Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (60)
Irkçı Wilson’a nazaran, Garb, mutlakâ Şark’a hâkim olmalı ve Şark, Garb’e temessül etmelidir
Zâten, Wilson, tipik bir Irkçıydı. Mâmâfih onun
Irkçılığı, meselâ Yahûdilere –ki etrâfı onlarla çevriliydi- değil, bilhassa
Siyâhîlere, Şarklılara (yânî Müslümanlara), Asyalılara yönelikdi. Japonya’nın
“ırkların müsâvâtı” esâsının Cem’iyeti Akvâm Mîsâkı’na dâhil edilmesi teklîfi,
onun muhâlefeti yüzünden akâmete uğramıştı. Kendi iktidârı zamânında, hem
Federal Devlet müesseselerinde, hem de orduda ırk ayırımı siyâseti tâkîb etti.
1. Cihân Harbine iştirâk eden 2 milyon kadar Amerikan askerinden 400 bini Siyâhîydi;
fakat bunlar, ya en tehlikeli cephe hatlarına sürülüyor, ya da aşçılık, ikmâl
işleri gibi geri hizmetlerde çalıştırılıyordu.
(https://fr.wikipedia.org/wiki/Woodrow_Wilson#Biographie; 12.8.2024; “L'héritage raciste du
président Wilson pèse sur les droits de l'Homme à l'ONU /
-BMT’nin İnsan Hakları Yüksek Âmirliği Cenevre’de Wilson Sarayı’nda faâliyet
gösterdiği için- Cumhûr Reîsi Wilson’ın ırkçı mîrâsı, İnsan Hakları çalışmalarına
gölge düşürüyor”, haftalık Le Point mecmûasının
19.1.2018 târihli nüshasında Agence
France-Presse’in haberi, https://www.lepoint.fr/monde/l-heritage-raciste-du-president-wilson-pese-sur-les-droits-de-l-homme-a-l-onu-09-01-2018-2184976_24.php; 12.8.2024)
O, Garb Medeniyetinin üstünlüğüne
inanıyor ve bu kadarla da kalmıyor, o Medeniyete, bütün “Şark”ı kendine
benzetme vazîfesi yüklüyordu. Bu kültür jenosidcisine göe, “Şark”, istese de,
istemese de, Garb Medeniyetine temessül etmek mecbûriyetindeydi:
“Artık hiçbir millet kendi içine kapanık olarak yaşıyamaz ve Garb, zarûrî
olarak Şark’a hâkim olmalıdır. Şark, istese de istemese de, Garb’e açılmak ve
istihâle geçirmek mecbûriyetindedir. Garb’in ölçüleri ona mutlakâ kabûl
ettirilmelidir. (No Nation
can live any longer to itself and the West would necessarily dominate the East.
The East is to be opened and transformed, whether we will it or no ; the
standards of the West are to be imposed upon it.)” (Julian Go, “American colonial Empire : The
limit of power’s reach (Amerikan Sömürge İmparatorluğu: İktidârın Şümûlünün
Sınırı”, Items & Issues -Social Science Research Council-, 4. 4.
2003, p. 18-23, p. 18;
https://fr.wikipedia.org/wiki/Woodrow_Wilson#Biographie; 12.8.2024).
Mazlûm milletlerin; bütün dünyânın
Garblileşmesi, yânî dünyâ çapında bir kültür jenosidi dâvâsı güden ve
-Churchill’in de ifâde etmekden çekinmediği gibi- Amerika’yı bilhassa Siyonist
baskısıyle (6 Nisan 1917’de) Cihân Harbine sokarak İngiltere, Fransa, İtalya
gibi müstemlekeci Devletlerin kazanmasına yardım eden Wilson gibi ikiyüzlü
siyâsetcilerden meded umması, ne büyük gaflettir!
Wilson ve Siyonist
avenesi, Türklüğü –en azından kültür jenosidi yoluyle- yok etmek emelindeydi
Wilson’ın 12.
