Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Ekim 2022

​Yağmuru sokakta karşılamak

Sokaktaki yağmuru evimizin içinde şemsiye açarak karşılıyoruz. Sonra çıkıp balkona bir güzel izliyoruz.

Bu da yetmezmiş gibi, çevremizdekilere dönerek; 'Bak, yağmur ne güzel yağıyor. Bak, ne güzel yağmur yağıyor. Bak, ne güzel yağıyor yağmur. Bak, yağmur yağıyor, ne güzel...' diye birbirinden afili, ancak hepsi aynı kapıya açılan edebiyat kokulu cümleler kullanıyoruz.

Yağmurun yağması, kelimenin aslına rücu etmesi gibi bir şey. Kelimenin kökü olan yağmak eyleminin vücut almış halidir yağmur. Yani yağmur, yağarak yapması gerekeni yapıyor.

Lakin ne yağmurun güzel yağması, ne güzel yağmurun yağması, ne yağmurun yağışındaki güzellik sanırım bizi pek de ilgilendirmiyor. Bizi yağmur ile ilgili ilgilendiren tek şey onu uzaktan seyretmek ve onun güzelliği üzerinden eylemin edebiyatını yapıyor olmak.

Yağmur dahi isim olarak kökündeki eylemin hakkını verirken, biz ise onun güzelliğinde ıslanmak ve yağmurun güzelliğini içimize çekmek yerine sadece onu izlemeyi tercih ediyoruz!

Sanırım, yani, öyle olsa gerek, tahminimce eylemin lezzetinden ziyade söylemin etkisine tav olduk. Yani, kesinlikle öyle olduk. Yoksa her yağmur yağdığında Arap kızı gibi camdan bakmak yerine çocukluğumuzdaki yağmurlar misali yalınayak altında ıslanmayı tercih etmeliydik.

Sahi, bu aralar, farkında mısınız bilmiyorum ama yağmurlar da bize küstü gibi! Eskiden bardaktan boşanırcasına yağan yağmurların yerini keyfi yettiğince yağan ve her yıl biraz daha geç gelen yağmurlar aldı. Mevsimin adı sadece sonbahar olarak kaldı. Yoksa bu durumda da mı bizim parmağımız var?

Neyse, konuyu iklim değişikliği, küresel ısınma, buzulların erimesi meselesine getirmeden yağmuru neden uzaktan sevmeye başladığımız konusuna dönelim.

Yağmur bile isminin kök hakkını verip yağma eylemini gerçekleştirmekten geri durmadan görevini yaparken, biz ismimizin, taşıdığımız misyonun, ortaya koyduğumuz vizyonun, ait olduğumuz kimliğin, temsil ettiğimiz düşüncenin, mensubu olduğumuz dinin, daha da ötesi insan oluşumuzun hakkını verip, gerekliliklerimizi yerine getirebiliyor muyuz? Yoksa yağmuru balkondan izler gibi, sahip olduğumuzu iddia ettiğimiz kavramların kök incelemesini sadece sözcüklerini hecelerine ayırmak olarak mı algılıyoruz?

Bize yapıştırılan etiketlerin varlığını henüz hesaba dâhil etmiyoruz bile!

Sözün gücü ile eylemin kudreti arasında kelimelerin rahatlığını tercih ederek 'gücümüzün yettiğince çalışıyoruz işte' edebiyatının arkasına tembelliğimizi gizleyerek içimizdeki dipsiz kuyuların dolmasını, yağmasını beklediğimiz yağmurlarla bekliyoruz. Ama olmuyor. Herkes evvela kendinden ve kendi sorumluluklarından sorumludur. Herkes kapısının önünü süpürsün derken bile kendi kapımızın önünü süpürmeden durumu nasıl geçiştireceğimizin planlarını yapıyoruz.

Kangren haline gelmiş polemik ve tartışmalarımızın da yağmuru camdan izlerken evin içinde şemsiye açmamızdan pek de farkı yok diye düşünüyorum. Evin içinde açtığımız şemsiye, bizi yağmurdan korumak yerine, ya duvarı çizecek, ya eşyalara zarar verecek, ya da lambanın kırılmasına neden olacaktır. Yerinde ve zamanında yapılmayan eylemin sonucu da böyle olmaya mahkûmdur.

Mangalda bırakmadığımız küllerin zamanla gözümüze kaçtığını ve yavaş yavaş kör olmaya başladığımızı dahi fark edemiyoruz.

Dil konuşunca, kalp susmaya başlar. Fiilden isim yaptığımız kelimeler, ne kadar aslını inkâr ederse etsin, kelimeye her bakan onun kökünü görecektir. O yüzden ağaç misali kökümüzden aldığımız güçle, özümüzü diri tutup, güzel olduğuna inandığımız ve bildiğimiz değerlerimiz için kelimeler ağından kurtularak yüklemli cümleleri eyleme geçirelim. Aksi takdirde bize yapıştırılan etiketlerin arkasında kalan benliğimiz küçülecek ve nihayetinde sadece etiketlerimiz ile bizi tanımlayacaklar.

Neyse Dostlar, yağmur sezonu açıldı ve yağmuru bir gün de sokakta şemsiyesiz karşılayın, derim. Vesselam.