Yağmuru sokakta karşılamak
Sokaktaki yağmuru evimizin içinde şemsiye açarak
karşılıyoruz. Sonra çıkıp balkona bir güzel izliyoruz.
Bu da yetmezmiş gibi, çevremizdekilere dönerek; 'Bak, yağmur ne güzel yağıyor. Bak, ne güzel
yağmur yağıyor. Bak, ne güzel yağıyor yağmur. Bak, yağmur yağıyor, ne güzel...'
diye birbirinden afili, ancak hepsi aynı kapıya açılan edebiyat kokulu
cümleler kullanıyoruz.
Yağmurun yağması, kelimenin aslına rücu etmesi gibi bir şey.
Kelimenin kökü olan yağmak eyleminin vücut almış halidir yağmur. Yani yağmur,
yağarak yapması gerekeni yapıyor.
Lakin ne yağmurun güzel yağması, ne güzel yağmurun yağması,
ne yağmurun yağışındaki güzellik sanırım bizi pek de ilgilendirmiyor. Bizi
yağmur ile ilgili ilgilendiren tek şey onu uzaktan seyretmek ve onun güzelliği
üzerinden eylemin edebiyatını yapıyor olmak.
Yağmur dahi isim olarak kökündeki eylemin hakkını verirken,
biz ise onun güzelliğinde ıslanmak ve yağmurun güzelliğini içimize çekmek
yerine sadece onu izlemeyi tercih ediyoruz!
Sanırım, yani, öyle olsa gerek, tahminimce eylemin
lezzetinden ziyade söylemin etkisine tav olduk. Yani, kesinlikle öyle olduk.
Yoksa her yağmur yağdığında Arap kızı gibi camdan bakmak yerine çocukluğumuzdaki
yağmurlar misali yalınayak altında ıslanmayı tercih etmeliydik.
Sahi, bu aralar, farkında mısınız bilmiyorum ama yağmurlar
da bize küstü gibi! Eskiden bardaktan boşanırcasına yağan yağmurların yerini
keyfi yettiğince yağan ve her yıl biraz daha geç gelen yağmurlar aldı. Mevsimin
adı sadece sonbahar olarak kaldı. Yoksa bu durumda da mı bizim parmağımız var?
Neyse, konuyu iklim değişikliği, küresel ısınma, buzulların
erimesi meselesine getirmeden yağmuru neden uzaktan sevmeye başladığımız konusuna
dönelim.
Yağmur bile isminin kök hakkını verip yağma eylemini
gerçekleştirmekten geri durmadan görevini yaparken, biz ismimizin, taşıdığımız
misyonun, ortaya koyduğumuz vizyonun, ait olduğumuz kimliğin, temsil ettiğimiz
düşüncenin, mensubu olduğumuz dinin, daha da ötesi insan oluşumuzun hakkını
verip, gerekliliklerimizi yerine getirebiliyor muyuz? Yoksa yağmuru balkondan
izler gibi, sahip olduğumuzu iddia ettiğimiz kavramların kök incelemesini
sadece sözcüklerini hecelerine ayırmak olarak mı algılıyoruz?
Bize yapıştırılan etiketlerin varlığını henüz hesaba dâhil
etmiyoruz bile!
Sözün gücü ile eylemin kudreti arasında kelimelerin
rahatlığını tercih ederek 'gücümüzün
yettiğince çalışıyoruz işte' edebiyatının arkasına tembelliğimizi
gizleyerek içimizdeki dipsiz kuyuların dolmasını, yağmasını beklediğimiz
yağmurlarla bekliyoruz. Ama olmuyor. Herkes evvela kendinden ve kendi
sorumluluklarından sorumludur. Herkes kapısının önünü süpürsün derken bile
kendi kapımızın önünü süpürmeden durumu nasıl geçiştireceğimizin planlarını
yapıyoruz.
Kangren haline gelmiş polemik ve tartışmalarımızın da
yağmuru camdan izlerken evin içinde şemsiye açmamızdan pek de farkı yok diye
düşünüyorum. Evin içinde açtığımız şemsiye, bizi yağmurdan korumak yerine, ya
duvarı çizecek, ya eşyalara zarar verecek, ya da lambanın kırılmasına neden
olacaktır. Yerinde ve zamanında yapılmayan eylemin sonucu da böyle olmaya
mahkûmdur.
Mangalda bırakmadığımız küllerin zamanla gözümüze kaçtığını
ve yavaş yavaş kör olmaya başladığımızı dahi fark edemiyoruz.
Dil konuşunca, kalp susmaya başlar. Fiilden isim yaptığımız
kelimeler, ne kadar aslını inkâr ederse etsin, kelimeye her bakan onun kökünü
görecektir. O yüzden ağaç misali kökümüzden aldığımız güçle, özümüzü diri tutup,
güzel olduğuna inandığımız ve bildiğimiz değerlerimiz için kelimeler ağından
kurtularak yüklemli cümleleri eyleme geçirelim. Aksi takdirde bize yapıştırılan
etiketlerin arkasında kalan benliğimiz küçülecek ve nihayetinde sadece etiketlerimiz
ile bizi tanımlayacaklar.
Neyse Dostlar, yağmur sezonu açıldı ve yağmuru bir gün de
sokakta şemsiyesiz karşılayın, derim. Vesselam.