Maddesi, Osmanlı İmparatorluğu hakkındadır:
“Mevcûd Osmanlı
İmparatorluğu’nun Türk bölgelerine hükümrânlık ve emniyet garanti edilmek lâzım
gelir; hâlen Türk hâkimiyeti altında bulunan dîğer milletlere ise, mutlak bir
can emniyeti ve muhtâr bir şekilde inkişâf etmek için tam imkân sağlanması
lâzımdır. Boğazlar’a gelince, onların, beynelmilel têmînât altında, bütün
milletlerin gemilerine ve ticâretine serbest geçiş imkânı vermek için
mütemâdiyen açık tutulmaları gerekir. (Aux
régions turques de l’Empire ottoman actuel devraient être assurées la
souveraineté et la sécurité ; mais aux autres nations qui sont maintenant
sous la domination turque on devrait garantir une sécurité absolue de vie et la
pleine possibilité de se développer d'une façon autonome ; quant aux
Dardanelles, elles devraient rester ouvertes en permanence, afin de permettre
le libre passage aux vaisseaux et au commerce de toutes les nations, sous
garantie internationale.)” (https://fr.wikipedia.org/wiki/Quatorze_points_de_Wilson; 6.8.2024)
Wilson’ın ve
Siyonist avenesinin Irkçı ve Türk-Müslüman düşmanı zihniyeti bu maddede de
tezâhür ediyor: Mondros Mütârekesinden de vâzıhan anlaşıldığı vechiyle, bu
Siyonist ekipin tasavvuruna nazaran, Türkler, Osmanlı İmparatorluğu’nun vâsi
arâzîsi içinde sâdece Dâhilî Anadolu Mıntıkasında ekseriyettedir ve ancak
burada onların hükümrânlık hakkı tanınabilir. Tabiî bu da, kendi şahsıyetlerini
muhâfaza ederek mâlik olunacak bir hükümrânlık değildir; Garblileşmek şartına
tâbi göstermelik bir hükümrânlıktır. Zîrâ, Wilson’ın ve Siyonist avenesinin
şiârınca: “Garb, zarûrî olarak Şark’a hâkim olmalıdır. Şark, istese de istemese
de, Garb’e açılmak ve istihâle geçirmek mecbûriyetindedir. Garb’in ölçüleri ona
mutlakâ kabûl ettirilmelidir.” Nitekim, Garblileşmek şartı, bilâhare, Lozan’da
da dayatılmış ve orada Türkiye’yi temsîl eden Sabataî-Mason Zümresi tarafından
aynen ve memnûniyetle kabûl edilerek derhâl tatbîkâta konulmuştur: Sabataîliğin
20. asırdaki istihâle etmiş şekli olan
Kemalizm, aynı zamânda bu siyâsetin de ismidir; aynı menbâdan beslenerek
aynı netîceye varmışlardı…
Araştırmamızın
9. Fasl’ında, bilhassa Jabotinski bahsi mütâlaa ve üzerinde teemmül
edildiğinde, bu gibi tesbîtlerimiz herhâlde daha iyi anlaşılacaktır…
Onların nazarında,
Arablar ve Kürdler, sâdece birer âlettir
Osmanlı
İmparatorluğu’nun dîğer Müslim / Gayr-i Müslim milletlerine gelince, onların
da, “emniyet içinde ve muhtâr bir şekilde inkişâf etmesi”, dîğer tâbirle,
istiklâllerini kazanmaları îcâb ediyor… Öyleyse bunlar kimlerdir? En başta
Ermeniler ve Rumlar, sonra da Arablar ve Kürdler…
Ermeniler…
Ekseriyeti teşkîl etmedikleri hâlde Emperyalistler tarafından “Ermeni Vilâyât-ı
