Dolar (USD)
34.07
Euro (EUR)
37.84
Gram Altın
2814.87
BIST 100
9758.14
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Yahudilik-Masonluk münasebeti (54)

“Bütün havralar, gâyet geniş federatif bir teşkîlât hâlinde birbirlerine bağlıydılar. Makedonya ve Helen yayılmasını tâkîben, bu federasyon da, şebekesini kadîm dünyâya yaydı. […]

“Her şehir Devletinde, Yahûdi, Cemâatinden müzâheret görüyor, muhâcir veyâ öncü olarak geldiğinde hemen kardeş gibi bağra basılıyor, imdâdına koşuluyor, destekleniyordu. […]

[Orta-Çağ Avrupa’sı bir hercümerc hâli yaşarken,] “birbirlerine dâimâ destek olmaları sâyesinde, hâricî tahavüllâttan hiç mütessir olmadılar. […]

“Yahûdi Milletini Yahûdi mahallelerinin dört duvarı arasına sıkıştırmakla netîcelenen birbirine muvâzî hâricî ve dâhilî dâvâlar, onun teşkîlât rûhunu (son esprit d’association) daha da kuvvetlendirdiler. (Bu devrede) kendi içlerine kapanan Yahûdiler, kendilerini birleştiren bağların kuvvetini iyice arttırdılar ve aralarındaki müşterek hayât, kardeşlik arzû ve ihtiyâclarını kamçıladı; böylece kapalı Yahûdi mahalleleri, Yahûdi teşkîlâtçılığını geliştirdi (les ghettos développèrent l’associationnisme juif). […]

“Orta-Çağ asırları boyunca, her şey onları daha da birleşmiye itti. Tek başlarına olsalar, daha fazla ıztırâb çekerlerdi; birbirlerine yardım ederek kendilerini daha kolaylıkla müdâfaa ettiler ve onları durmadan tehdîd eden belâlardan kurtulabildiler. […]

“Âlimler, hahamlar, Talmudî inhisârcılığın arttırdığı bu tesânüdü teşvîk ettiler ve sâliklerini, birbirlerinin mütekâbil menfâatlerini gözetmiye dâvet ve mecbûr ettiler. […]

“ ‘Kahal, yânî Yahûdi Cemâati, tesânüd vazîfesini îfâ etmiyenlere karşı silâhlıydı: Onları lânetliyor ve kendilerine karşı ‘Şerem-Hakahal’, yânî Cemâat aforozu karârını veriyordu.”

Yahûdi teşkîlâtçılığının asıl kaynağı, ideolojikdir

Bernard Lazare’ın, Yahûdi teşkîlâtçılık ve teşkîlâtlılığını, esâs îtibâriyle, bu gibi târihî seyir içinde ortaya çıkan farklı ictimâî şartlara intibâk refleksiyle îzâh etmesini şâyân-ı takdîr, fakat eksik buluyor ve ona ideolojik âmili de ilâve etme ihtiyâcı duyuyoruz: Bizim müşâhedemize nazaran, Yahûdi teşkîlâtçılık ve teşkîlâtlılığının başlıca âmili, doğrudan Yahûdi Fikriyâtıdır, yânî Yahûdilerin bütün milletlere fâik bir “Güzîde Millet”, dîğer tâbirle, “rehber”, “râhib”, “mukaddes”, bu haseble kendi araralarında kardeş bir millet olma şuûr ve inancı ile “Mesîh” akîdesi… İçinde yaşanılan ictimâî vasattan doğan zorlayıcı şartlar ise, esâs âmili takviye eden tâlî âmillerdir.

Bernard Lazare’ın Yahûdi Aleyhdârlığı; Târihi ve Sebebleri kitabında, “dünyâ çapındaki Yahûdi kudretinin sırrının teşkîlâtlı tesânüd” olduğuna dâir tesbîtimizin başlıca mesnedlerinden birini teşkîl eden îzâhatın (ki “Yahûdi Aleyhdârlığının İktisâdî Sebebleri” başlıklı XIV. Fasıl’da mündericdir) -yukarıdaki îzâhatı da toparlıyan- en can alıcı kısmı, bu mevzûa mütedâir son iki paragraftır ve biz Müslümanların üzerinde derin derin, ibretle, hicâbla en fazla düşüneceğimiz kısım da budur (ola ki nihâyet intibâha ve gayrete geliriz):

