Ya İslam dünyası
Bilindiği gibi 7 Ekim’den beri Filistin’de devam eden İsrail vahşetini, Güney Afrika, ‘’İsrail Filistin’de soykırım yapıyor’’ iddiasıyla Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na taşıdı. ‘’İnsanlık vicdanını’’ yaralayan İsrail vahşeti karşısında, Güney Afrika’nın bu girişimi elbette tarihi niteliktedir.
Sürekli insan haklarından hukukun üstünlüğünden bahseden
batılı liderler, birer birer İsrail’e koşarak Netanyahu ile poz vermeleri,
söylemleri ile eylemleri arasındaki derin uçurumun en somut kanıtıdır. Bu
bakımdan Filistin’de devam eden vahşet, sadece İsrail’in değil, batının da ikiyüzlü
çirkin yüzünü yansıtmaktadır.
Ancak Batı, öyle bir düzen kurmuş ki bütün güzel fikirleri
kendilerine güç sağlayacak şekilde kurgulamıştır. Bu açıdan Batı’ya bakınca,
neredeyse kirletmedikleri hiçbir kavram bırakmadıklarını görürüz. Dinden
bilime, çevreden insan haklarına kadar hemen her alanda bu böyledir.
Bu bağlamda Batı medeniyetini meydana getiren temel
kuvvetlerin doğru anlaşılması oldukça önemlidir. Aslında bu, her millet ve her
medeniyet için geçerli olan temel bir ilkedir. Bu temel ilkenin altını
çizdikten sonra, Batı medeniyetini var eden iki kuvvete dayandığını söyleyebiliriz.
Bunlardan biri, zengin edebiyatıyla oldukça kuvvetli olan Hıristiyan metafiziğidir. Bunun
temelleri orta çağda atıldı. Diğeri ise, coğrafi keşiflerle 17. yüzyılda başlayan
sömürgecilik faaliyetleri ve pozitivist düşüncedir. Sömürgecilikten
elde ettikleri sermaye ile pozitif bilimi, pozitif bilimle de tekniği geliştirdiler.
Teknik keşiflerin sonucunda da büyük sanayiler kurdular. Kısacası Batı’nın hâkimiyet
tarihi, 17. yüzyıldan başlayarak ve bugün de devam eden sömürgeciliktir.
Batı, ruhunu Hıristiyanlıktan, zenginliğini sömürgecilikten
almıştır. Ancak Batı’nın Hıristiyan ruhuyla, sömürgeci sanayinin ham ve kaba
maddesi, zaman zaman çetin çatışmalara sahne olmuştur. Aslında Batı’da ruh ile
madde bugün hâlâ çatışma hâlindedir.
Hatta söylem ile eylem arasındaki derin uçurumun temel
nedenin ruh ile maddenin çatışmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Söylem ruhu,
eylem ise, maddeyi temsil ediyor. Batı’nın içinde bulunduğu bu derin çelişki
değer anlamında artık Güney Afrika’nın gerisine düşürmüştür.
Peki,
ya İslam dünyası?
Evet, Batı’ya kısaca bu şekilde baktıktan sonra, kendimize
dönelim. Taha Akyol 28/01 2024 tarihli ‘’Yaşasın Güney Afrika’’ başlıklı
yazısının sonunda ‘’Batı başkentlerinde günlerce meydanları dolduran insanlar İsrail’i
protesto ederken, İslam dünyasında sokaklar neden öyle değil.
İnsan
hakları, hukuk, özgürlük, hak, adalet bilinci olmayınca dindaşlık yetmiyor
demek ki! Bunu iyi düşünmeliyiz’’ diyor. Taha Akyol, ilgiyle
okuduğum değerli bir münevverimizdir.
Ancak burada Taha Bey’in dikkatini üç hususa çekmek
isterim. Birincisi, Batı meydanlarını
dolduran kalabalığın ezici çoğunluğu yine bu coğrafyanın çocuklarıdır, yani
dindaşlardır. İkincisi, Arap
ülkelerinde yaşayan halkların sessiz kalışı hak bilinci olmayışından değil,
protesto etmek yasak olduğu içindir. Bu yasakları koyanlar kimin desteği ile o
koltuklarda oturdukları sır değildir. Üçüncüsü,
Batılı liderler, birer birer İsrail’e giderek Netanyahu ile poz vermeleri,
onları soykırımın suç ortağı yapmıştır. Yani Batı meydanlarını dolduran
kalabalıklar, sadece İsrail’e değil, bizzat Batı’ya da tepki gösteriyorlar. Nitekim
ABD’li bir asker, Washington’daki İsrail Elçiliğinin önünde: ‘’Filistin’de devam eden soykırım suçuna
daha fazla ortak olmak istemiyorum’’ diyerek kendini ateşe vermişti.
Peki, ya İslam dünyası diye soranlara cevabım: ‘’İslam
dünyasına’’ dışarıdan bakabilen kişi, yaralı bir kartalı andırdığını görür. Kartal,
uçmak için kanat çırpıyor ama kan kaybından enerjisi tükenmiş uçamıyor. Kartalı
göklere çıkartacak şifa köklerindedir. Umarım bunu erken fark eder…