Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​YAHÛDİLİK-MASONLUK MÜNÂSEBETİ (107)

İsrâil’in emperyalist, ‘genişlemeci, mütecâviz’ bir Devlet

Filistin ve Siyonizm mes’eleleri, Arablarla Siyonistler arasında bir mes’ele olmaktan evvel bizimle Siyonizm arasındaki bir mes’eledir; zîrâ, Osmanlı Vatanının bir parçası olan Filistin, 19-20 Eylûl 1918’de Filistin Cephesinde yaşanan büyük ihânet, onu tâkîb eden 30 Ekim 1918 Mondros Mütârekesi ve sonrasındaki entrikalarla (Kemalizmin liderliğinde şikeli “İstiklâl Harbi”, “Sevr Muâhedesi” tiyatrosu, v.s.) bizden koparılmıştır. Hiç şüphesiz, Filistin’le Türkiye aynı kaderi paylaşıyorlar!

ys_a4c2b55c343ee75dba7b3bb57e4aaf03.jpg

Sabataî-Mason nüfûzu altındaki matbûât da tabiî olarak İsrâil sempatizanı

Sabataî muharrir, şâir, siyâsetci Celâl Sahir Erozan’ın kızı Berrin Hanım ile evli, Farmason gazete patronu ve muharriri Nadir Nadi’nin Cumhuriyet gazetesi, 29 Mart 1949 târihli nüshasında, “Millî Şef” iktidârının İsrâil’i resmen tanıma karârını sempatik bir resmin refâkatinde manşet haber yapıyor ve manşet altına karâr lehinde bir yorum ilâve ediyordu. Buna göre, Türkiye, İsrâil’i tanımakta gec bile kalmıştır; gecikmenin sebebi de “Arab Âleminin hislerine karşı gösterdiği müstesnâ teveccühdür”:

“Arab hükûmetlerinin hemen hepsi İsrail hükûmeti ile mütarekeler yapmak, yahud yapmağa karar vermek suretile bu devleti zımnen veya sarahaten tanımış bulunuyorlar. Hükûmetimizin İsraili tanımak hususunda şimdiye kadar gecikmesi, Arab âleminin hislerine karşı müstesna bir teveccüh teşkil etmektedir. Arab âlemi bizim kapı komşumuzdur ve biz İsraili tanımak hususunda bu âleme tekaddüm etmemek, bilâkis, onun mütareke yapmasına ve durumu tanımasına kadar beklemekle Arab komşularımıza karşı beslediğimiz sevgi ve saygıyı belirtmiş bulunuyoruz. Bunun Arab dostlarımız ve komşularımız tarafından takdir olunacağını umar, İsrail devletinin de Orta Şarkta bir genişleme ve tecâvüz unsuru değil, fakat sulh ve sükûn âmili olmasını temenni ederiz.”

Gazete, son cümlesiyle, dolaylı olarak, İsrâil’in emperyalist, “genişlemeci, mütecâviz” bir Devlet olduğunu îtirâf ediyor… Bu vasıfları biline biline yine de o Devlet tanınıyor! Kemalizm, Siyonizmle bu kadar sıkı fıkı dosttur!

Dîğer taraftan, Filistin ve Siyonizm mes’eleleri, Arablarla Siyonistler arasında bir mes’ele olmaktan evvel bizimle Siyonizm arasındaki bir mes’eledir; zîrâ, Osmanlı Vatanının bir parçası olan Filistin, 19-20 Eylûl 1918’de Filistin Cephesinde yaşanan büyük ihânet, onu tâkîb eden 30 Ekim 1918 Mondros Mütârekesi ve sonrasındaki entrikalarla (Kemalizmin liderliğinde şikeli “İstiklâl Harbi”, “Sevr Muâhedesi” tiyatrosu, v.s.) bizden koparılmıştır. Hiç şüphesiz, Filistin’le Türkiye aynı kaderi paylaşıyorlar! Siyonizme kaptırılmış Filistin de, “Kemalist Türkiye” de hep aynı beynelmilel entrikaların mahsûlüdür. Bu araştırmamız, bu vâıkaları kâfî derecede isbât etmiş bulunuyor…

