Yahudilik-Masonluk münasebeti (102)
Siyonistler, Filistin’in %80’ini yutuyor
İlk
ânda, Siyonistlerin, kendilerinden kat kat üstün bir Arab Ordusuyle savaşıp onu
mağlûb ettikleri zannedilebilir. Hakîkatte ise, Mısır, Sûriye, Ürdün, Lübnan ve
Îrân’ın sâhaya sürdükleri muhârib sayısı sâdece 22 bin iken, aynı sayı,
Siyonistler için 65 bindi. Üstelik, Siyonistler silâh bakımından da üstün
vazıyetteydi ve Beynelmilel Siyonizmin ve birçok büyük Devletin desteğine
sâhibdi. Tek merkezden idâre edilmiyen, birlikde hareket edemiyen, kendi
aralarında da çekişen Arab kuvvetleri, bu bakımdan dahi dezavantajlı vazıyette
idiler.
“Truman recevant une hanoukkia des mains du premier ministre israélien David Ben Gourion (au centre). À droite se trouve Abba Eban, l’ambassadeur israélien aux États-Unis. (Truman, -resimde ortada yer alan- İsrâil Başvekîli David Ben Guryon tarafından takdîm edilen hanukyayı alırken. Resmin sağındaki İsrâil’in Amerika Sefîri Abba Eban’dır.)” (https://fr.wikipedia.org/wiki/Harry_S._Truman; 6.9.2024)
Amerika’nın 33 Dereceli Farmason ve Üstâd-ı Âzam
Cumhûr Reîsi Harry S. Truman, entrikalarla, BMT Umûmî Hey’etinden Filistin’in
paylaştırılması karârını çıkarttırdıktan sonra, 14 Mayıs 1948’de istiklâlini
îlân eden İsrâil Devleti’ni tanımakta da büyük bir telâş gösterdi; onu fiilen (de facto) 11 dakîka sonra tanıdı…
Kapitalist Amerika’yı Stalin’in Bolşevik Rusya’sı tâkîb ederek, o da ikinci
sırada yerini aldı… Müteâkiben, Truman,
İsrâil Devleti’ni hukûken de (de
jure) tanıyan karârnâmeyi, 31 Ocak 1941’de, münhasıran, Bene Berit
Masonluğunun üç temsîlcisinin huzûrunda imzâladı…
***
İlk Arab – İsrâil
Harbi: Siyonistler, Filistin’in %80’ini yutuyor ve “Nil’den Fırat’a kadar”
bütün topraklara göz dikiyor
1947 Kasım
sonundan 1948 Mayıs ortasına kadar Filistin’de Müslümanlarla Siyonistler
arasında cereyân eden kanlı çatışmalar sebebiyle Filistinlilerin topyekûn yok
olma tehlikesine mârûz kalmaları üzerine, Arab Birliği Umûmî Kâtibi, BMT Umûmî
Kâtibine, Filistinlilerin hayâtını korumak için Arab Devletlerinin müdâhaleye
mecbûr olduklarını bildirdi (Garaudy 1983: 63); böylece 15 Mayıs 1948’de ilk
Arab – İsrâil Harbi başladı ve fâsılalarla 6 Ocak 1949’a kadar sürdü. [Bununla
berâber, mevziî çatışmalar bundan sonra da aylarca devâm etti ve Arab
Devletleriyle ayrı ayrı mütârekeler, 1949’un Şubat ilâ Temmuz aylarında
akdedildi. “Millî Şef” Hükûmeti, 24 Mart 1949’da İsrâil’i tanıdığında, hâlâ
–meselâ Lût Gölü civârında- çatışmalar cereyân etmekte idi… (Akşam, 19
Mart 1949, s. 1.)] BMT Güvenlik Konseyi’nin müdâhalesiyle birkaç def’a
mütârekelerle inkıtaa uğrayıp sonra tekrâr başlıyan muhârebeler toplamda 60 gün
cereyân etti. Mütârekeler, hep İsrâil’in lehine oldu ve her seferinde
toparlanıp daha büyük bir kuvvetle taarruza geçmesine imkân verdi. Meselâ
mütâreke sonrası 8 Temmuz 1948’de çatışmalar tekrâr başladığında, kendilerine
katılan yeni muhâcirlerle, Siyonist muhâriblerin sayısı iki katına çıkmıştı. Bu
meyânda Komünist Blokundan büyük silâh yardımı görmüşlerdi. Yeni silâhlarının
başlıca kaynağı Komünist Çekoslovakya idi. (Perrin 2000)
İlk ânda, Siyonistlerin,
kendilerinden kat kat üstün bir Arab Ordusuyle savaşıp onu mağlûb ettikleri
zannedilebilir. Hakîkatte ise, Mısır, Sûriye, Ürdün, Lübnan ve Îrân’ın sâhaya
sürdükleri muhârib sayısı sâdece 22 bin iken, aynı sayı, Siyonistler için 65
bindi. Üstelik, Siyonistler silâh bakımından da üstün vazıyetteydi ve
Beynelmilel Siyonizmin ve birçok büyük Devletin desteğine sâhibdi. Tek
merkezden idâre edilmiyen, birlikde hareket edemiyen, kendi aralarında da
çekişen Arab kuvvetleri, bu bakımdan dahi dezavantajlı vazıyette idiler.
