Yâ kebîkeç
Dilber-i nev-hatta bakmam var iken hatt-ı
sutûr
Yâr-ı
cânımdır habîb-i nâzenînîmdir kitab
Ali
Emîrî
Milletlerin medeniyet tarihleri tetkik
edildiğinde kitap, insanoğlunun benliğini, kimliğini ve tarihini yazı üzerinden
kurduğu bir dünya olmuştur. Bu sebeple toplum için faydalı olarak görülen ve
nâdir eser olarak adlandırılan kitaplar, özellikle şair ve yazarların hayâl ve
ruh dünyalarını besleyen temel kaynaklar arasında yer almıştır. Edebiyat
nazariyâtıyla ilgili eserlerin verdiği bilgilere bakıldığında klâsik
edebiyatımızda adını ölümsüzleştiren şairlerin çoğunun; ilmî, fikrî ve ictimâî
bir alt yapıya sahip oldukları görülür. Bir şairin özgünlüğünde, şair ruhlu bir
yaratılışa sahip olmasının yanı sıra, kültürlü bir aile ortamında yetişmesi,
edebî muhitlere yakınlığı, şiirin çeşitli türlerini tanıması, kelimelerin anlam
evrenine vâkıf olması, belâğat ilmini bilmesi; ders aldığı hocaların keyfiyeti
ve okuduğu kitapların mahiyeti gibi husûsiyetler oldukça etkilidir. Zikredilen
husûsiyetler içerisinde ise kitaplar şairin yetişmesinde ehemmiyet arz
etmektedir. Bu sebeple ilimle uğraşan kimselerin nezdinde kitap, maddî ve
manevî açıdan ayrı bir öneme sahiptir. Yazma eserlerimizin pek çoğunun ilk
sayfalarına yazılan “kebîkec” ya da “yâ kebîkec” gibi ifadelerin, eseri kitap
kurtlarından koruyacağı hususunda tılsımlı bir söz olarak kabul edilmesi,
kitaba verilen değerin adeta teolojik bir yansımasıdır.
Millet Kütüphanesi Yazma Eserleri Kataloglama
Projesi kapsamında, kütüphanede yazmaları incelerken bir yazma eserde rastlamış
olduğumuz şairi belli olmayan aşağıdaki beyitler, yazma eser sahibinin kitaba
verdiği değeri göstermesi açısından mühim bir örnektir. Şair, belli ki “ömrümün
hâsılı” dediği kitabının ehil olmayan bir kimsenin eline düşüp zâyi
olmasından korkmakta ve kitabının ehil ve kendisini hayır dualarla anacak bir
kimsenin eline geçmesini arzulamaktadır. Ömrümün hâsılı rûhum gibidir iş bu
kitâb/İzzetin hakkı içün senden umaram yâ Rab/Korkarım ben ölicek câhil
ü nâdâna düşe/Hayr ile sâhibini yâd eden yârâna düşe
Bizim kültür tarihimizde olduğu kadar dünyadaki
pek çok milletin nezdinde de kitaba her zaman bir değer atfedilmiş ve özellikle
nâdir kitapların sahibi ile kitap arasında özel bir bağ kurulmuştur.
Barcelona’daki San Pedro Manastırı’ndaki Ortaçağ’dan kalma bir el yazmasında
yer alan beddua, kadîm zamanlardan beri kitaba verilen değerin farklı bir yansımasını
göstermesi açısından ehemmiyetlidir. “Bu kitabı sahibinden çalan ya da ödünç
alıp iade etmeyen… İşte o kişiye inme insin, kavrulup kalsın bütün organları.
Kitap kurtları kemirsinler içinde ne var ne yoksa, ölmeyen o kurt adına.
(İncil’de bahsedilen cehenneme gidenleri kemirecek olan o kurt) Ve o kişi
nihayet gittiğinde son cezasına, cehennemin ateşleri yutsun onu, sonsuza dek”
Klâsik edebiyatımızın tezkire yazarlarından
Latîfî ve Alî Emîrî Efendi gibi şairler kitap ile ilgili müstakil gazeller
kaleme almışlar, kitaba olan muhabbetlerini şiir yoluyla dile getirmişlerdir.
Latîfî’nin aşağıda gazelinden alınan mısralar, kitabın bir şairin gözünde nasıl
bir yer edindiğine dair ipuçları vermesi açısından önemlidir. Kitap, gönül ehli
kimselerin yanında bir dosttur, sevgilidir. Cahil olanın eğlencesi mal ve mülk
iken, irfan sahibi kimselerin varyeti ise kitaplardır.
Her dem ehl-i dillerün yanında yârıdur kitâb
Mûnis-i evkâtı yâr-ı gam-küsârıdur kitâb
Nitekim eglencesidür mâl u câhı câhilün
Ehl-i irfânun da mâl-ı bî şümârıdur kitâb
Ömrünü kitaplarına, kitaplarını da milletine
adayan Alî Emîrî Efendi, belki de bugün adından çok zikredilmesini, hayatını
adamış olduğu kitaplarına ve sahip olduğu binlerce ciltlik kütüphanesine
borçludur. Emîrî Efendi’nin kitap merakı çok küçük yaşlarda başlamış,
Diyarbakır’da vaktiyle bir milyon kırk bin ciltlik bir kütüphanenin varlığı
kendisini heyecanlandırmış ve ömrünün büyük bir kısmını kitap toplamaya ve
kitap yazmaya hasretmiştir. Bu günlerde “Ali Emîrî Dîvânı” Cumhurbaşkanımızın
takdim yazısı ile Yazma Eserler Kurumu başkanlığı tarafından neşredildi. Prof.
Dr. Sadık Yazar ile birlikte hazırlamış olduğumuz eserin editörlüğünü Prof. Dr.
Günay Kut Hocamız, redaktörlüğünü ise Doç. Dr. Bedri Mermutlu hocamız yaptılar.
Böylece ömrünü kitaplarına adayan Ali Emîrî Efendi’nin vefat etmeden önce “keşke
dağınık olarak bulunun şiirlerimi bir külliyat halinde neşredebilsem”
şeklindeki temennileri gerçekleşmiş oldu.