YAHÛDİLİK-MASONLUK MÜNÂSEBETİ (107)
İsrâil’in emperyalist, ‘genişlemeci,
mütecâviz’ bir Devlet
Filistin ve Siyonizm mes’eleleri,
Arablarla Siyonistler arasında bir mes’ele olmaktan evvel bizimle Siyonizm
arasındaki bir mes’eledir; zîrâ, Osmanlı Vatanının bir parçası olan Filistin,
19-20 Eylûl 1918’de Filistin Cephesinde yaşanan büyük ihânet, onu tâkîb eden 30
Ekim 1918 Mondros Mütârekesi ve sonrasındaki entrikalarla (Kemalizmin
liderliğinde şikeli “İstiklâl Harbi”, “Sevr Muâhedesi” tiyatrosu, v.s.) bizden
koparılmıştır. Hiç şüphesiz, Filistin’le Türkiye aynı kaderi paylaşıyorlar!
Sabataî-Mason nüfûzu altındaki matbûât da
tabiî olarak İsrâil sempatizanı
Sabataî muharrir, şâir, siyâsetci
Celâl Sahir Erozan’ın kızı Berrin Hanım ile evli, Farmason gazete patronu ve
muharriri Nadir Nadi’nin Cumhuriyet gazetesi,
29 Mart 1949 târihli nüshasında, “Millî Şef” iktidârının İsrâil’i resmen tanıma
karârını sempatik bir resmin refâkatinde manşet haber yapıyor ve manşet altına
karâr lehinde bir yorum ilâve ediyordu. Buna göre, Türkiye, İsrâil’i tanımakta
gec bile kalmıştır; gecikmenin sebebi de “Arab Âleminin hislerine karşı
gösterdiği müstesnâ teveccühdür”:
“Arab hükûmetlerinin hemen hepsi
İsrail hükûmeti ile mütarekeler yapmak, yahud yapmağa karar vermek suretile bu
devleti zımnen veya sarahaten tanımış bulunuyorlar. Hükûmetimizin İsraili
tanımak hususunda şimdiye kadar gecikmesi, Arab âleminin hislerine karşı
müstesna bir teveccüh teşkil etmektedir. Arab âlemi bizim kapı komşumuzdur ve
biz İsraili tanımak hususunda bu âleme tekaddüm etmemek, bilâkis, onun mütareke
yapmasına ve durumu tanımasına kadar beklemekle Arab komşularımıza karşı
beslediğimiz sevgi ve saygıyı belirtmiş bulunuyoruz. Bunun Arab dostlarımız ve
komşularımız tarafından takdir olunacağını umar, İsrail devletinin de Orta
Şarkta bir genişleme ve tecâvüz unsuru değil, fakat sulh ve sükûn âmili
olmasını temenni ederiz.”
Gazete, son cümlesiyle, dolaylı
olarak, İsrâil’in emperyalist, “genişlemeci, mütecâviz” bir Devlet olduğunu îtirâf
ediyor… Bu vasıfları biline biline yine de o Devlet tanınıyor! Kemalizm,
Siyonizmle bu kadar sıkı fıkı dosttur!
Dîğer taraftan, Filistin ve Siyonizm
mes’eleleri, Arablarla Siyonistler arasında bir mes’ele olmaktan evvel bizimle
Siyonizm arasındaki bir mes’eledir; zîrâ, Osmanlı Vatanının bir parçası olan
Filistin, 19-20 Eylûl 1918’de Filistin Cephesinde yaşanan büyük ihânet, onu
tâkîb eden 30 Ekim 1918 Mondros Mütârekesi ve sonrasındaki entrikalarla
(Kemalizmin liderliğinde şikeli “İstiklâl Harbi”, “Sevr Muâhedesi” tiyatrosu,
v.s.) bizden koparılmıştır. Hiç şüphesiz, Filistin’le Türkiye aynı kaderi
paylaşıyorlar! Siyonizme kaptırılmış Filistin de, “Kemalist Türkiye” de hep
aynı beynelmilel entrikaların mahsûlüdür. Bu araştırmamız, bu vâıkaları kâfî
derecede isbât etmiş bulunuyor…
Cumhuriyet’tin 30 Mart 1949 târihli nüshasında
(s. 1) bir başka haber dikkati çekiyor:
“Türkiyenin İsrail devletini tanımağa karar vermesi,
şehrimizdeki [İstanbul’daki] Yahudiler arasında büyük bir sevinç ve memnunluk
uyandırmıştır. Tanıma kararının duyulması üzerine Yahudiler, hemen bir takım
hazırlıklara girişmişlerdir. Bu arada bazı zengin Museviler, İsrail
konsolosluğu yapmak üzere Gümüşsuyundaki Alman sefarethanesini satın almak için
teşebbüslere girişmişlerdir. İlh…”
Eskişehr’in Farmason Meb’ûsu Prof.
