Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (52)
Benî İsrâil, bütün İnsanlığın rehberi
Tanah’ın
(Tesniye IV/6) son olarak zikrettiğimiz bu hükmü, “Mümtâz Millet”, “Râhib
Millet”, “Mukaddes Millet”, “bütün milletlerden üstün millet” olan “Benî
İsrâil’in İnsanlığın tamâmına rehberlik yapmakla vazîfeli olduğu” mânâsına
geliyor. Yukarıda, “Mesîh” akîdesi için kitabına mürâcaat ettiğimiz İngiltereli
Haham Dr. Isidore Epstein, aynı eserinde, bu mevzûa da temâs ediyor:
“Çıkış:
19/6: Allâh ile Benî İsrâil arasında Sînâ’da akdedilen muâhedeye göre: ‘Siz,
Bana, râhibler krallığı ve mukaddes kavim olacaksınız!’ Böylece İsrâil kavmi
dîğer kavimlerin hepsinden farklı bir kavim olmuş, kendisine bütün cihâna
rehberlik etmek vazîfesi verilmiştir.” (Epstein 1969: 15-16)
“İsrâil,
Vahiy veyâ Peygamberlik kavmidir. Onun mümtâz olması, buna mebnîdir. […] Nasıl
ki ilâhî ıstıfâ, tabîatte, mâdenler, nebâtlar, hayvanlar ve insanlar şeklinde
farklılıkların ortaya çıkmasına sebeb olmuştur, aynı şekilde nev’-i beşer
arasında da bir ıstıfâ olmuş ve İsrâil, peygamberî, yânî Allâh’la münâsebet
têsîs edebilecek bir kâbiliyetle techîz edilerek seçilmiştir.” (Epstein 1969:
194)
“Yahûdi
mütefekkiri Judah Halévi de (1085 – 1140), ‘İsrâil’in, milletlerin kalbi
mesâbesinde merkezî bir fonksiyona sâhib olduğunu’ söylemektedir.” (Epstein
1969: 195)
“Benî
İsrâil, dünyâdan (Beşeriyetten) ayrı olmalı, fakat dünyâda kalmalıydı (dünyâyle
alâkasını kesmemeliyidi). Etrâfındaki milletlerden farklılığını korumalı, fakat
alelâde medeniyetler sînesinde teblîğinin tamâmını yaymalı, böylece beşer hayâtını
daha yüksek bir seviyeye çıkarmalıydı.” (Epstein 1969: 25)
“Yahûdilikden
çıkılamaz”
Haham Dr.
Isidore Epstein, bu meyânda, bu “Mümtâz”, bu “Mukaddes Millet”in sînesine dâhil
olan bir insanın, bir daha ondan çıkmasının mümkün olmadığını ifâde ediyor:
“Doğuştan
veyâ ihtidâ ederek bir def’a Yahûdi olunca, artık Yahûdilik bağından kurtulmak
mümkün değildir; inkârla da, bir başka dîne geçmek sûretiyle de olsa,
Yahûdilikden vazgeçilemez. (Une fois
acquis, que ce soit par naissance ou par adoption, le statut de Juif est
inaliénable et on ne peut y renoncer ni par apostasie ni par la conversion à
une autre religion.)” (Epstein 1969: 157)
Böyle bir
esâs, masonlukta da vardır; buna rağmen, ayrılmalar da, ihrâclar da vâkîdir.
Herhâlde bu esâsı, farazî bir kabûl addetmek lâzımdır…
“Mesîh Çağı”,
İsrâil Devleti’nin kuruluşuyle başlıyor
Dr.
Waelès’in îzâhatından sonra, nasıl olup da Yahûdilerin –Allâh’a inanmıyanlar
dâhil- belki kâhir ekseriyetinin “Mesîh” akîdesini benimsiyebildiği daha iyi
anlaşılıyor: Kısaca, onlar, bunu, İnsanlık Âleminin en üstün vasıflı ve rehber
(hattâ “mukaddes”) milleti telakkî ettikleri Yahûdi Milletinin ulaşılması
zarûrî bir millî hedefi gibi görüyorlar…
Dîğer
taraftan, “Mesîh Çağı”, İsrâil Devleti’nin têsîsiyle başlıyacaktır:
“Yeremya
Nebî, İsrâil’in cihânşümûl vazîfesini pek kuvvetle ifâde etmiş ve İsrâil’in tek
Allâh akîdesini, onun dîğer kavimler arasındaki tekliği ve onlardan ayrılığı
fikriyle birleştirmiştir.
