Ya tam zamanıysa…
Dualar, kabulü için zamanını, her çiçek mevsimini, her yolcu saatini
bekler. Bir ağaç, bir kuşa yuva olur; bir kuş kanatlarını açar. Yaşamak süresiz
ve sırlı bir yolculuktur. Ne zaman, ne gelir başına, bilemezsin.
Notalara rastgele vuruş, armonisiz müzik bozmaz mı ahengi? Rastgele
atılan her adım, söylenen her söz de öyle. Sevmek de. Hayat, kendi içinde kurulu bir düzene tabi değil mi?
İz, işaret arasak da çoğu kez görünmez. Ta uzakları görmek isteriz de göremeyiz.
Gözümüze ne çok engel takılır. Zihnimiz dağılır, fikrimiz şaşar. Hep güzel
yaşamak arzusudur bunlara sebep. Bazen de bilemeyiz başımıza geleni. Bizi bulan
ve bizimle olanın bize sağladığını anlamak derdine düşeriz. Düşeriz ama
düştüğümüz yerde kalırız. Zira hayat bir muamma değil midir? Bilmek merakına
yenilirsiniz. Yoklar acı bir endişe, içinize düşen soruları gün yüzüne
çıkarmaya korkmasanız bile çekinirsiniz. Niye şimdi?
Uzun yollara düşmek…Bu değil midir yaşamak? Hazırlık yapılmadan çıkılan yolların yolcusu… Biraz da böyledir
gönül yolcusu. Gönül, hâl-i pürmelâl. Anlayanı yoktur çoğu zaman. Ve geçer
vakti, bir soluklanma anı kadar gelir
ömür.
Nevzuhur ne varsa şaşırtır,
kalakalırız. Açıkçası birdenbire
olur, değişir hikâye. Oysa bir plana göre tasarlanan hikâye şimdi
bilinmeyen bir kalemin eseridir. Yaşanılanlar,
böyle düşünmemiştim, hiç aklımda
yoktu, dedirtir. Dokuz felekten geçip âlem-i zuhûra kavuşan yazgıyla başlayan hikâyenin şahıs kadrosuna girersin.
Seni, iradeni, fikrini elinden alır; felek bu ya bir topaç gibi çevirir. Kendinden geçersin,
yeni yollardan geçersin. Görüş açın değişir, yeni renkleri öğrenir, yeni sözler
söylersin, talim edersin dünyayı. Ağız, dil vermez hâle bile gelirsin.
Çekilirsin tenha köşelere. Sonra derin uykulardan uyanır gibi uyanırsın,
uyandırılırsın. Dilin çözülür, gözün açılır. Gönlün uzak mı uzak diyarlardan
gelen bir misafire mesken olur. “Gelmek’çün
ikinci bir hayata/Bir gün dönüş olsa âhiretten /Her ruh açılıp da kâinata/ Keyfince
semada bulsa mesken” diyordu Yahya
Kemal. Müşkül budur, bir mesken olmak veya bir meskene misafir. Tam zamanında
bulmak. Mümkün mü?
Yüz dökersin ama yük dökemezsin herkese. Dil dökersin ama içini
dökemezsin. Zamanı vardır, sabır en çetin derstir. İkmale kalıp durursun. Bir
kez daha cesaretini toplayıp çıkarsın yola. Düştüğün yerde değil, düşündüğün
yerde kalırsın. Duraklar öyle uzun olur ki sanki yol boyu. Yol belki durak
olur.
Art arda geliyor tüm
rastlantılar. Aynı anda çıkıyor söz, aynı anda hatırlıyor bir kalp bir kalbi.
Zamanı gelince olan oluyor.
Bir de hiç yoktan çekilen çileler yok mu? Okkanın altına girdiğin
zamanlardan kalan eziyetler ve aldığın
ders. Ders üstüne ders, dert üstüne dert. Dilini yakar sözler, çürür ağzında, söyleyemezsin.
“Ben hep yollar
düşledim/derin yollarda yürürken” diyen Hilmi Yavuz’a çok soru sorasım var. Ve Birhan
Keskin, “Ben, birlikte kıyıya
sürüklediğimiz kayıktan/
saflığımı ve sabrımı aldım
tek/kalanları kumsala göm sen de” derken, yenilerek mi çıkmıştı sahile? Ya da memnun
muydu bu yolculuktan? Onun sahile gömülmesini istedikleri sır mı, mahrem mi?
Peki, biz neyi, nereye gömeceğiz? İçimizde yer kaldı mı? İçimiz kırık hayaller
mezarlığı… Sebep ise zamansız ve isabetsiz tercihlerin yıkımı. Öyle miydi, biz
mi öyle yorumladık bu sahnesi ve dekoru yapboza dönen hayat oyununu. Şimdi kime
yanacağız bu derdi? Kimin göğsünde hıçkıra hıçkıra ağlayacak, kime sarılacağız?
İçte derinleşen yaralarımıza sabır kumaşından sargılar sarsak, merhemler sürsek
gözyaşlarımızdan. Onarmak mümkün olur mu? Evet, zamansızdı belki çok şey.
“Tam Zamanında Yaşamak” şiirinde Can
Yücel, bir hayat dersi sunuyordu: “Tam
zamanında açmalısın kapını/Hayatına girmek isteyenlere/Tam zamanında çıkarmalısın/Sevginden
şımarmaya başlayanları” Ah, bu kapılar, kanata kanata açılan kanatlı
kapılar… Bilemezsin ki içeri girenin ihanetini, bilemezsin ki içini oyarak seni
tüketişini. Yaşamak, biraz da acılara tutuna tutuna yürümek değil miydi?
Tam zamanında yaşamak, tam zamanında
karşılaşmak… Sen geçti, dersin; ona yeni başlamıştır saat. Can Yücel’in
dizelerinden alırsın dersini: “Tam
zamanında için titremeli/ Tam zamanında
âşık olmalı/Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü” Mevsimler bile
farklı gelir. Zamanı değilse bahar bile güz olur. Zamanı değilse ne yapsan söz
olur.
Değilse zamanı kışta yanarsın, yazda
üşürsün. Vur dalıma ey rüzgâr, içimdeki kuruyan yaprakları düşür. Mevsim geçti,
felek bu hayat oyununda çoğumuzu rastgele seçti. Yüzümüz mahcup, yükümüz
ağır çünkü zamansız açtı lale. Çare var mı bu hâle?
Biliyorum sevmek mevsimsiz olsa da geçti bahar derken dile geldi lale: “Ya tam
zamanıysa…”