Yâdında mı o günler?
Hatırat
okumayı sever misiniz? Kanaatimce belli bir yaşın üstünde olanların büyük
ekseriyeti, bu suale müspet cevap verirler. Olgunluk döneminin işaretidir hatıralara
düşkünlük. Son zamanlarda hatıra kitapları rağbet görüyor. Niçin? Çünkü adı
üstünde, hatırat. Yani hatıralar, yaşanmışlıklar. Herkesin yaşadıkları
kendisine göre önemlidir ama başkaları için de değerlidir. Hele edebî bir tat katılarak
o satırlar kaleme alınmışsa, zevkle, şevkle ve hevesle okunur.
İlk
kitabım 72 şair ve yazarımızın çocukluk anılarından oluşan Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları’dır. İlk göz ağrım, 1985
yılında yayımlandı ve ilgi gördü. Okullara tavsiye edilen ilk çalışmamdır.
Bugünlerde Ötüken Neşriyat’tan çıkan Yâdında
mı O Günler? kitabı da hatırat merkezli. İbrahim Özen’in eseri, emek ürünü
kıymetli bir araştırma. Burada “1950-1950 Yılları Arasında Yayımlanan
Hatıratlarda Siyasi, Sosyal ve Kültürel Hayat” anlatılıyor.
Özen,
“sunuş”un ilk satırlarında ‘hatırat’ı şöyle tarif ediyor: “Hatırat, yaşanan ve
şahit olunan olayların anlatıldığı benmerkezli bir edebî türdür. Hatıratı
günlük, biyografi, otobiyografi ve gezi yazısı gibi diğer otobiyografik
türlerden ayıran özelliklerden biri yazarın kendisi kadar yaşanan hayata
dikkatidir.” Yazarımız, “maziye yönelen hatırat yazarı”nın, kendi bakış
açısıyla devrinin şahitliğini yaptığını, bu durumun ise hatıratın ‘askerî,
siyasî, iktisadi, sosyal, kültürel ve edebî’ hadiselere ışık tutmasına imkân
sağladığını söylüyor.
Eser
“hatırat hakkında” sağlam malumatın verildiği “giriş”le başlıyor. Ardından
birinci bölümde “Hatıratın İzinde Siyasi Tarih” geliyor. İkinci kısım “Hatırat
ve Edebiyat” başlığını taşıyor. Son bölümde “Hatırata Yansıyan Sosyal Hayat”
başlığını görüyoruz.
Eserde
bugüne kadar üzerinde kısmen durulan hatıra türünün mahiyeti etraflıca anlatılıyor
ve ince bir hassasiyetle türün alaka görmesinin sebepleri üzerinde duruluyor.
Ben de ‘Yazı Editörlük ve Medya Kursu’mda, öğrencilere 50’ye yakın türü
anlatıyorum. Bakıyorum öğrencilerin en çok sevdiği türler arasında ‘hatıra’ başı
çekiyor. Diğer ödevleri ağırdan alanlar ‘hatıra vazifesi’ni zamanında yerine
getiriyor. Demek gençlerimiz, hatıra okuyup yazmayı seviyor.
Geçenlerde
bu köşede “60 yaşını geçen herkes hatıralarını yazmalıdır.” şeklinde bir
teklifte bulununca bazı dostlar bu çağrıma olumlu cevap verdi ve yazmaya
başladı. Yalnız hatıra yazmak biraz da mayınlı tarlada yürümek gibidir, bunu da
unutmamak gerek. Romanda muhayyel kahramanlar, devir ve hadiseler mevcuttur. Dilediğiniz
tarzda kurgulayabilirsiniz. Kimse sizi sorgulamaz. Ama hatıralarda ‘zülf-ü
yâre’ dokunursanız muaheze edilirsiniz. Sitemler de gelir eleştiriler de. Hatta
ipin ucunu kaçırmışsanız ve birilerini bilerek veya bilmeyerek suçlamışsanız
hakkınızda dava bile açılabilir. Bunun için hatırat yazarının temkinli ve
tedbirli olmasında bence fayda var.
Kitabımıza
dönelim. İbrahim Özen, 600 sayfalık bu kapsamlı eserinde hatıratı bütün
boyutlarıyla inceliyor. Cumhuriyet devrinin başlarında farklı edebî akımlara
mensup olan şair ve yazarların eserlerinden yola çıkarak bizi hatıralar
denizinde yüzdürüyor. Tabii Mehmet Kaplan gibi edebiyat otoritelerinin bu türe
dair kanaatleri de önümüze çıkıyor. Benim en çok ilgimi çeken bölümler,
‘Hatıratın Diğer Türlerle İlişkisi’nin tafsilatlı biçimde anlatıldığı sayfalar
oldu.
Hatıratın
‘otobiyografi’, ‘gezi yazısı’, ‘biyografi’, ‘portre’, ‘monografi’, ‘kurmaca
metinler’ yani hikâye, roman, tiyatro gibi edebî metinlerle münasebetleri, esaslı
bir şekilde inceleniyor. Aralarındaki farklar, yakınlıklar, zıtlıklar ve benzerlikler
doğru olarak tasnif ediliyor. “Hatıratın Tarih ve Edebiyat Araştırmalarındaki
Yeri” de son derece isabetli hükümlerle vurgulanıyor.
“Hatıratın
İzinde Siyasi Tarih”i okurken yapılan doğrularla yanlışları fark edebiliyoruz.
Yazar esasen bize, hatıra yazmanın doğru ve vazgeçilmez düsturlarını
gösteriyor. Dolayısıyla hatıra yazmaya karar verenler, bu esere uzak kalamaz. Zira
hatırat yazarken objektif davrananlar olduğu gibi, anılarını tamamen kendi
lehine bir üslup ile kaleme alanları da çok gördük. Hatırat, birine
kızdığımızda kaleme sarılıp zehir zemberek sözleri döktüreceğimiz ve hasmımızın
üstüne yalınkılıç hamle edeceğimiz bir savaş meydanı değil. Aynı zamanda
sevdiklerimize bol keseden ulufe dağıtacağımız, dostlarımıza cömertçe
iltifatlar yağdıracağımız bir tezkiye, yani aklama sahası da olmamalıdır. İnancımıza
göre biz, söylediğimiz her kelamdan, yazdığımız her satırdan mesulüz. Yanlış
yaparsak burada ve öte dünyada hesaba çekileceğiz. Öyleyle hatıralarımızı
hakkaniyet üzere yazmalıyız. Bu sıralarda hatıralarımı yazmaya başlamıştım. Yâdında mı O Günler kitabı, benim için iyi
bir kaynak oldu. “İyi bir hatırat nasıl yazılmalı?” sorusuna en doğru cevabı
burada bulabiliriz. “Benim hayatım roman. Roman yazamasam da hatıralarımı kitaplaştırayım.”
diye heveslenip kaleme sarılan dostlar, önce bu eseri alıp okumalıdır.