Sittesi” tâbir edilen Erzurum, Van, Harput (Elâziz), Diyârbekir, Sivas, Bitlis
onlarındır! Burada, Rusya’nın nüfûzu altında, bir Ermenistan Devleti têsîs
edilecekdir…
Rumlar… Onlar
da Adalar (“Ege”) Bölgesinde –ekseriyeti teşkîl etmeseler de- kalabalık olarak
bulunuyorlar; onlara da, o bölgede, “Megalo İdea” emelinin çekirdeğini teşkîl
edecek bir vilâyet tahsîs edilecekdir…
Kürdler…
Onlara küçük bir arâzî üzerinde bir Devlet kurdurmakla “Milletlerin kendi
istikbâllerini tâyîn hakkı” yerine getirilmiş oluyor! Dîğer taraftan, “Ermeni
Vilâyât-ı Sittesi” denilen Şarkî Anadolu’da, onların, Türkler ve sâir
Müslümanlarla berâber ekseriyeti teşkîl ettiği vâkıası ise, görmezden
geliniyor; çünki Wilson Planına göre buralar Ermenilere tahsîs edilmiştir…
Arablar… Bu
maddeye nazaran, onlara da “kendi istikbâllerini tâyîn hakkı” tanınmış olması
lâzımdı… Fakat öyle değil! Sykes - Picot (veyâ Cambon – Grey) Mutâbâkatıyle,
İngiltere ve Fransa, Anadolu’yu ve Orta-Şark’taki bütün Arab memleketlerini
paylaşmış bulunuyorlar ve Wilson, buna îtirâz etmiyor… (Bu iki sömürgeci
Devlete, kendisine Anadolu’nun Akdeniz ve Adalar Bölgelerinin kısm-ı âzamı ile
12 Ada ayrılmış olan İtalya’yı da dâhil etmek lâzım.) Îtirâz etmiyor, çünki bu
def’a bahis mevzûu olanlar Müslümanlardır ve ayrıca –yine îtirâz etmemiş olduğu-
Balfour Beyânnâmesi’yle (kezâ ondan evvelki Cambon Beyânnâmesi’yle ve ondan da
evvelki Herbert Samuel Muhtırası’ndaki
tavsıyeye muvâfık olarak), Müslüman-Arab vatanı Filistin’de, İngiltere’nin
himâyesi altında ve yine onun âzamî müzâheretiyle bir Yahûdi Devleti
kurulacaktır! Siyonist Âleminin muazzam gayretlerine rağmen, o esnâda,
Filistin’deki Yahûdi nüfûsunun oranı, sâdece onda birdir! Bu vazıyette nasıl
olur da oralarda “milletlerin kendi istikbâllerini tâyîn hakkı” tatbîkâta
konulabilir?
(Alice
Aldebert, “Sir Edward Grey”; Photo Henry Walter; https://www.14-18hebdo.fr/sir-edward-grey-1862-1933-ministre-britannique-des-affaires-etrangeres-de-1905-a-1916; 17.8.2024)
(https://fr.wikipedia.org/wiki/Paul_Cambon; 17.8.2024)
(https://journals.openedition.org/anatoli/328?lang=en; 15.8.2024)
Altı asırlık Devletimizi paramparça ederek
sömürgeleştirmek, Milletimizi –kendi şahsıyetiyle- târih sahnesinden silmek ve
Filistin’de Bir “Yahûdi Devleti” têsîs etmek gâyesiyle hazırlanmış Cambon –
Grey (Sykes – Picot) Mutâbakatına son şeklini vererek imzâlıyan iki Farmason
Devlet Adamı ve Paul Cambon’un Edward Grey’e Osmanlı İmparatorluğu’nun
paylaşılma esâslarını tesbît eden 9 ve 16 Mayıs 1916 târihli iki mektubunun
-Fransa Hâriciye Vekâleti Arşivi’nde bulanan- kopyalarının 1. sayfaları…
Woodrow Wilson’ın kat’iyen bu paylaşmayı engellemek gibi bir siyâseti ve
düşüncesi yoktu; bilakis!