Dr. Yavuz Abadan da, CHP’nin nâşir-i efkârı Ulus’ta
neşredilen İsrâil’in tanınması hakkındaki başmakâlesinde, tanıma karârını
isâbetli buluyor ve İsrâil’le yakın münâsebet têsîsini temennî ediyordu:
“İsrail devletinin fi’len teşekkülü
üzerinden hayli zaman geçtiği halde hükûmetimizin şimdiye kadar onu resmî
surette tanımakta gecikmesi, Arap âlemine karşı beslemekte devam ettiğimiz
sevgi ve saygı duygularının en şaşmaz delilidir. […]
“Diğer yandan yeni İsrail Devletinin
Türkiye ile münasebetlerinde de aynı sempati ve anlayış duygularının hâkim
olacağını ummak istiyoruz. Başbakan ve Dışişleri Bakanı dahil olmak üzere yeni
İsrail kabinesinde üç Bakanın Türkiyede hukuk tahsili yapmış, dolayısiyle
memleket ve halkımızı yakından tanıma fırsatını kazanmış kimseler olması, bu
ümidimizi kuvvetlendirmektedir.” (Yavuz Abadan, “İsrail’in tanınması”, Ulus, 30 Mart 1949.)
(Cumhuriyet, 29.3.1949, s. 1)
Patron ve Başmuharririnin Farmason Nadir Nadi olduğu Cumhuriyet gazetesi, 29 Mart 1949
târihli nüshasında, “Millî Şef” iktidârının İsrâil’i resmen tanıma karârını
sempatik bir resmin refâkatinde manşet haber yapmıştı….
“Kemalist Türkiye”nin “Millî Şef” Hükûmeti, jenosidci İsrâil
Devleti’ni tanıyan Karârnâmeyi 24 Mart 1949’da imzâladı; bunun haberi 28 Mart
1949’da gazetelere aksetti; Karârnâme 1 Nisan 1949 târihli Resmî Gazete’de intişâr
ederek mer’iyete girdi…
Birinci Cihân Harbi’nde Filistin
Cephesinde şehîd düşen on binlerce Mehmedcik, Rabb’imize onlar hakkında acabâ
hangi duâyı yapıyorlar?
***
Filistin Uzlaştırma
Komisyonu’nda 33 Dereceli Farmason bir Sabataî: Hüseyin Cahid Yalçın
Birleşmiş Milletler Umûmî Hey’eti, 11 Aralık 1948 târihli
toplantısında, Filistinli mültecîlerin evlerine dönebilmelerini, dönmek
istemezlerse kendilerine arâzîleri için tazmînât ödenmesini, Kudüs’e milletler
arası statü tanınmasını ve mukaddes mekânların korunmasını karâra bağlamıştı
(194/III sayılı karâr). Yine bu karâra nazaran, BMT Arabulucusunun (17 Eylûl
1948’de Siyonistler tarafından alçakça katledilen BMT Arabulucusu İsveçli Kont
Bernadotte ile Fransız Yardımcısı Miralay Serot’nun) vazîfesini üzerine alacak
üç âzâlı bir Filistin Uzlaştırma Komisyonu teşkîl edilecek, âzâlar Fransa,
Türkiye ve ABD tarafından tâyîn edilecekti.