“Bu
Nebînin tasvîrine göre de dünyânın kurtuluşu Yahova’nın hizmetkârı İsrâil’in
eliyle olacaktır.
“Dîğer
taraftan, İnsanlığın kurtuluşu, Mesîh fikrine bağlıdır.
“Benî
İsrâil Nebîlerine göre, Mesîh devrinin başlaması için ilk elzem şart ise,
İsrâil’in siyâsî hükümrânlığına tekrâr kavuşmasıdır.” (Epstein 1969: 57)
Eskiden,
Yahûdiler, İsrâil Devleti’nin têsîsini, mûcizevî bir şahsıyet olarak tasavvur
ettikleri “Mesîh”den bekliyorlardı. Lâkin, Tecrübî İlimlerin ve onların üzerine
kurulu Felsefî Tefekkürün fevkalâde gelişmesi, ayrıca, İzmirli Sabatay Sevi’nin
zuhûrunun –tâkîb ettiği seyir îtibâriyle- Yahûdi Âleminin kısm-ı âzamını büyük
hayâl kırıklığına uğratması, onları yeni bir anlayışa yöneltti:
Buna göre,
“Mesîh Çağı” ve ona tâbi olarak İsrâil Devleti’nin têsîsi, fevkalâde bir
şahsıyetin mûcizeleriyle değil, Yahûdi Milletinin mücâdelesiyle mümkün
olacaktır. Bu husûsu da, yine Epstein’ın kaleminden nakletmiştik. Mâmâfih,
Epstein’a nazaran, bu farklı anlayışın ortaya çıkması, Yahûdi Âleminin dünyâda
büyük nüfûz kazanması sebebiyledir. Bu îzâhda, bir bakıma, bir îtirâf gizlidir:
Yahûdilerin dünyâda büyük nüfûz kazanmaları, “Mesîh Çağı”nın bir alâmeti kabûl
ediliyor; binâenaleyh “Mesîh Çağı”ndan bekledikleri, aslında dünyâya sulh ve
refâh getirmek değil, “Yahûdi Cihân Hâkimiyeti”dir. Aksi, safderûnları
kandırmıya yönelik bir propagandadır. Şâyed son Gazze Fâciâsından sonra dahi, o
propagandaya kanan varsa, ona, aklî melekelerini sorgulamasını tavsıye ederiz…
Haham
Epstein’ı ibretle tekrâr okuyalım:
“Yahûdilerin
19. asırda pek çok memlekette her çeşid haklarına kavuşmaları ve bu yüzden de
sık sık Devletlerin ve ticâret âleminin kilid mevkilerine geçmeleri, pek çok
Şarkî Avrupa Yahûdisi tarafından Mesîh devrinin alâmetleri olarak tefsîr
edildi. Böylece Filistin’de Yahûdi Devletinin doğrudan ilâhî müdâhaleyle, bir
ânda, mûcize ve hârikalarla têsîs edileceği şeklindeki eski inanc yerine,
kurtuluş devrinin, tedrîcen, insanın eliyle geleceği fikri hâkim oldu. Bu fikri
ilk def’a serdeden, Haham Lévi Hirsh Kalisher’dir (1785 – 1877)…” (Epstein
1969: 288)
Onların îzâhatına
göre “Mesîh Devri” ve acı hakîkat
İşte
bizzât hahamların îzâhatıyle, bu “Mesîh” akîdesinin esâsının (onun bilhassa
asrî yorumunun), şunlardan ibâret olduğunu gördük:
1) “Mesîh
devri”, bir kısım Yahûdinin Filistin’a dönüp orada müstakil bir “Yahûdi
Devleti” kurmasıyle başlıyacaktır.
