Dolar (USD)
33.99
Euro (EUR)
38.02
Gram Altın
2829.11
BIST 100
9975.61
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


​Yahudilik-Masonluk münasebeti (56)

Wilson’ın Masonluğu mes’elesi

Amerika’yı Türkiye, Prusya ve Avusturya-Macaristan’a karşı –büyük bir ikiyüzlülükle- Hukûk Dâvâsı güttüklerini iddiâ eden, dîğer taraftan mazlûm dünyânın tamâmını sömürgeleştirmiş bulunan, üstelik daha onlarca sene sömürgelerini muhâfaza edecek olan İngiltere ve Fransa saflarında 1. Cihân Harbine sokan, bu sâyede bu büyük sömürgeci safların kazanmasını, Osmanlı, Alman ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları ile Çarlık Rejiminin tasfiye edilmesini sağlıyan Woodrow Wilson, Mason kaynaklarında, umûmiyetle, Mason olarak tanıtılmıyor. Hâlbuki bu husûsta ciddîye alınması lâzım gelen Fransa Millî Kütübhânesi’nin (La Bibliothèque nationale de France –BnF-) İnternet Sitesinde, onun, Cem’iyet-i Akvâm’ın -Léon Bourgeois ile berâber- başlıca iki mîmârından biri ve bu her iki Devlet Adamının da “Mason” olduğu kaydediliyor…

Bu bilgi, Fransa Millî Kütübhânesi’nin kendi İnternet Sitesinde neşrettiği “Les Essentiels (Esâs Olanlar)” dosya dizisinden “La franc-maçonnerie d’hier à aujourd’hui (Dünden Bugüne Masonluk)” dosyasına dercedilmiş “Ce que la République doit aux Francs-maçons (Cumhûriyet’in Farmasonluğa Borçlu Olduğu Şeyler)” başlıklı bir makâle içinde veriliyor. Bu bilgiyi ihtivâ eden paragraf ile onu tamâmlıyan bir sonraki paragrafta şöyle deniliyor:

“Siyâsî planda Léon Bourgeois Birâder tarafından temsîl edilen Tesânüdcülük (le solidarisme) cereyânı, Birinci Cihân Harbi sonrasında yavaş yavaş tavsadı ve yerini iki hâkim ideolojiye bıraktı: Liberalizm ve Marksizm. Harb sonrası millî ve beynelmilel siyâsî hayâtı şekillendiren ve birbirlerine şiddetle –üstelik, nâfile yere- cephe alan ideolojiler bunlar oldu. Bu siyâsî kutublaşmayı bertaraf etmiye çalışan bir proje, iki Farmason -Léon Bourgeois ve ABD’nin 28. Cumhûr Reîsi Woodrow Wilson- tarafından kurulan Cem’iyet-i Akvâm’dır. İnsanlığın haklarının üstünlüğü umdesini vaz’eden bu proje, hukûkî sâhada, 1948 Cihânşümûl İnsan Hakları Beyânnâmesi tarafından têyîd ve têkîd edilecekdir. (Porté politiquement par le frère Léon Bourgeois, le solidarisme se dissout progressivement après le premier conflit mondial, emporté par les idéologies dominantes, le libéralisme et le marxisme, qui s’opposeront de manière forte – et stérile – et structureront la vie politique nationale et internationale qui suivra la Grande Guerre. Un projet viendra tenter de briser la bipolarité politique : la création, en 1919, de la Société des Nations, par deux francs-maçons, Léon Bourgeois et le vingt-huitième président des États-Unis, Woodrow Wilson. Posant le principe de l’intérêt supérieur des droits de l’humanité, il sera consacré, en droit, par la Déclaration universelle des droits de l’homme en 1948.)