***
Bir “resmî târih”
nümûnesi: Mustafa Kemâl’in Tarih IV
kitabında “Wilson Umdeleri”
Câlib-i
dikkattir, Mustafa Kemâl, kendi têlîfi olan ve onun devrinde târih sâhasında
tek “lise târih ders kitabları” dizisi olarak okutulan (Kemalist “Târih Tezi”
ve “Güneş-Dil” safsataları üzerine kurulu, İslâm düşmanı, Materyalist) Tarih I, II, III, IV dizisinin –kendi
destânını anlattığı- sonuncusunda, Îtilâfçı Emperyalistlerin işgâli altındaki
İstanbul’da, onların ağır baskılarına rağmen, rahmetli Vahîdeddîn Han
imzâlamayı reddettiği için tasdîk edilmiyen ve beynelmilel hukûk kâidelerince
keenlemyekûn hükmünde bulunan “Sevr Muâhedesi”ni uzun uzun bahis mevzûu ediyor
ve onun haritasına yer veriyor da, onun aslı ve mesnedi olan “Sykes-Picot (daha
doğrusu, Cambon – Grey) Mutâbakatı”nı hiç zikretmiyor, lâkin “Wilson
Umdeleri”nden takdîrle bahsediyor! Onun fikrince, “Hukuku düvel profesörü
Vilson”un, “belki hukukî esasları hayata geçirmek için samimiyetle ortaya
attığı bu nazariyeler”, gâyelerinden saptırılarak “İngiliz ve Fransız
politikacılarının elinde pek çabuk galip devletlerin siyasî menfaatlerine
uyacak bir şekle dökülmüştür”:
“…Rusya
mağlûp olduktan sora, [Mustafa Kemâl, “sonra” değil “sora” diyor] Vilson,
meşhur ‘14 Madde’sini ilân etti
(Kûnunusani 1918). Bu maddelerde mühim olarak her milletin kendi mukadderatını kendisi tayin etmek hakkını,
silâhları eksiltilmiş bütün milletlerin bir cemiyet
halinde derlenmesi ile sulhün kuvvetlendirilmesi fikrini ve mağlûp devletlerden
harp tazminatı alınmamak esasını tespit ediyordu. Hukuku düvel profesörlüğünden
Cumhurreisliğine getirilmiş olan Vilsonun, belki hukukî esasları hayata
geçirmek için samimiyetle ortaya attığı bu nazariyeler, çok yorulmuş ve sulhe
susamış olan İttifakçıların ahalisi
ve ordusu içinde müthiş bir propaganda silâhı mahiyetini aldı. İtilâfçılar, Vilsonun 14 maddesini sulhe
esas olmak üzere derhal kabul etmişlerdi; ancak Fransa harp tazminatından
vazgeçtiğini ifade ile beraber istilâ olunan vilâyetlerindeki tahribatın,
Almanlar hesabına tamir ettirilmesinde ısrar etmişti. (s. 2) […]
“Sevr Muahedesi de gûya milliyet esasına
göre tanzim olunarak Osmanlı İmparatorluğunun Türklerle meskûn olmadığı iddia
edilen kıt’aları, İmparatorluktan koparılmış ve bu arada Türklerin ekseriyeti
teşkil ettikleri bazı yerler de (Kilikya ve Musul gibi) İtilâfçıların siyasî ve iktisadî menfaatleri
dolayısile Türk olmıyan sahalar arasına karıştırılmıştı. Vilsonun sulhe esas
olan 14 maddesinde her milletin kendi mukadderatını kendisi tayin etmek hakkı
ilân olunmuş iken Osmanlı İmparatorluğunun taksiminde bu esas tamamen
unutulmuştu. Osmanlı İmparatorluğundaki Türklerin ve Türk olmıyan unsurların
memleket hudutları tayin edildiği zaman, milliyet ve dil meseleleri, ciddî bir
surette göz önünde bulundurulmadı. Ahalisinin çoğu Türk olan İstanbul ile sırf Türklerle meskûn
vilâyetlerin bile mukadderatı galip
devletler tarafından tayin olunmak istenildi.