın Londra Büyük
Elçiliği’ndeki yüz yüze yapılan bir müzâkereyle, Mutâbakatın bu ilk şeklinde
tâdilata gidildi. Şöyle ki: Musul, ilkin, Sûriye topraklarının bir parçası
olarak Fransa’ya bırakılmışken, Fransa, Musul-Kerkük Türk Petrol Şirketi’nin
(Turkish Petroleum’un) % 23,75 hissesi
karşılığında Musul’u –İngiltere’nin sömürgesi hâline gelen- Irak’a terk etti.
(Prof. Henry Laurens, “Les ravages d’une guerre arbitraire: Comment l’Empire
ottoman fut dépecé –Keyfî Bir Harbin Tahrîbâtı: Osmanlı İmparatorluğu Nasıl
Lime Lime Edildi?”, Le Monde diplomatique,
avril 2003, pp. 16-17; https://www.monde-diplomatique.fr/2003/04/LAURENS/10102#nh6/www.monde-diplomatique.fr; 16.8.2024) Kezâ, ilk şekle göre,
Filistin, beynelmilel himâye (İngiltere, Fransa ve Rusya’nın himâyesi) altında
bulunmak lâzım gelirken, -Beynelmilel Siyonizmin stratejisine muvâfık olarak-
İngiliz himâyesine verildi.
Velhâsıl, Osmanlı’nın Cambon - Grey
taksîmine nazaran, Sûriye ve Cenûbî Anadolu (Antakya, Adana, Mersin, hattâ
Diyârbekir ve Sivas) Fransa’nın, Filistin’den Îrân hudûduna ve Basra Körfezi’ne
kadar uzanan Irak arâzîsi de İngiltere’nin hissesine düştü. (Kuveyt ile
Arabistan Yarımadası’nın bütün şarkî ve cenûbî sâhil şeriti zâten İngiltere’nin
hâkimiyeti altına girmişti. Yarımada’nın sâir arâzîsinde ise, işbirlikci
Suûdîler, bir krallıkla mükâfâtlandırılmıştı…) Dîğer taraftan “İnsan Hakları”
dâvâsını da dillerinden düşürmiyen bu makyavelist Devletler, 19-26 Nisan 1920
San Remo Konferansı’nda, arkalarındaki Siyonist Emperyalizminin ve kendilerinin
bir âletinden başka bir şey olmıyan Cem’iyet-i Akvâm’a bu taksîmi têyîd ve
tasdîk ettirdiler; böylece, gûyâ “beynelmilel hukûk” muvâcehesinde, Sûriye
üzerinde Fransa, Filistin ve Irak üzerinde de İngiltere, manda idâresi kurdu.
Fransızcasıyle “mandat”, yânî
“vekâlet” idâresi… Yânî Sûriye ve Irak halkları, onlara, gûyâ: “Biz kendi
kendimizi idâreden âciziz; gelin, bizi vekâleten siz idâre edin!” diyesilermiş!