Dolar (USD)
34.59
Euro (EUR)
36.44
Gram Altın
2853.99
BIST 100
9420.42
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Yahûdilik-Masonluk münâsebeti (50)

Sigmund Freud, “Allah inancını bile cinsî libidonun batağına gömdü”

“Viyanalı bir yahudi olan Dr. Freud ise, insan şahsiyetini teşkil eden ve şuurdışı denen ruhsal hazineyi keşfedip onda cinsî iştihalardan başka birşey olmadığını söyledi. Bütün temiz duygularımızı, ulvî ihtiraslarımızı cinsî iştihaların çamuruna batırdı. Allah inancını bile cinsî libidonun batağına gömdü. Bu zeki lâkin bedbaht yahudi sanki insanı en temiz tarafları ile rezil etmek istedi.

1-8_78e346cc41483c9aa256f7acd6ac9618.jpg

(https://www.wikiwand.com/en/List_of_Jewish_atheists_and_agnostics; 31.7.2024)

Bu İnternet Sitesinde, çağımızda İlhâd bayrakdârlığı yapan Yahûdi şahsıyetlerden seçilmiş küçük bir liste takdîm ediliyor… Muhtelif sâhalarda meşhûr olmuş Mülhid Yahûdiler, bu küçük listede bile saymakla bitmiyor!

Bir başka Sitede, “Meşhûr Ateist Yahûdiler” arasında şu isimler zikrediliyor: Baruch Spinoza, Samuel Schwartzbard ve Emma Goldman (iki meşhûr Anarşist-Tedhîşçi), Moses Hess, Karl Marx, Leon Troçki, Grigori Zinoviev, Theodor Herzl, Hersh Mendel, (“Ben Yahûdi Milletine îmân ediyorum” diyen) Golda Meir, Sigmund Freud, (feylesof) Ayn Rand, Jerry Rubin, Daniel Cohn-Bendit, Ed Miliband (bu son üçü, siyâsetci), (feylesof) Jacques Derrida, (aktör) Woody Allen…

(https://fr.wikipedia.org/wiki/Ath%C3%A9isme_juif#:~:text=Des%20ath%C3%A9es%20juifs%20se%20reconnaissent,pr%C3%A9requis%20pour%20se%20dire%20Juif.) (31.7.2024)

***

Émile Durkheim, “Allah’ın da cemiyetten başka birşey olmadığını söyledi”

Yine bir Yahudi olan, Fransız sosyoloji mektebinin kurucusu Émile Durkheim, geçen asrın sonunda ve asrımızın başında batıda süratle yayılarak Ziya Gökap tarafından memleketimize sokulan görüşleriyle, bilgimizin prensipleri olan zaman, mekân ve sebep kavramlarının esasını cemiyette aradıktan ve böylece düşüncenin temellerini içtimaî izafiyeciliğe indirerek mutlak hakikat kavramını inkâr ettikten sonra Allah’ın da cemiyetten başka birşey olmadığını söyledi ve dinî inançların temelini yıktı. Kutsal saydığımız bütün emirler ona göre cemiyetten geliyordu. Cemiyetin emirlerinin üzerimizdeki hakimiyeti ve ona karşı beslediğimiz sevgi, hem korktuğumuz hem de sevdiğimiz Allah tasavvurumuzun gerçek kaynağıdır. Hakikatte biz cemiyeti seviyor ve ondan korkuyoruz. Ancak farkında olmadan ondan ayrı bir Allah icad ediyor ve hayalimizde yüceltiyoruz. [Sabataî Totaliter Şef de, Durkheim’ı taklîden, aynı sûretle muhâkeme yürütüyordu…]

“Bu pek basit ve tatminsiz görüşü ortaya koyan Durkheim, iç yüzünde Hıristiyan dinine karşı kendisinin ve kavminin sahip olduğu kin ile hasedi harekete geçiriyordu. Hıristiyan dünyasında zamanında geçici bir tesir yapan bu samimiyetsiz ve çelimsiz görüş bizde maalesef bütün bir devrin zihniyetine hâkim oldu. Hâlâ okul kitaplarında bu görüş biricik hakikat gibi okunur ve çelimsiz dimağlar onu tenkitten âdetâ korkarlar. Hakikat sevgisinden zerrece nasibi olmayan, dimağı kin ve hasetle yoğrulan yahudi, İslâm ülkesinde daha kolay zafer kazanıyor.