“Nobel Sulh Mükâfâtının hâmili (1920) tek Fransız Masonu olan Léon Bourgeois, bu mükâfâtın kendisine takdîm edildiği merâsimdeki nutkunda, kendisinin -tam mânâsıyle masonî mâhiyette olan- düşüncesini hülâsa eden şu sözleri sarfedecekdir: ‘Târihin en büyük inkılâbı, aklın, Beşeriyetin tamâmı için hukûkî şahsıyet esâsını kabûl etmesine ve bütün hemcinslerine ‘insan’ sıfatını lâyık görmesine imkân veren inkılâb değil midir? Tamâmı, hak ve mükellefiyetler bakımından müsâvî ve Beşeriyetin istikbâli için birbiriyle dayanışma hâlinde insanlar… Ne hayâl ama!’ (Léon Bourgeois, qui est le seul franc-maçon français à avoir reçu (en 1920) le prix Nobel de la paix, écrira, dans le discours du récipiendaire, ces mots qui résument parfaitement sa pensée profondément maçonnique: ‘La plus grande révolution de l’histoire n’est-elle pas celle qui a permis à la raison de considérer vraiment l’humanité tout entière comme sujet du droit et de reconnaître le titre d’homme à tous les humains? Tous les hommes égaux en droits et en devoirs, solidaires du sort de l’humanité, quel rêve.’)” (Laurent Kupferman, “Ce que la République doit aux Francs-maçons”;

https://essentiels.bnf.fr/fr/societe/spiritualites/68bc2ac5-9792-4651-b856-cf2e358a2400-franc-maconnerie/article/c5ac985c-1b67-4cb7-aad5-b54e81203061-ce-que-republique-doit-francs-macons; 8.4.2024)

1_9666d8e214004597fcd8d509325a812b.jpg

(https://essentiels.bnf.fr/fr/societe/spiritualites/68bc2ac5-9792-4651-b856-cf2e358a2400-franc-maconnerie/article/c5ac985c-1b67-4cb7-aad5-b54e81203061-ce-que-republique-doit-francs-macons; 8.4.2024)

Fransa Millî Kütübhânesi’nin (Bibliothèque nationale de France) Sitesinde, Cem’iyet-i Akvâm’ın (Société des Nations) başlıca müessisleri Woodrow Wilson ile Léon Bourgeois’nın her ikisinin de Farmason olduğunun kaydedildiği sayfa…

***

İnsanların haysiyet bakımından müsâvâtı ve bilumûm İnsan Hakları dâvâsının bayrakdârı Masonluk mu, yoksa Müslümanlık mıdır?

Makâle Müellifinin kendisinden iftihârla bahsettiği Léon Bourgeois bu sözleri sarfettiği zamân, dünyâda, kendi memleketinin, İngiltere’nin ve daha başka Avrupa memleketlerinin sömürge mezâlimi bütün dehşetiyle devâm ediyordu ve daha uzun seneler devâm etti… Hattâ dolaylı, mürâîce şekiller altında el’ân dahi devâm ediyor… Dîğer taraftan, o gûyâ “Hürriyet diyârı” Amerika ve Kanada gibi memleketlerde, “Kızılderili” jenosidi ve Siyâhîlere yönelik zulüm de berdevâmdı…