“Binâenaleyh asırlar, düşmanca kânûnların rolü, dînî nehiylerin têsîri, şahsî müdâfaa ihtiyâcı Yahûdiler arasında tesânüd hissini kuvvetlendirdi. Günümüzde de, Yahûdilerin istisnâ rejimine tâbi tutuldukları memleketlerde, Kahal’ın kudretli teşkîlâtı mevcûdiyetini devâm ettirmektedir. Resmî kayıdlardan kurtularak serbestleşen Yahûdiler [veyâ tam hürriyetlerine kavuşan Yahûdiler, les juifs émancipés], eski havraların dar çerçevesi dışına çıktılar, eski cemâatlerin mevzûâtını terk ettiler, ama tesânüdü unutmadılar (ils n’ont pas désappris la solidarité).

Crémieux’nün kurduğu Alliance, Yahûdi tesânüdünü iyice arttırdı

“(Bu Fasl’ın 21. Hâşiyesi): 1860’da Crémieux tarafından têsîs edilen ve otuz binden fazla kayıdlı âzâsı bulunan Cihânşümûl Yahûdi İttifâkı (Alliance Israélite Universelle), Yahûdi tesânüdünü iyice arttırmıştır. İttifâk’ın gâyesi, mektebler açmak sûretiyle Şark Yahûdisini mânen ve zihnen kalkındırmak (libérer moralement et intelectuellement le Juif des pays orientaux), ayrıca, onlara yapılan zulme mâni olup acılarını dindirmek ve hattâ tam hürriyetlerine kavuşmalarına çalışmaktır (travailler même à leur émancipation totale).

resim1_4a48b4eeeb5c294ca4f0fb996ddfaf39.jpg

“Nazi, Faşist, Hitler, Hitlerci, Nazi Kampı”… Ne büyük gaflet: Siyonist ağzıyle Siyonizme hücûm! Yalan, istismâr, tedhîş üzerine kurulu Siyonist Propaganda bu kadar müessir! O müfsid, o muğfil prapagandayı bir tarafa bırakıp hakîkî mâhiyetiyle Nasyonal-Sosyalizmi, Hitler’i, Faşizmi, (Bolşevik Yahûdi Şeflerin îcâdı olan, her birinin başında bir Bolşevik Yahûdi Şefin bulunduğu, on milyonlarca kurbanından on milyonunu Müslümanların teşkîl ettiği) Sovyet temerküz kamplarını, Avrupa “Medeniyeti”nin bütün dünyâda irtikâb ettiği jenosid cürümlerini, Amerikan yerlisi (les Amérindiens) jenosidinin kurbanlarının 60 milyon can olarak hesâblandığını, asırlarca, Afrika’da hayvan gibi avlanan “köleler”in sâdece denizden nakilleri esnâsında ölenlerinin sayısının 50 milyona ulaştığını, Birinci ve İkinci Cihân Harbinin perde-arkası fâillerini, Alman Milletine karşı tasarlanmış üç jenosid planını, Türk jenosidiyle kurulan ve genişliyen Yunanistan’ın muâsır târihini, Bulgarlar, Sırblar, v.s. tarafından işlenen Türk jenosidini, “Millet-i Sâdıka” sıfatıyle bin senedir dostâne yaşadığımız, kendileriyle onca kaynaşmış olduğumuz Ermeni Milletine şovenlik aşılıyarak üzerimize saldırtan, onlara Türk-Kürd jenosidi yaptıran, sonra da Türklere “Ermeni jenosidi” iftirâsı atanların kimler olduğunu, Eylûl 1918 Filistin Cephesi Hezîmetinin içyüzünü, Kemalist Totaliter Rejimin 1930’lu, 40’lı senelerde Türkiye üzerinden 100.000 Yahûdiyi Filistin’e geçirerek İsrâil Devleti’nin têsîsine muazzam bir yardımda bulunduğu vâkıasını, Anadolu Milletinin afyonu olan Kemalizmi, ahmaklığımız ve ahlâksızlığımız yüzünden hüküm sürmiye devâm eden Kemalist Totaliter Rejimin bânîlerini ve mevcûd mesnedlerini, içimizden azgın bir Komünist kitle çıkararak Memleketimizi adı konmamış bir dâhilî harbe sürükliyen, sonra da 12 Eylûl Darbesiyle –her zamânki mâhûd- “müncî / kurtarıcı” kisvesine bürünenleri, yarım asırdır Türkiye dâhil bütün Yakın-Şark’ı târümâr eden PKK’nın iplerini çekenleri, IŞİD fitnesini mayalıyanları, Ben Guryon ve Oded Yinon Planlarını, ilh… araştırdınız mı? Hâdiseleri ve mes’eleleri “Dâimâ Hakîkate tâlib ve tâbi olmak ve Hakîkat uğrunda mücâdele etmek” şuûr, îmân ve azmiyle araştırsanız, acabâ ne netîceye varacaksınız ve hâlâ Siyonist Emperyalizminin bütün dünyâya dayattığı şablonlarla düşünüp konuşacak mısınız? Vâkıa -ve mâatteessüf-, siz, Kemalist Uydurma Dili kullanmamak gibi bir hassâsiyete de sâhib bulunmuyorsunuz!