Mezkûr Komisyona, Fransa’dan Claude
Bréart de Boisanger, ABD’den Mark Ethridge tâyîn edilmişti. “Millî Şef”in bu işe Türkiye’den lâyık
gördüğü şahıs ise, kendisinin yakın çevresinden, o esnâda İstanbul Millet
Vekîli ve Ulus Başmuharriri olan
Hüseyin Cahid Yalçın’dı. (United Nations, “The Question of Palestine”; https://www.un.org/unispal/document/auto-insert-211969/; 29.10.2024)
Gazeteci, edebî muharrir, mütercim, siyâsetci, nâşir, fikir
adamı, İttihâdcı, Fanatik Kemalist, Siyonizm destekcisi, Türkiye Meşrik-i
Âzamı’nın müessis kadrosundan 33 Dereceli Farmason, Müslümanlığın ve Allâh
akîdesinin en yaman hasımlarından Hüseyin Cahid Yalçın…
Sabataî (Yâkubî) Cemâatinin, sînesinden çıkardığı belki en
kudretli kalem… Türkceyi fevkalâde mâhirâne kullanıyordu. Kalemi, ömrünün seyri
içinde, her geçen gün biraz daha fazla kıvraklaşmış, bir o kadar da
mütecâvizleşmişti. Türklerin içinde dahi, kalemini bu kadar têsîrli kullanan
bir gazete muharriri zor bulunur! Velhâsıl, bâtıl fikirlerini altın kupada
sunmayı biliyordu…
Kabına sığmaz mizâcı sebebiyle, zaman zaman Mustafa Kemâl’in
fiskesini yediyse de, bunlara takılıp kalmadı ve Kemalist Totaliter Rejimin
nîmetlerinden de istifâde ederek, kılıçtan keskin kalemini Kemalizmin hizmetine
verdi… (“Mustafa Kemâl’in Havradaki Resmî Cenâze Âyini”, Yeni Söz, 14.8.2022/11’den)
Elimizde, Hüseyin Cahid Yalçın’ın, kendi gizli hüviyetini
ifşâ edercesine kaleme aldığı iki makâlesi bulunuyor:
Birincisi, “Millî Şef” Hükûmeti nâmına kaleme aldığı ve
Başmuharriri olduğu Yeni Sabah gazetesinin 24 Ocak 1939 târihli
nüshasında (ss. 1 ve 3) neşredilen “Yahudi Mes’elesi” başlıklı makâlesi… (Tam
metin hâlinde “Mustafa Kemâl’in Havradaki Resmî Cenâze Âyini” içinde neşrettik:
Yeni Söz, 7.9.2022/35)
İkincisi, Lakhovsky’den tercüme ettiği bir Yahûdi
Müdâfaanâmesi: “Bir Fâcianın Destanı”… Bu makâlesi de, aynı Cemâatin
güzîdelerinden Sedat Simavi’nin haftalık Yedigün mecmûasının 23 Ocak
1940 târihli nüshasında (No 359, s. 4) neşredilmiştir. (Yine tam metin hâlinde,
“Mustafa Kemâl’in Havradaki Resmî Cenâze Âyini”, Yeni Söz, 5.9.2022/33’te)
Hüseyin Cahid Yalçın’ın, her iki makâlesinde de, Yahûdileri
sâhiblenir ve onların haklarını müdâfaa ederken, ırkî bir taassubla, ifrâta
kaçtığı ibretle müşâhede ediliyor…
“Tercüme” olarak takdîm ettiği makâlede, bizi “Yahûdi
dehâsı”na inandırmıya çalışıyor… Peş peşe, fâhiş mübâlağalarla dolu iddiâlar:
“Almanyada en meşhur âlimler yahudi idiler… [Almanyalılar
arasında] Nobel mükâfatlarının hepsini yahudi âlimleri aldılar… Alman
kültürünün ve ilminin büyüklüğünü, sanayi ve ticaretinin terakkisini, büyük
kısmı itibarile, yahudiler temin etmişlerdir… Bütün kimya, bütün eczacılık,
bütün fizik âletleri vesaire, bizde yahudiler tarafından vücude getirilmiştir…
Yirminci ve ondokuzuncu asırdaki Alman refah ve saadetini yahudi dehasına
borçluyuz… Ah şimdi Alman Üniversitelerinin halini bir görseniz!
Üniversitelerimizi katî bir zulmet kapladı; anfiteatrlar âdeta bomboş; dünyayı
heyecana veren Alman keşifleri, Alman ilminin yenilikleri artık bitti… İlh…”
Hâlbuki hakîkat bunun tam tersidir: Almanya’da ve sâir Avrupa
memleketlerinde Yahûdiler medenî seviyeyi yükseltecek îcâd ve keşiflerde
bulunabildilerse, bunu, evvelemirde, Alman ve Avrupa kültürlerine medyûndurlar.