Lucien Lévy-Bruhl, “ahlâk değerlerini büsbütün inkâr ederek, insan hareketlerini Allâh’a doğru götüren yolu yıkıyor”

“Durkheim’ın eserini tamamlayarak onun dokunmadığı ahlâk dünyasına saldıran yahudi Lévy-Bruhl, ahlâk değerlerini büsbütün inkâr ederek, [bu değerlerin,] ne türlü olursa olsun, cemiyet içindeki yaşayış tarzının tâbii [fonction’u] olduğunu, bu tarza uygun davranışlara hiç bir zaman ahlâksızlık damgası vurulamayacağını ileri sürdü. Onca, ahlâk nasıl olursa olsun, cemiyet içinde umumî yaşayış şeklidir ve hiç bir davranışa ahlâksızlık denemez. Ahlâk çerçevesi içinde iyi ve fena değerlerini ortaya koymak hatadır; bu, filozofların ve peygamberlerin uydurmasıdır. Ahlâk kelimesini kaldırıp yerine örf ve âdet kelimesi [les mœurs] kelimesi konulmalıdır. Ahlâk ilminin yerine de örfler ilmi geçirilmelidir. Lévy-Bruhl’ün bu iddiası karşısında ne fenalık, ne mesuliyet, ne günah kalıyor. Şer, hayrın yerine geçirilmiş ve onunla birleştirilmiştir. Hareketlerimizin sahasında ideal yok edilmiş, realite muhterem tanınmıştır. Her devir ve cemiyetin hareket tarzı, o devir ve cemiyet ahlâkıdır. Yeryüzünde iyiliğin fenalıkla boğuşması sona ermiş, insanlık ve ahlâk ideali yok edilmiştir.

“Binlerce yıl hayrın zaferi için boğuşmaktan yılmayan insanlık ruhu, bir yahudinin iddiası ile, ruhta mücadele bilmeyen hayvanlarınkine irca edilmektedir. İnsan hareketlerini Allah’a doğru götüren yol yıkılmıştır. İnsanın mesuliyet sevgisi ve ahlâk duygusu hazlarının tabiî zaferi önünde kendi kendilerini gömmüşlerdir. […]

“Bunlar; mutlak hakîkat, ebedîlik, Allâh ve ahlâk esaslarına saldırmış, onları yıkmıya çalışmışlardır”

“Görülüyor ki Spinoza’dan Einstein’a kadar gelen başlıca yahudi filozof ve bilginlerinden herbiri, hakikat binası kurma iddiası ile ebedî hakikatler binasından bir parça koparmışlardır. Spinoza, ‘Kâinat Allah’tan ibarettir. Bunların ikisi bir ve aynı şeydir’ derken hür ve yaratıcı olan; âlemin dışında ve onu aşkın olan Allah inancını reddetmiş oluyor. Marx, cemiyet olaylarının doğurucusu herzaman madde olmuştur demekle ruhun kuvvetini ve onun yaratıcılığını inkâr ediyor. Freud, bütün ruh hallerimizin doğuşunu şuur dışında gizlenen cinsî isteklerle iştihalara irca ederek, insan ruhunun sefâletlerle reziletlerin çocuğu olduğunu söylüyor. Bütün yüksek ideallerle en temiz ihtirasların kökünü cinsî iştihaların bataklığında buluyor. Durkheim, sonsuzluğun yolcusu olan insanı cemiyetin emirleri içerisine kapatıyor ve insan için emel ve ideal, Allah ve ahlâk, herşey cemiyettir sonucuna ulaşıyor. Hem de böylelikle imânı, cemiyette hakim olan kuvvetlerin esiri yapıyor. Onca, namuslu olmak, cemiyette cereyan açan kuvvetlere boyun eğmesini bilmektir. İnsan, itaatinin şuûruna sahip bir koyundur. Lévy-Bruhl, ferdî ahlâk idealini büsbütün çiğneyerek, vicdan karşısında kaba realitenin mutlak ve sorumsuz hâkimiyetini ilân ediyor. Vicdanı, içgüdülerin ayakları altında kurban ediyor. Durkheim gibi o da vicdanın yerine cemiyeti koyuyor. Eiinstein, madde dünyasında kanunların bulunmadığını, tam bir izâfîlik içerisinde yaşadığımızı ileri sürmekle, kendisine kadar gelen yahudi mütefekkirlerinin inkâr halkasını tamamlamış oluyor.

“Dikkat edilirse, bunların hepsi mutlak hakikat binasına çeşitli iddialarla saldırmış ve her biri onu bir tarafından yıkmaya çalışmış olmakla beraber, hepsinin gayretleri ile sarsılan, aynı esaslardır. Bunlar mutlak hakikat, ebedîlik, Allah ve ahlâk kavramlarıdır. İlh…” (Nurettin Topçu, “İnsanlar ve Yahudiler”, Fikir ve San’atta Hareket, Eylûl 1967, sayı 21, ss. 16-18)

Allâh’a inanmadıkları hâlde “Mesîh” akîdesini nasıl benimsiyebiliyorlar?

Elbette insan düşünmeden edemiyor: Yahûdilerin büyük bir kısmı, ne –İlâhî, Vahyî Kitab sıfatıyle- Tevrât’a, ne de Allâh’a inanıyor… Öyleyse nasıl oluyor da “Mesîh” akîdesini benimsiyebiliyorlar?

Bunun cevâbını, Fransız ilim adamı, Siyâsiyât Doktoru Raoul Waelès’in İsrâil’in nasıl idâre edildiğini anlatan titiz araştırma kitabında buluyoruz. Waelès’in kitabı (14x19cm, 310 p.), 1969’da, Pâris’de, Librairie Générale de Droit et de Jurisprudence (R. Pichon et R. Durand-Auzias) isimli neşriyâtevinin “Nasıl İdâre Ediliyorlar?” koleksiyonunda intişâr etmiştir. Bu koleksiyonu, o zamân, Fransa’nın pek îtibârli ictimâiyâtçılarından Prof. Dr. Georges Burdeau idâre etmekteydi.