(Garaudy 1983: 157; Perrin 2000)
Bütün Filistin halkı dahi, öylesine
teşkîlâtsız, başsız bir hâldeydi ki 15 Mayıs 1948’de İngiliz Manda İdâresi sona
erdiğinde, onun yerini alacak bir merkezî otorite têsîs edemediler…
Netîce olarak, Harbden Siyonistler
muzaffer çıktılar. “Filistin Eretz İsrâil’i” ve onu tâkîb edecek “Büyük Eretz
İsrâil” istikâmetinde, muazzam bir mesâfe kat’etmişler, arâzîlerini %45
nisbetinde genişleterek Filistin topraklarının %80’ini yutmuşlar, bu meyânda,
1948’de mevcûd olan 475 Arab köyünden 385’ini yok etmişler, 700 ilâ 800 bin
civârında Filistinliyi vatanlarından kaçırtmışlar, onları komşu memleketlerde
sığıntı vazıyetine düşürmüşlerdi. (Perrin 2000) 1951’de, “kayıdlı mültecî
sayısı, bir milyona ulaşmıştı”. (BMT Mültecîlere Yardım Komisyonu’nun Raporu;
Dr. Arda Baş, “Filistin Uzlaştırma Komisyonu ve Türkiye”, Tarih
Dergisi, İstanbul, 2019/1, sayı 69, ss. 155) Filistinli
muhâcirlerin pek çoğu, mahkûm edildikleri kötü hayât şartlarına tahammül
edemiyerek can verecekdir. Siyonistler, Filistinlilerin katliâmdan kaçarak
terkettikleri toprakları derhâl kendi muhâcirlerine tahsîs ettiler ve kaçan
Filistinlilerin (beynelmilel hukûk umdelerine ve BMT Karârlarına rağmen) bir
daha vatanlarına dönmelerine müsâade etmediler.
Kimse Siyonistlerden hesâb soramıyor
Bütün dünyâda öylesine bir kudret
seviyesine ulaştılar ki cinâyetleri hep yanlarına kâr kalıyor! Filistinliler,
Müslümanlar zâten hesâba girmiyor! Lâkin 22 Temmuz 1946’da King David Oteli’ne
bomba koyup yüzden fazla insanı katlediyorlar da İngilizlerden mukâbele
görmüyorlar! 17 Eylûl 1948’de BMT Arabulucusu İsveçli Kont Bernadotte ile
Fransız Yardımcısı Miralay Serot‘yu katlediyorlar, yine cezâsız kalıyorlar!
(Garaudy 1983: 63-64) Bu iki kurbanın “kabâhati” de, Filistinli muhâcirlerin
dramına dikkat çekmeleri, onların vatanlarına dönme haklarını vurgulamaları ve
iki muhtâr Devletten müteşekkil tek bir Filistin Devleti’ni hâl çâresi olarak
teklîf etmeleriydi. (Perrin 2000) Bu insanlar, BMT’nin şahsında bütün dünyâyı
temsîl ediyorlardı. Binâenaleyh onları katletmek, bütün dünyâya meydan okumak
demekdir. Bu kadar küstâhlaştılar!
“Bağdâd’dan Cezâyir’e uzanan bütün
toprakları bir haftada fethedebilirlermiş”
1948 Felâketiyle defter kapanmıyacak,
Siyonistlerin Filistinli jenosidi siyâseti de, “Nil’den Fırat’a kadar”
genişleme siyâseti de hep tatbîkâtta olacak, günümüze kadar sürüp gelecekdir.
1982’ye gelindiğinde, Filistin’in %93’ünü işgâl etmiş bulunuyorlardı. (Garaudy
1983: 129) Hâlen dahi Filistinli vatanını kemirmiye devâm ediyorlar… Bu
meyânda, 1982 Oded Yinon Planı çerçevesinde, bütün Orta-Şark’ı birbirine
düşürerek harâbeye çevirdiler. Amerika ve Avrupa’nın desteğiyle de, paramparça
olmuş, çökmüş bu memleketleri ilk fırsatta yutmaları zor olmıyacaktır.
Milletimizin gafleti devâm ederse, pek de uzak olmıyan bir âtîde Toroslar’a
dayanmaları işten bile değildir. Hattâ bizi birbirimize düşürüp Memleketimizi
paramparça etmeleri de mümkündür. Son yirmi senede def’alarca uçurumun
eşiğinden dönmedik mi? Başından beri PKK’nın, Mayıs –Temmuz 2013 Gezi Parkı
Hâdiseleriyle Türkiye’yi karıştıranların, Fetullah Gülen’in ve 15 Temmuz 2016
Darbe Teşebbüsünün arkasındakiler acabâ kimlerdir?
Bizdeki
gâfiller, Siyonizmi, İsrâil’den ibâret sanadursunlar! Hâlbuki sırf İsrâil
olarak dahi, bütün Orta-Şark’ı ve Şimâlî Afrika’yı yutabilecek askerî üstünlüğe
sâhib olduklarını iddiâ ediyorlar! Nitekim Millî
Müdâfaa Vekîli (1981 – 1983), Hâriciye Vekîli (1998 – 1999), Başvekîl (2001 –
2006) General Ariel Şaron (1928 – 2014), İsrâil gazetesi Yediot
Aharonot’un 26 Temmuz 1973 târihli nüshasında açıkça öyle söylüyordu:
“İsrâil şimdi bir süper askerî
kuvvettir. Avrupa memleketlerinin bütün kuvvetlerinin toplamı, bizimkilerden
daha küçükdür. İsrâil, Hartum’dan Bağdâd’a ve Cezâyir’e kadar olan bölgeyi bir
haftada fethedebilir. (Israël est
maintenant une superpuissance militaire. Toutes les forces rassemblées des pays
européens sont moins grandes que les nôtres. Israël pourrait conquérir, en une
semaine, la région qui va de Karthoum à Bagdad et à l’Algérie.)” (Garaudy
1983: 187)