2) Yahûdi
Milleti, Nil’den Fırat’a kadar uzanan İsrâil ve başşehir Kudüs merkez olmak
üzere, oradan bütün İnsanlığa rehberlik
edecek, yânî onun lideri olacaktır.
3) “Mesîh
Devri”nde bütün insanlar “Nûh Dîni”nde, dîğer tâbirle, Masonluğun “Cihânşümûl
Dîn”inde birleşecek (daha doğrusu, birleştirilecek), her tarafta Yahûdi
Milletinin öncülük ettiği kânûnlar cârî olacaktır.
4) Bu
sâyede, yeryüzünü adâlet ve refâh kaplıyacak, Yahûdi Milletinin öncülüğünde,
İnsanlık Âlemi sulh ve bolluk içinde yaşıyacaktır.
Onların
takdîmi böyle! Vâkıa üzerinde muhâkeme yürüten aklıselîm ise başka şey
söylüyor:
Filistin’e
jenosid siyâseti tâkîb ederek yerleşmeleri, yine aynı emel uğrunda dünyâda
harbler çıkarmaları, büyük felâketler tetiklemeleri, her fırsatta –iktisâdî,
siyâsî, kültürel vâsıtalarla- “Goyim”i istismârdan çekinmemeleri, “Mesîh devri”
tâbiriyle ifâde ettikleri “yeryüzü cenneti” hayâlinin sâdece kendileri için
vârid olduğunu gösteriyor!
Hâsılı,
“Mesîhciliğin” de, Filistinlilere karşı Siyonist jenosid siyâsetinin têyîdi
mânâsına geldiği ve onun bir başka zâviyeden mesnedini teşkîl ettiği görülüyor.
Siyonizmin “Mesîh Çağı” işte böyle bir şey!
***
Elbette, bu, aynı zamânda,
Siyonizmin, bütün dünyâyı kendine râm etmesi demekdir. Çünki sâdece Filistin’de
bir “Yahûdi Devleti”nin têsîsi tasavvuru dahi, mâhûd “Büyük Devletler”in
baskısı, müdâhelesi olmadan kuvveden fiile çıkamazdı. O Devletlerin, İnsan
Haklarını ihlâl etmek ve bütün İslâm Âlemini karşısına almak pahasına böyle bir
yola girmesi ise, ancak o Devletlerin siyâsetine istikâmet verecek nisbette bir
Yahûdi nüfûzunun mevcûdiyetiyle mümkündü. Nitekim bir buçuk asırlık vâkıalar,
bu muhâkemenin kat’î delîlleridir…
Öyleyse Siyonizmin
derin mânâsı nedir?
Yukarıdakimütâlaa
ve tesbîtlerimizden çıkan pek mühim bir netîce şudur:
Siyonizm,
sâdece Filistin’de bir “Yahûdi Devleti” kurma idealinin değil, aynı zamânda megaloman, mütehakkim, fanatik zihniyetli
(maâlesef) pek geniş bir Yahûdi zümresinin dünyâya hükmetme hayâlinin ismidir.
Megaloman,
mütehakkim, fanatik… Fransız Cumhûr Reîsi Charles De Gaulle’ün –kısa zamân
sonra siyâsî hayâtına mâl olan- 27 Kasım 1967 târihli matbûât konferansındaki
târifiyle: “Bütün târih boyunca olduğu gibi, güzîde, kendinden emîn ve
mütehakkim bir millet (…Ce qu’ils avaient
été de tout temps, c’est-à-dire un peuple d’élite, sûr de lui-même et
dominateur)…”
Dîğer
taraftan, bu “hayâl”in bir “ham hayâl” olmadığı, “Yahûdi Devleti”nin têsîsini
mümkün kılan son bir buçuk asırlık hâdiselerin seyrinden vâzıhan anlaşılıyor.
Bunu mümkün kılan başlıca âmil ise, yukarıda îzâh ettiğimiz vechiyle, Yahûdi
teşkîlâtçılık ve teşkîlâtlılığıdır. Bu bahisde, yine Bernard Lazare’a mürâcaat
etmek, çok aydınlatıcı olacaktır.