Cumhuriyet’tin 30 Mart 1949 târihli nüshasında (s. 1) bir başka haber dikkati çekiyor:

“Türkiyenin İsrail devletini tanımağa karar vermesi, şehrimizdeki [İstanbul’daki] Yahudiler arasında büyük bir sevinç ve memnunluk uyandırmıştır. Tanıma kararının duyulması üzerine Yahudiler, hemen bir takım hazırlıklara girişmişlerdir. Bu arada bazı zengin Museviler, İsrail konsolosluğu yapmak üzere Gümüşsuyundaki Alman sefarethanesini satın almak için teşebbüslere girişmişlerdir. İlh…”

Eskişehr’in Farmason Meb’ûsu Prof. Dr. Yavuz Abadan da, CHP’nin nâşir-i efkârı Ulus’ta neşredilen İsrâil’in tanınması hakkındaki başmakâlesinde, tanıma karârını isâbetli buluyor ve İsrâil’le yakın münâsebet têsîsini temennî ediyordu:

“İsrail devletinin fi’len teşekkülü üzerinden hayli zaman geçtiği halde hükûmetimizin şimdiye kadar onu resmî surette tanımakta gecikmesi, Arap âlemine karşı beslemekte devam ettiğimiz sevgi ve saygı duygularının en şaşmaz delilidir. […]

“Diğer yandan yeni İsrail Devletinin Türkiye ile münasebetlerinde de aynı sempati ve anlayış duygularının hâkim olacağını ummak istiyoruz. Başbakan ve Dışişleri Bakanı dahil olmak üzere yeni İsrail kabinesinde üç Bakanın Türkiyede hukuk tahsili yapmış, dolayısiyle memleket ve halkımızı yakından tanıma fırsatını kazanmış kimseler olması, bu ümidimizi kuvvetlendirmektedir.” (Yavuz Abadan, “İsrail’in tanınması”, Ulus, 30 Mart 1949.)

(Cumhuriyet, 29.3.1949, s. 1)

Patron ve Başmuharririnin Farmason Nadir Nadi olduğu Cumhuriyet gazetesi, 29 Mart 1949 târihli nüshasında, “Millî Şef” iktidârının İsrâil’i resmen tanıma karârını sempatik bir resmin refâkatinde manşet haber yapmıştı….

“Kemalist Türkiye”nin “Millî Şef” Hükûmeti, jenosidci İsrâil Devleti’ni tanıyan Karârnâmeyi 24 Mart 1949’da imzâladı; bunun haberi 28 Mart 1949’da gazetelere aksetti; Karârnâme 1 Nisan 1949 târihli Resmî Gazete’de intişâr ederek mer’iyete girdi…

Birinci Cihân Harbi’nde Filistin Cephesinde şehîd düşen on binlerce Mehmedcik, Rabb’imize onlar hakkında acabâ hangi duâyı yapıyorlar?

***

Filistin Uzlaştırma Komisyonu’nda 33 Dereceli Farmason bir Sabataî: Hüseyin Cahid Yalçın

Birleşmiş Milletler Umûmî Hey’eti, 11 Aralık 1948 târihli toplantısında, Filistinli mültecîlerin evlerine dönebilmelerini, dönmek istemezlerse kendilerine arâzîleri için tazmînât ödenmesini, Kudüs’e milletler arası statü tanınmasını ve mukaddes mekânların korunmasını karâra bağlamıştı (194/III sayılı karâr). Yine bu karâra nazaran, BMT Arabulucusunun (17 Eylûl 1948’de Siyonistler tarafından alçakça katledilen BMT Arabulucusu İsveçli Kont Bernadotte ile Fransız Yardımcısı Miralay Serot’nun) vazîfesini üzerine alacak üç âzâlı bir Filistin Uzlaştırma Komisyonu teşkîl edilecek, âzâlar Fransa, Türkiye ve ABD tarafından tâyîn edilecekti.