O müsâid kültür vasatı olmasaydı, Şark Yahûdileri gibi hurâfelere boğulmuş
olarak yaşamıya devâm ederlerdi. Nitekim bu berikileri de Alliance Israélite’in
Avrupa’daki gelişmiş Müsbet İlimlere muvâfık müfredât programları tâkîb eden
mektebleri uyandırmış ve Avrupa’daki milletdaşlarının seviyesine ulaştırmıştır…
“Yahûdi mes’elesi” hakkında kendisinin ve “Millî Şef” Hükûmetinin
noktainazarını ifâde etmek üzere kaleme aldığı makâlede ise, Yahûdi
aleyhdârlığını, “iki bin senelik bir taassubun şuûr altındaki düşmanlıkları”
ile îzâh etmiye çalışıyor…
Peşîn hüküm mahsûlü basît bir “îzâh” şekli! (Bernard
Lazare’ın yaptığı gibi) objektif bir araştırmayle, hakîkî sebebleri tesbît
tavrı yok! Tek taraflı olarak, bütün Yahûdiler, her tarafta ve her zaman mâsûm;
hep başkaları onlara zulmediyor! Ve bu da durup dururken oluyor: Onlara karşı
şuûr altına yerleşmiş bir düşmanlık hissi varmış ve zaman zaman bu his galeyâna
geliyor, zulüm fiilleri doğuruyormuş!
Başka topluluklara yapılan muazzam zulümleri es geçmek ve
daha mühimmi, kendi milletinin yaptığı zulümlere gözlerini kapamak, hattâ
onları mâzûr göstermiye çalışmak, buna mukâbil, durmadan, her fırsatta, bire
bin katarak, bitmez tükenmez bir “ezelî-ebedî mazlûm” edebiyâtı yapmak… Bir
Hakîkat arayıcısının ancak esefle karşılıyacağı hâller! (“Mustafa Kemâl’in Havradaki Resmî
Cenâze Âyini”, Yeni Söz,
9.9.2022/36’dan)
Filistin Uzlaştırma
Komisyonu’nda Hüseyin Cahit Yalçın’a iki müşâvir refâkat ediyordu: Orhan Eralp
ve Tarık Emin Yenisey… (Dr. Arda Baş, “Filistin Uzlaştırma Komisyonu ve
Türkiye”, Tarih Dergisi, İstanbul, 2019/1, sayı
69, ss. 135-168)
Yalçın’ın müşâvirlerinden
Orhan Eralp (İzmir, 1915 – İstanbul, 6.6.1994), Manastırlı, Harbiye mêzûnu,
muhtelif askerî vazîfelerden sonra “Mutlak Şef” tarafından iki devre (III. Devre -1927 /
1931- ve IV. Devre -1931 / 1935-) Meb’ûs
(Aydın ve Bursa Meb’ûsu) tâyîn edilmiş Emin Fikri Eralp’in (Manastır, 1883 –
Ankara, 13.12.1934, Cebeci Asrî Mez.) oğlu, Kemalist Meclis’in Reîsi General
Kâzım Özalp’in amcazâdesidir ve bilâhare Büyük Elçilik, Hâriciye Vekâleti
Müsteşârlığı ve NATO Dâimî Temsîlciliği yapmıştır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Orhan_Eralp; 29.10.2024; TBMM Albümü, c. 1: 1920-1950, Ankara:
TBMM Yl., Haziran 2010, ss. 136 ve 193; Son
Posta, 14.12.1934, s. 1)
Orhan Eralp’in
amcazâdesi, Mustafa Kemâl’in yakın muhîtine mensûb General Kâzım Özalp, “Büyük
Şef”iyle aynı Locada (Selânik Maçedônya Risôrta Locası’nda), fakat ondan iki
sene sonra (29 Aralık 1909’da) tekrîs edilmişti (Seyhun Tunaşar, Mimar
Sinan, 2002/126:
22) 1931 senesinde, kendisine 33. Derece tevcîh edilmiştir. (-Üstâd-ı Âzam
Kemalettin- Apak 1958: 59)