VUZUH-MANA MESELESİ VE AHMET HAŞİM
Ahmet Haşim, on dokuzuncu asrın son çeyreğinde Sembolizm akımının da kurucusu olan Paul Verlaine'nin başını çektiği "Saf Şiir" yaratmanın peşindedir. Soyutluk ve anlamda kapalılığın ön plana çıktığı saf şiir, sembolizmin de ana temasını oluşturuyor. Verlaine, saf şiirinin tanımını yaparken "müziğe yakın bir ritmin, ahengin, söyleyişin ön planda olduğu ve içinde şiirsel ögeler dışında hiçbir şey barındırmayan şiire saf şiir tanımlamasını yapar.
Aslında Ahmet Haşim'i Varlaine ve Sembolistlere götüren sebep onun daha önceki öğretilerinde kalan Klasik Edebiyat öğretileridir. Arapların meşhur bir sözü vardır: "El-ma'na fu00ee batn'iş-şair" yani "Mana, şairin karnındadır" Ahmet Haşim Bağdat'tan gelmiştir. Çocukluğu orada geçmiştir. İstanbul'da o dönemde yeni edebiyat cereyanı vardır. İmparatorluğun uzak bölgelerinde Bağdat, Urfa, Halep, Diyarbekir gibi yerlerde ise Klasik Edebiyat bütün canlılığı devam etmiştir.
Evet Ahmet Haşim, Klasik edebiyatın temsilcisi değildi ama Şair Akif İnan' göre bir Şeyh Galip, bir Neşatu00ee teneffüs ediyordu. Oralardan bazı kokular veriyordu okuyucusuna.Ahmet Haşim'in işte böyle bir ortamda şiirini icra ederken karşısında mana ve vuzuh meselesi nedeniyle büyük bir eleştiri kampanyasıyla karşı karşıya kalır. Şairin en çok hücuma uğrayan ve poetikasını yazmasına sebep olan şiiri "Bir Günün Sonunda Arzu" şiiri şöyle başlıyor.
BİR GÜNÜN SONUNDA ARZu00db
.................
Akşam, yine akşam, yine akşam Bir sırma kemerdir suya baksam; Üstümde sema kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Burada Haşim'e karşı yapılan eleştirilerde "mana" kavramının ne olduğu belli değildir. Daha doğrusu Haşim'in şiirini kapalı bularak eleştirenler, mana ve vuzuh sözcüklerini açık biçimde izah da edememişlerdir. Bu yüzdendir ki şair de poetikasında yani "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" adlı yazısında şiirini eleştirmek için çaba sarf edenlerin bu hususta açık bir şey söylemediğine değinir:
"Her şeyden evvel şunu itiraf edelim ki, şiirde manadan ne kastedildiğini bilmiyoruz. "Fikir" dedikleri bayağı mütalalar yığını mı, hikaye mi, mazmun mu ve "vuzuh" bunların adi idrake göre anlaşılması mı demektir? Şiir için bunları elzem addedenler, şiiri tarih, felsefe, nutuk ve belagat gibi bir sürü "söz" sanatlarıyla karıştıranlar ve onu asıl çehre alaiminde seçip tanımayanlardır."
Ahmet Haşim'e karşı hücumlar te'sirli olacak ki o poetikasında şiirin ne olması veya ne olmaması gerektiğini şöyle açıklar.
"Şairin lisanı "nesir" gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, mu00fbsiki ile söz arasında, sözden ziyade mu00fbsikiye yakın, mutavassıt bir lisandır." Bu cümlede biz Ahmet Haşim'in üstadı olan Paul Verlaine'den çokça etkilendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Varlaine'ye göre "Şiir, yüreğin bir sarkışıdır, Parnasse'cılarınki gibi nesnelliği değil, bireysel bir öznelliği yansıtmalı şiir. Mana ve anlatım büsbütün kapalı değil ama örtülüdür. Objeler açıkça anlatılmaz, ustaca çağrıştırılır. Verlaine de Ahmet Haşim gibi soğuk plastik güzelliğe başkaldırıyor, tül altından görünen, örtülü, duygulu, ince bir güzelliği yazıyor, geleneksel biçimin yanı sıra yeni biçimler de araştırıyordu. Dil, gerçek dışının, bilinçaltının, düşün kapılarını açmaya yarayan bir anahtardır, diyordu. Ve Verlaine, Önemli olan kelimelerin tınısı ve çağrışımıdır, diyordu.
Yıllar sonra A. Hamdi Tanpınar da Ahmet Haşim'in vuzuh-mana tartışmasına katılırken kendi şair gururunu okşarcasına şunları söylemektedir:
"Bir zamanlar onun şiirlerini vuzuhsuzlukla, ibhamla itham ettiler; bizzat kendisi de benimsemiş olduğu estetiğin icabı olarak bunda ısrar etti. Hakikatte ne o istediği kadar mübhem şiirler yazabildi, ne de muarızları, bu yeni tarzda kendilerini şaşırtan tarafın ne olduğunu bulabildiler. Onun şiirleri, sözle süku00fbtun birleştiği müntehada yapılmış birer tecrübe idi. Eğer onar bu yeni şiirde, öteden beri alışmış oldukları şeyleri arayacakları yerde, sadece bir "rüya"nın kendi fevkattabia renklerini muhafaza edebilmek şartıyla başka nasıl anlaşılabileceğini düşünmüş olsalardı, gafletlerinde bu kadar ısrar etmezlerdi." (Bkz.Tanpınar,Edebiyat Üzerine Makaleler, )
Sonuçolarak AhmetHaşim şuurlu olarak şiirlerinde kapalı bir anlatımı tercih ettiği söylenebilir. Batı'nın materyal, pozitivist fikirlerle boğuştuğu bir dönemde; O, öze dönerek, metafizik alana giriş denemesi yapmıştır. Bu nedenle şiir tercihine bir mana yüklemiştir. Şair, şiirin asıl manasının okurun muhayyilesinde tamamlanacağı ve şiirin gerçek güzelliğinin/zenginliğinin bu olduğu konusunda ısrarcı bir tutum sergilemektedir. Bu nedenledir ki başta söylediğimiz "El-ma'na fu00ee batn'iş-şair" yani "Mana, şairin karnındadır" sözü Ahmet Haşim için biçilmiş bir kaftandır.
Not:Hükümetimizin "W,X,Q" harflerine tanıdığı özgürlüğü hararetle desteklerken geriye kalan " u00e9 ve nazal n- u00f1 " harflerinin de alfabede gösterilmesi, Osmanlı Şuurunu taşıyan insanları memnun edecektir.