Mezkûr Komisyona, Fransa’dan Claude Bréart de Boisanger, ABD’den Mark Ethridge tâyîn edilmişti. “Millî Şef”in bu işe Türkiye’den lâyık gördüğü şahıs ise, kendisinin yakın çevresinden, o esnâda İstanbul Millet Vekîli ve Ulus Başmuharriri olan Hüseyin Cahid Yalçın’dı. (United Nations, “The Question of Palestine”; https://www.un.org/unispal/document/auto-insert-211969/; 29.10.2024)

Gazeteci, edebî muharrir, mütercim, siyâsetci, nâşir, fikir adamı, İttihâdcı, Fanatik Kemalist, Siyonizm destekcisi, Türkiye Meşrik-i Âzamı’nın müessis kadrosundan 33 Dereceli Farmason, Müslümanlığın ve Allâh akîdesinin en yaman hasımlarından Hüseyin Cahid Yalçın…

Sabataî (Yâkubî) Cemâatinin, sînesinden çıkardığı belki en kudretli kalem… Türkceyi fevkalâde mâhirâne kullanıyordu. Kalemi, ömrünün seyri içinde, her geçen gün biraz daha fazla kıvraklaşmış, bir o kadar da mütecâvizleşmişti. Türklerin içinde dahi, kalemini bu kadar têsîrli kullanan bir gazete muharriri zor bulunur! Velhâsıl, bâtıl fikirlerini altın kupada sunmayı biliyordu…

Kabına sığmaz mizâcı sebebiyle, zaman zaman Mustafa Kemâl’in fiskesini yediyse de, bunlara takılıp kalmadı ve Kemalist Totaliter Rejimin nîmetlerinden de istifâde ederek, kılıçtan keskin kalemini Kemalizmin hizmetine verdi… (“Mustafa Kemâl’in Havradaki Resmî Cenâze Âyini”, Yeni Söz, 14.8.2022/11’den)

Elimizde, Hüseyin Cahid Yalçın’ın, kendi gizli hüviyetini ifşâ edercesine kaleme aldığı iki makâlesi bulunuyor:

Birincisi, “Millî Şef” Hükûmeti nâmına kaleme aldığı ve Başmuharriri olduğu Yeni Sabah gazetesinin 24 Ocak 1939 târihli nüshasında (ss. 1 ve 3) neşredilen “Yahudi Mes’elesi” başlıklı makâlesi… (Tam metin hâlinde “Mustafa Kemâl’in Havradaki Resmî Cenâze Âyini” içinde neşrettik: Yeni Söz, 7.9.2022/35)

İkincisi, Lakhovsky’den tercüme ettiği bir Yahûdi Müdâfaanâmesi: “Bir Fâcianın Destanı”… Bu makâlesi de, aynı Cemâatin güzîdelerinden Sedat Simavi’nin haftalık Yedigün mecmûasının 23 Ocak 1940 târihli nüshasında (No 359, s. 4) neşredilmiştir. (Yine tam metin hâlinde, “Mustafa Kemâl’in Havradaki Resmî Cenâze Âyini”, Yeni Söz, 5.9.2022/33’te)

Hüseyin Cahid Yalçın’ın, her iki makâlesinde de, Yahûdileri sâhiblenir ve onların haklarını müdâfaa ederken, ırkî bir taassubla, ifrâta kaçtığı ibretle müşâhede ediliyor…

“Tercüme” olarak takdîm ettiği makâlede, bizi “Yahûdi dehâsı”na inandırmıya çalışıyor… Peş peşe, fâhiş mübâlağalarla dolu iddiâlar:

“Almanyada en meşhur âlimler yahudi idiler… [Almanyalılar arasında] Nobel mükâfatlarının hepsini yahudi âlimleri aldılar… Alman kültürünün ve ilminin büyüklüğünü, sanayi ve ticaretinin terakkisini, büyük kısmı itibarile, yahudiler temin etmişlerdir… Bütün kimya, bütün eczacılık, bütün fizik âletleri vesaire, bizde yahudiler tarafından vücude getirilmiştir… Yirminci ve ondokuzuncu asırdaki Alman refah ve saadetini yahudi dehasına borçluyuz… Ah şimdi Alman Üniversitelerinin halini bir görseniz! Üniversitelerimizi katî bir zulmet kapladı; anfiteatrlar âdeta bomboş; dünyayı heyecana veren Alman keşifleri, Alman ilminin yenilikleri artık bitti… İlh…”

