"ya Ömer Allah'tan kork, ölüm var!"
Rivayet odur ki, Hz. Ömer (RA) halife olduktan sonra kendi parasıyla bir adam tutar. Bu adamın görevi günün belli saatinde gelerek Hz. Ömer’e: “Ya Ömer Allah’tan kork, ölüm var!” demektir. Hz. Ömer, bir gün adama artık görevinin bittiğini söyler. Nedenini sorduğunda ise “Bana Allah’tan korkmamı ve ölümün varlığını hatırlatacak ilk ak saçıma ve sakalıma düştü. Bugünden sonra bana ölümün habercisi olarak onlar kâfi.” der.
Peki bugün biz Allah'ı ve ölümü ne kadar hatırlıyoruz? Saçımıza ve sakalımıza ak mı düşmüyor veya bize ölümü hatırlatacak bir dostumuz mu yok? Aksi bir durum ise bu kadar rahatlığımızı ya da pervasızlığımızı nasıl izah edebiliriz? Konfor alanı dediğimiz daireden çıkmaya niçin bir türlü niyet etmiyoruz? Hepimiz “Bir şey yapmalı!” şarkısını mırıldanıyoruz ancak bir şey yapmak için eyleme geçmeye niyet dahi etmiyoruz.
İnsandır insanın en büyük dostu kim bilir belki de düşmanı! Nefsinden ötesini göremeyen insan bütün hakikatlere kör kalırken dünyayı kazanmış olsa kendisine ne fayda! Kendine zulmedene kim merhamet etmek ister ki? İnsan göremezse kusurunu başkası olabilir mi insanın aynası? Dünyanın öyle bir limanına attık ki demiri, ufuklara açılmak yerine gün batımında en güzel selfieyi çekiyoruz ve arkamızda bütün dünya bir fon yapıyoruz. Bunca yaşananlara seyirci olmaktan başka bir rol biçmiyoruz kendimize.
Yüce Allah, Zariyat Suresinin 56. ayetinde bizi kulluk için yarattığını bildirdiği halde biz ise kulluğumuzu kalbimiz temiz edebiyatıyla geçiştiriyoruz. Bir de bunu marifet sayıyoruz. Sanırım günde üç vakit sarı güç ile içimizi, bir vakit de mavi güç ile dışımızı yıkıyor, bir de üzerine cila niyetine paspas çekiyoruz. Böyle yapınca temizlenir mi içimiz?
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (SAV), “Aranızda selamı yayınız.” buyururken selamın esenlik bildirisi olduğunu anlatır bize. “Benden sana zarar gelmez.” hükmünün kalıp bulmuş halidir selam. Peki bugün selam verdiğimiz kişi bize ne kadar güveniyor ya da bize selam verdikleri zaman neden bir şüpheye ram oluyor zihnimiz?
İsmet Özel'in Esenlik Bildirisi şiirinde yer alan “Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır / kin, susturur insanı; adına çıdam denir / susulunca tutulan çetele simsiyahtır / o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir” dizelerini okuduktan sonra sustuğumuz yerlerden vurulacağımız günleri neden hep bir özlemle bekliyoruz? Ruhun intiharına alkış tutan ellerimiz çaresizliğin nasırlarında inlerken neden hala şehrin öbür ucundan koşarak gelene kulak tıkıyoruz? Elimizden ve dilimizden insanlığa bir zarar gelmemesi gerekirken hangi ara güvenilmez bir hale geldik? Sahi, kim, kime güveniyor şimdilerde?
“Müslüman bir zulüm gördüğü zaman onu eliyle düzeltsin. Gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalben buğzetsin.” buyuran Peygamberin (SAV) ümmeti olarak mazlumun yanında durmak bir yana zalime methiyeler düzer hale geldik. İmanın en zayıf halkası olan buğzetme halkasına dahi dâhil olmaktan geri durmak nasipsizlik değil de nedir? Dünya kuyusuna düştük, kervanın geçmesini dahi ümit etmiyoruz. Bu kadar çaresiz halde dahi mazluma parmak sallamaktan da geri durmuyoruz. Bize ezberletilmiş "Zamanında toprağını sattığın için bu haldesin." cümlelerini kullanırken biz acaba ruhumuzu, zihnimizi kime sattık, dilimiz kimin fikriyle konuşuyor, elimiz kim için çalışıyor, söylemlerimiz ile eylemlerimiz arasındaki uçurumdan aşağı düşen kim bugün? Ortadaki zulmün faturasını mazluma kesmek nasıl bir akıl tutulmasının sonucudur?
Ölümlerin bir rakam ile ifade edildiği, katliamların artık haber değeri olarak dahi kabul görmediği, zulümlere alışılmış bir çağda hangi merhamete sığınabilir insan? İnsan bu işte, kendine sormadan edemiyor, ben bu dünyanın neresindeyim? Lübnan'ın bayrağındaki sedir ağacı gibiyim. Sembolik olarak varım ancak varlık olarak ne kadar varım, bilemiyorum! Yok olmaya yüz tutmuş bir varlığın kaygısında boğuluyorum!
Bir deprem geçti üzerimizden. Depremi yaşayanlar hala o korkuyu içinde diri tutarken yaşamayanlar onun kaygısıyla her an teyakkuz halindeler. Yüce Allah, Türkçe karşılığı deprem olan Zilzal Suresinin son iki ayetinde bu dünyadaki yaşantımızın karşılığının ne olacağını bildiriyor bize: “Kim zerre miktarı hayır işlemişse onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”
Nihayetinde Yüce Allah, “Hangimizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk Sûresi, 2. Ayet)
Dünya kuyusunda boğulmak yerine bize Allah’ı ve ölümü hatırlatacak güzel dostlarımız yahut hakiki imgelerimiz olsun hayatımızda. Dünya telaşına her daldığımızda çıksın biri karşımıza “Allah’tan kork, ölüm var!” desin. Vesselam.