Ayrıca, Farmasonluk, Beşeriyetin her bir mensûbuna hukûkî şahsıyet tanınması mücâdelesinin ve “İnsan Hakları” dâvâsının öncüsü olduğunu iddiâ etmekle, târihî vâkıaları tahrîf etmiş oluyor. Zîrâ, Kitâbullâh, Farmasonluğun 1789 İnsan ve Vatandaş Hakları Beyânnâmesi’nden on iki asır evvel, beyaz, sarı, kızıl, siyah yâhûd kadın-erkek veyâhûd Müslim / Gayr-i Müslim her insana, hukûkî şahsıyet ve haysiyet bakımından müsâvât hakkını tanımış ve Resûlullâh’ın eliyle bunu derhâl tatbîkata koymuştur. Bu çerçevede köleler dahi hukûkî şahsıyete mâlikdir ve Kur’ân-ı Kerîm, bu menfûr müessesenin lağvı için Müslümanlara muhtelif yollar göstermiştir. (Sonraki sapmalardan elbette ne Resûllâh, ne Kur’ân-ı Kerîm mes’ûldür; mes’ûller sapanlar, saptıranlardır…) Üstelik, İnsanlık târihinin –nazarî değil, fiilî- ilk Cumhûrî Esâsiyesi de (İnsan Haklarına dayalı “Demokratik” Kânûn-u Esâsiyesi; ki buna, dar bir görüşle, “Medîne Senedi”, “Medîne Vesîkası” diyenler vardır) Resûlullâh Hazretlerinin eseridir. Bu meyânda, hemen dikkati çekmek isteriz ki İnsan Haklarına dayalı “Modern Demokrasi”, Kadîm Yunan’ın veyâ Atina’nın köleci, “metekci”, sömürgeci ve Yunanlı olmıyan herkesi “barbar” gören “Demokrasi”sine dayanmaz… (Bu husûslarda şu eserimizde mufassal îzâhat mevcûddur: Kur’ânî Milliyet Telakkîsi ve Irkçılık Sapması, Ankara: Kurtuba Yl., Aralık 2015, 470 s.) (Belki de, bizim kullandığımız mânâda, “Demokrasi”, “Cumhûrî Nizâm”, “Cumhûriyet” yerine “Hakkiyet” demek daha isâbetlidir…)

Kaldı ki İnsan Hakları, İlâhî Müdâheleye ilâve olarak, Beşeriyetin binlerce senelik fikrî-ictimâî tekâmülünün ve mücâdelelerinin de mahsûlüdür ve kökleri Kadîm Sümer’e, Mısır’a, Hammurâbi Kânûnnâmesi’ne, v.s. kadar gerilere gider… Bununla berâber, İnsanlığın fikrî-ictimâî-hukûkî tekâmülünde dîn âmili, dâimâ, ön planda olmuştur. Meselâ Kadîm Mısır’a âid aşağıdaki iki dînî metin, ne kadar ileri bir insanlık anlayışını temsîl ediyorlar!

Birinci metin: Güneş Mâbûdu Râ’nın ağzından yazılmış ve Eski İmparatorluğun (M.E. 2575 - 2134) yıkılmasından sonrakı ara devre (M.E. 2134 - 2040) âid olup İnsan Haklarının târihi noktainazarından fevkalâde câlib-i dikkat bir metin -ki bütün insanların müsâvî yaratılmış olduklarını bildirmektedir-:

“Dört rü’zgârı yarattım ki her yaşıyan insan ondan hemcinsi kadar teneffüs edebilsin. Suların taşmasını yarattım ki onda fakîrler de zenginlere müsâvî haklara sâhib olsun. Bütün insanları birbirlerinin benzeri bir sûrette yarattım. Onlara, kötülük yapabileceklerini söylemedim; onların kalbleri kânûnlarımı çiğnedi. Hâlbuki kalblerini Garbi (Bahtiyâr Ölüler Diyârını) hiç unutmasınlar ve ilâhî sunaklar mahallî mâbûdlara yapılsın diye yaratmıştım.” (Histoire de l’humanité –Beşeriyet Târihi-, dünyânın hemen hemen bütün memleketlerine mensûb târihçilerin katkısıyle UNESCO tarafından hazırlatılmış müşterek eser, Pâris: UNESCO / Robert Laffont, 1967, tome I, pp. 595-596)

İkinci metin: Muhtemelen 10. Hânedâna (M.E. 2134 sonrası) mensûb bir Firavun tarafından oğluna verilen nasîhat… Müslümanlığı hatırlatır şekilde, baba, oğlunu, kötülüklerden uzak durup “sâlih amel” işlemiye teşvîk ediyor ve ona, iyilik yapanın uhrevî mükâfâta nâil olacağını, aksine kötü amellerin ise uhrevî cezâ tevlîd edeceğini öğretiyor:

“Günâhkârları muhâkeme edecek mahkemeye gelince, unutma ki o, vazîfesini îfâ edeceği zamân, sefîllere (günâhkârlara) karşı müsâmahakâr davranmıyacaktır. Teammüden günâh işliyen mücrim, menfûrdur. Geçirdiğin uzun ömrün bir kıymeti olacağını zannetme; zîrâ hâkimlerin için insan ömrü bir sâatlik bir vakit gibidir. İnsan, ölümden sonra yaşamıya devâm eder. Amelleri yanına konmuştur. Bunlar onun hazînesidir. Âhiret hayâtı ebedîdir. O hayâtın endîşesini duymıyanın aklı kıttır. Hâlbuki kötülük yapmadan o hayâta kavuşan, orada bir ilâh gibi yaşıyacak, ebediyetin hâkimlerinden biri olarak iftihârla yürüyecekdir.” (Histoire de l’humanité, mezkûr eser, p. 596)

Bu mes’elede şu husûsu dahi tebârüz ettirmek, hakkâniyet muktezâsıdır:

Masonların eliyle hazırlanmış 1789 İnsan ve Vatandaş Hakları Beyânnâmesi’nin îlânı, İnsanlık Câmiasının tekâmülünde mühim bir adımdır; -en azından bâzı maddeleri îtibâriyle- uzun müddet nazarî kalmış olması dahi, onu takdîre mâni değildir.

Bu takdîrimiz, dîğer taraftan, şu vâkıaları görmemize mâni olmuyor:

1) Çok şâyân-ı teessüf olan bir husûs, her şeyden evvel, onun müellifi olan câmianın ona ihânet ederek iktidâr hırsıyle, ideolojik fanatizmle, şahsî menfâatlerle birbirine düşmesi, birbirinin kanını dökmesidir. Öyle ki farklı düşünen herkes, “hâin” olmuştu ve “kafası koparılacak hâinler” o kadar fazlaydı ki içlerinden biri “giyotin” denilen bir kafa kesme makinesi îcâd etti! (Anatole France’ın Les Dieux ont soif / Mâbûdlar Susamışlar isimli târihî romanı, ibretle okunmıya değer…) Arkasından da, gûyâ İnsan Hakları Dâvâsı uğrunda başlattıkları harbler ve mayaladıkları ihtilâllerle, darbelerle o Beyânnâmeye ihânete devâm ettiler, devâm ediyorlar…

2) O Beyânnâme, kendilerini, zavallı Afrika, Asya, Amerika insanlarını asırlarca sömürmekden alıkoymadı…

3) O Hakları, kadın cinsine de tanımakta çok gec kaldılar…

4) Yine o Beyânnâme, sermâyedâr ve para babalarının (ki bunların da mühim bir kısmı Siyonist ve Masondu) geniş kitleleri insâfsızca istismâr etmelerine mâni olmadı; geniş kitleler, ancak çok büyük mücâdelelerle, hayât şartlarını düzeltebildiler; mâmâfih, bunu yaparken, sömürge halklarını pek de umursamadılar…

İlh…

Her ne olursa olsun, o Beyânnâmeyi îlân etmekle yetinmeyip ondaki “insânî rûh”u samîmiyetle benimsemiş ve fiilleriyle de ona sâdık kalmış olanlar, hayırla yâdedilmeyi hakkediyorlar…

Şahsen bizim inancımız odur ki, İnsanlığın tamâmının en azından bugünkinden çok daha âdil bir nizâm içinde yaşaması, huzûrlu bir hayâta kavuşması, başka herkesden daha fazla, Sahîh, Kur’ânî, Dirâyetci Müslümanların seferber olmasıyle mümkündür. Lâkin o Müslümanlar nerede?