Tecrübî İlim Zihniyetinin neredeyse esâmesinin okunmadığı bir memleket! Sahîh ilim adamları mumla aranıyor! Hâkim Düzene rağmen yetişenler de, sefâlet içinde sürünüyor ve seslerini duyuracak imkânlardan mahrûm bulunuyorlar! Hâl böyle olunca, en hayâtî mes’elelerimiz dahi ayağa düşüyor! Bir Yahûdiyât Enstitüsü yok! Bir Masoniyât Enstitüsü yok! Hayâtın her sâhasını kuşatacak mütenevvi İlmî Araştırma Enstitüleri, Vakıfları yok! Üniversitelerin ve bütün Maârifin bir numaralı derdi, Kemâlperest nesiller yetiştirmek! Her tarafta, her işte bol bol lâfazanlık, bol bol mugâlata, bol bol hamâsî edebiyât! Kitâbullâh üzerinde tefekkür yok! Kitâbullâh’ın Rûhuna nüfûz etmiye cehd yok, onu kendine rehber edinme şuûru yok! O Rûh ki Tecrübî İlim Zihniyet ve Usûlünü doğurmuş ve bütün Müsbet İlimlerin temelini atmıştır! O Rûh ki “müsbit delîl”den başka otorite kabûl etmez!

Hiç olmazsa Siyonistlerin muvaffakıyet sırları üzerinde düşünerek onlardan kendimize pay çıkarsak! Meselâ:

“Her şeye tercîhen Tecrübî İlme, ilim müesseselerine, ilmî araştırma merkezlerine yatırım yapmak ve bir memleketin esâs, ana kadrosunu teşkîl eden ilim ve ihtisâs adamları yetiştirmek mecbûriyetindeyiz… Eğer ilerlemek, hattâ yaşamak istiyorsak, buna mecbûruz! Büyük-küçük bütün medenî memleketler, ilmî araştırmalara, kudretleri nisbetinde, bütçelerinden, kendileri için çok büyük sayılabilen paralar ayırma mecbûriyetini duymaktadırlar. Şu küçük İsrâil’in bile, ilmî araştırmalara tahsîs ettiği para, kendi gücüne nisbeten, büyük devletlerin bu işe ayırdıkları miktarı geçmekteymiş…” (-Türkiye’de nâdiren yetişen sahîh ilim adamlarından rahmetli- Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Garplılaşmanın Neresindeyiz?, İstanbul: Bedir Ye., 1961, 3. baskı –ilk baskısı: 1958-, “En verimli yatırım –Tecrübî İlme yapılan yatırımdır-” bahsi, ss. 56-60)