Hâlbuki hakîkat bunun tam tersidir: Almanya’da ve sâir Avrupa memleketlerinde Yahûdiler medenî seviyeyi yükseltecek îcâd ve keşiflerde bulunabildilerse, bunu, evvelemirde, Alman ve Avrupa kültürlerine medyûndurlar. O müsâid kültür vasatı olmasaydı, Şark Yahûdileri gibi hurâfelere boğulmuş olarak yaşamıya devâm ederlerdi. Nitekim bu berikileri de Alliance Israélite’in Avrupa’daki gelişmiş Müsbet İlimlere muvâfık müfredât programları tâkîb eden mektebleri uyandırmış ve Avrupa’daki milletdaşlarının seviyesine ulaştırmıştır…

“Yahûdi mes’elesi” hakkında kendisinin ve “Millî Şef” Hükûmetinin noktainazarını ifâde etmek üzere kaleme aldığı makâlede ise, Yahûdi aleyhdârlığını, “iki bin senelik bir taassubun şuûr altındaki düşmanlıkları” ile îzâh etmiye çalışıyor…

Peşîn hüküm mahsûlü basît bir “îzâh” şekli! (Bernard Lazare’ın yaptığı gibi) objektif bir araştırmayle, hakîkî sebebleri tesbît tavrı yok! Tek taraflı olarak, bütün Yahûdiler, her tarafta ve her zaman mâsûm; hep başkaları onlara zulmediyor! Ve bu da durup dururken oluyor: Onlara karşı şuûr altına yerleşmiş bir düşmanlık hissi varmış ve zaman zaman bu his galeyâna geliyor, zulüm fiilleri doğuruyormuş!

Başka topluluklara yapılan muazzam zulümleri es geçmek ve daha mühimmi, kendi milletinin yaptığı zulümlere gözlerini kapamak, hattâ onları mâzûr göstermiye çalışmak, buna mukâbil, durmadan, her fırsatta, bire bin katarak, bitmez tükenmez bir “ezelî-ebedî mazlûm” edebiyâtı yapmak… Bir Hakîkat arayıcısının ancak esefle karşılıyacağı hâller! (“Mustafa Kemâl’in Havradaki Resmî Cenâze Âyini”, Yeni Söz, 9.9.2022/36’dan)

Filistin Uzlaştırma Komisyonu’nda Hüseyin Cahit Yalçın’a iki müşâvir refâkat ediyordu: Orhan Eralp ve Tarık Emin Yenisey… (Dr. Arda Baş, “Filistin Uzlaştırma Komisyonu ve Türkiye”, Tarih Dergisi, İstanbul, 2019/1, sayı 69, ss. 135-168)

Yalçın’ın müşâvirlerinden Orhan Eralp (İzmir, 1915 – İstanbul, 6.6.1994), Manastırlı, Harbiye mêzûnu, muhtelif askerî vazîfelerden sonra “Mutlak Şef” tarafından iki devre (III. Devre -1927 / 1931- ve IV. Devre -1931 / 1935-) Meb’ûs (Aydın ve Bursa Meb’ûsu) tâyîn edilmiş Emin Fikri Eralp’in (Manastır, 1883 – Ankara, 13.12.1934, Cebeci Asrî Mez.) oğlu, Kemalist Meclis’in Reîsi General Kâzım Özalp’in amcazâdesidir ve bilâhare Büyük Elçilik, Hâriciye Vekâleti Müsteşârlığı ve NATO Dâimî Temsîlciliği yapmıştır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Orhan_Eralp; 29.10.2024; TBMM Albümü, c. 1: 1920-1950, Ankara: TBMM Yl., Haziran 2010, ss. 136 ve 193; Son Posta, 14.12.1934, s. 1)

Orhan Eralp’in amcazâdesi, Mustafa Kemâl’in yakın muhîtine mensûb General Kâzım Özalp, “Büyük Şef”iyle aynı Locada (Selânik Maçedônya Risôrta Locası’nda), fakat ondan iki sene sonra (29 Aralık 1909’da) tekrîs edilmişti (Seyhun Tunaşar, Mimar Sinan, 2002/126: 22) 1931 senesinde, kendisine 33. Derece tevcîh edilmiştir. (-Üstâd-ı Âzam Kemalettin- Apak 1958: 59)