Dr. Waelès’in bu araştırma kitabından seçtiğimiz aşağıdaki pasajlarda, bir taraftan, nasıl Tanah’ın İsrâil’de bütün hayâta hükmettiğine dâir tesbîtler, dîğer taraftan, Tanah’a –metafizik inancı ne olursa olsun- bütün Yahûdiler tarafından atfedilen büyük kıymete dâir îzâhat şâyân-ı dikkattir. Bu ikinci husûsla alâkalı îzâhattan anlaşılan odur ki Laik Yahûdilerin dahi Tanah’a büyük hürmet ve merbûtiyetleri, onu, Yahûdi hüviyetini şekillendiren başlıca târihî, millî kitabları olarak görmeleri sebebiyledir.

Bütün Yahûdilerin Tanah’a merbûtiyetleri hakkında Waelès’in tesbîtleri

“İsrâil Devleti’nin üzerinde yükseldiği dört direk şunlardır: 1) Millî Devlet Müessesesi (Muhâceret işleri), 2) Kitâb-ı Mukaddes (La Bible; Tanah), 3) İbrânî Üniversitesi, 4) Millî Yahûdi Fonu (Fonds National Juif).” (Waelès 1969: 20)

“Tanah’da şöyle yazılıdır: ‘Bu şerîat kitabı, senin ağzından ayrılmıyacak ve onda yazılmış olanın hepsine göre yapmıya dikkat edesin diye, gece-gündüz düşüneceksin; çünki o zamân yolunu açacaksın ve o zamân muvaffak olacaksın!’ (Yeşu: I/8)

“Tanah mes’elesi, Yahûdi dîni mes’elesinden ayrı mütâlaa edilmelidir (La question de la Bible doit être séparée de celle de la religion juive). Filhakîka, Mûsevîliğe sıkı sıkıya riâyet edenlerin nüfûsun ancak %30’unu teşkîl ettiği, bağları gevşek olanların da %45’i bulduğu, Mûsevîlikle amel etmiyenlerin ise %25 kadar olduğu tahmîn edildiği hâlde, Tanah, hepsi tarafından (temel kitab olarak) kabûl edilmektedir (Mais la Bible est reconnue par tous.). O, her şeyden evvel, mevcûd Devlet ile –bütün Yahûdiler arasında müşterek olan- mâzî arasındaki bağı teşkîl etmektedir. Böylece meselâ Fransa târihi Fransız halkı için neyse Tanah da Yahûdiler için odur ve bu mâhiyetiyle bile İsrâil’in hayâtındaki rolünün birinci derecede olduğu kabûl edilmektedir. Tanah, aynı zamânda, Filistin’e yerleşmiş olan Yahûdiler ile henüz bütün dünyâya dağılmış hâlde bulunan Yahûdiler arasındaki bağdır.

“Benî İsrâil sürgüne gönderilip dünyânın dört bir tarafına dağıldığı zamân, Kitab da her yerde halkla berâber oldu ve dâimâ ona rehberlik etti, ona ders verdi, onu yetiştirdi, onun zihniyetini yoğurdu…

“Hicret edilen memleketlerde öğrenilmek mecbûriyetinde olunan ecnebî lisânlar yanında, Tanah’ın lisânı, Yâkub’un kabîlelerini birbirine bağlıyan bir zincir, müşterek tedkîk, duâ ve ibâdet lisânı idi. (Bkz. Meir Tamari, “La Bible vit en Israël –Tanah İsrâil’de Yaşıyor-“, La Semaine Israélienne, Jérusalem, Février 1964, p. 3) ‘Tanah, Yahûdiler arasında, başlıca ve devâmlı tâlim-terbiye ve düşünce kaynağı mevkiini hep muhâfaza etmiş’ (Tamari’den naklen) ve onların hâfızasında istiklâllerinin ve Devletlerinin şân ve hâtırasını dâimâ tâze tutmuştur. (‘La Bible conserva sa place comme source principale et constante d’éducation et de pensée parmi eux’ –Tamari- en leur rappelant le souvenir et la gloire de leur indépendance et de leur État.)” (Waelès 1969: 21)

2-10_377be3703adbc2f3d480fbf19aed30e0.jpg

İsrâil’in nasıl idâre edildiğine dâir 1969’da Israël isimli bir kitab neşreden Siyâsiyât Dr. Raoul Waelès’in işbu eserinde, Tanah’ın, yânî Yahûdi Kitâb-ı Mukaddes’inin, onun İlâhî kaynaklı olmadığına inanan her (Laik) Yahûdi nazarında dahi, Yahûdi Milletinin başlıca târih ve kültür kitabı olarak nasıl ehemmiyet arzettiğine ve bir millî rehber vazîfesi gördüğüne mütedâir, Müellifin müşâhedelerine müstenid çok aydınlatıcı îzâhat bulunuyor…

***