***

Teşkîlatlı tesânüd, Yahûdilerde bir “ictimâî insiyâk” hâline geldi

“Tesânüd şuûrunu kazandıktan ve îtiyâden onu muhâfazaya devâm ettikden sonra, hattâ Mûsevîliğe îmânlarını kaybetseler dahi, onu kaybedemezlerdi; zirâ bu, onlarda bir ictimâî insiyâk hâline gelmişti (c’était devenu chez eux un instinct social) ve ictimâî insiyâklar da yavaş yavaş teşekkül edip ancak yavaş yavaş kaybolurlar. Şu husûsa da dikkat etmek lâzım: Her ne kadar milletler arasına onlarla müsâvî haklarla girdilerse de, ekalliyet olarak kalmıya devâm ettiler. Hâlbuki ekalliyetlerde teşkîlâtlılık rûhunun gelişmesi bir kânûndur ki bu kânûn da varlığını muhâfaza kânûnuna ircâ edilebilir. Bir kitle karşısındaki her topluluk anlar ki şâyed topluluk olarak mevcûdiyetini idâme etmek istiyorsa, bütün kuvvetlerini birleştirmek mecbûriyetindedir; kendisini inhilâle uğratma tehlikesi arzeden hâricî tazyîke mukâvemet edebilmek için, sımsıkı bir bütün teşkîl etmesi, tek kelimeyle, teşkîlâtlı bir ekalliyet olması lâzımdır. İşte Yahûdi ekalliyeti de, teşkîlâtlı bir ekalliyettir. (Tout groupe, en présence d’une masse, comprend que, s’il veut subsister à l’état de groupe, il doit unir toutes ses forces; pour résister à la présence extérieure, qui menace de le désagréger, il faut qu’il forme un tout compact, en un mot qu’il devienne une minorité organisée. La minorité juive est une minorité organisée.) Bu, reîsleri, teokratik prensleri, bir hükûmeti ve kânûnları olması şeklinde değil, gâyet sağlam şekilde bir araya gelen ve birbirlerini destekliyen bir küçük topluluklar birliği şeklindedir. (Non pas qu’elle [la minorité juive] ait des chefs, des princes théocratiques, un gouvernement et des lois, mais parce qu’elle est une association de petits groupes, groupes fortement assemblés, et se soutenant mutuellement.) Her Yahûdi, dilediğinde, dîndaşlarının bu yardımını hep yanı başında bulacaktır; yeter ki kendisi de Yahûdi Cemâatine sâdık olsun. Gâyet tabiîdir ki şâyed Cemâate karşı hasmâne tavır içinde olursa, aynısıyle mukâbele görecekdir. Yahûdi, havrayı terk ettiği zamân dahi, Yahûdi birliğine mensûb olmıya devâm eder. (Le Juif, même lorsqu’il a quitté la synagogue, fait encore partie de la franc-maçonnerie juive, de la coterie juive, si l’on veut.)

Lazare’ın ulaştığı netîce: Hırıstiyan (veyâ Müslüman) cem’iyeti, yekvücûd olmuş Yahûdiliğin hâkimiyeti altında yaşamıya mahkûmdur

“Mütesânid bir hey’et teşkîl eden Yahûdiler, bugünün bağları gevşemiş ve bölük börçük olmuş cem’iyetinde, kendilerine daha kolaylıkla yer açıyorlar. Etrâflarını saran milyonlarca Hıristiyan, birbirleriyle hodgâm çekişmeler içinde olacaklarına kendi aralarında yardımlaşsalar, Yahûdi nüfûzu derhâl ortadan kalkardı. Fakat onlar elbirliği etmiyorlar, etmedikleri için de, Yahûdi, gâyet tabiî olarak, Yahûdi aleyhdârlarının tâbiriyle, hükmedecek veyâ, dîğer tâbirle, âzamî derecede ictimâî avantajlara sâhib olacak ve Yahûdi aleyhdârlarının protesto edip de, varlığı sâdece Yahûdi burjuva sınıfına değil Hıristiyan burjuva sınıfına da bağlı olduğu için, bir türlü yıkamadıkları böyle bir üstünlük, bir hâkimiyet sağlıyacaktır. (Constitués en un corps solidaire, les Juifs se font place plus facilement dans la société actuelle, relâchée et désunie. Les millions de chrétiens par lesquels ils sont entourés, pratiqueraient l’appui mutuel au lieu de la lutte égoïste, que l’influence du Juif serait immédiatement anéantie, mais ils ne la pratiquent pas et le Juif doit, sinon dominer, c’est le terme des antisémites, avoir le maximum des avantages sociaux, et exercer cette sorte de suprématie contre laquelle proteste l’antisémitisme, sans pouvoir, pour cela l’abolir, car elle dépend non seulement de la classe bourgeoise juive, mais aussi de la classe bourgeoise chrétienne.)” (Bernard Lazare, L’Antisémitisme; son histoire et ses causes, Paris: Éditions Documents et Témoignages, 1969 -1ère éd. en 1894-, pp. 182-187)